aynı kişiye defalarca yenilmek

9.1K 409 45
                                    





Gitsem ne olurdu en fazla?

Sonunda ölüm var mıydı? Yoktu. Sorun zaten sonunda ölüm olup olmaması da değildi. Sorun sonunda yine tek kalıp kalmayacağımdı. Yalnızlığa alışılırdı bir şekilde, zamanla ya da zorla. Ancak ben terk edilmeye alışamazdım. İnsanlar tarafından sürekli terk edilmek, belki aynı kişi tarafından onlarca kez... Korkunç geliyordu. Düşündükçe evin bodrumuna kendimi kilitlemek istiyordum. İnsanlardan ölene kadar uzak durmak, kaçmak istiyordum.

Terk edilmek istemiyordum.

Bu hikayenin sonunda ölüm ayırmasa bile iki kişiyi, yine de ayrı olmak korkutuyordu.

Bugün günlerden pazartesi, ilk dersim olan kimyadan yeni çıkmıştım ancak kafam mol kavramıyla değil başka bir şeyle doluydu. Mesela 185'ten uzun, koyu kumral saçları bazen kahve gibi görünen, gözleri mavi, bakışları kısık, dudağının kenarı hep kıvrık olan biri. Mesela; fevri davranan, bazen ne dediğini bilmeyen, istediği şeyden asla vazgeçmeyen, arkadaşsız yapamayan zengin züppenin biri.

Cumartesi gelmemi istediğini açık bir şekilde söylemişti ve o zamandan beri kafamın içinde yankılanıp duruyordu cümleleri. Cevap bulmak istiyordum, bir çıkış yolu bulmak istiyordum. Ona, o gün, orada cevap vermemiş ve geçiştirmiştim o da bir daha bu konuyu açmamıştı. İsteğini belli etmemişti daha da, belki de kafamın içinden çıkamadığımı tahmin etmişti. Yine de o gün ben vedalaşıp gidene kadar bakışları sürekli olarak gözlerimdeydi ve sanki gözlerimden vereceğim cevabı okumak istiyordu.

Bugün de olduğu gibi.

İlk teneffüsümüzde her zaman yaptığımdan farklı olarak üst kata çıkmam gerekmişti çünkü önümde yürüyen fizik hocam okuma kitaplarının olduğu kütüphanede bana vermesi gereken bir şey olduğunu söylemiş ve arkasından sürüklemişti beni. Burası son dönemlerin katıydı. Genelde çok gürültü olmazdı, çoğu kişi kütüphanede veya sınıfında ders çalışırdı çünkü. Bugün de o günlerden biri. Öyle ki ayağımdaki az topuklu botlarımın çıkardığı ses yankılanıyordu koridorda. Bu da beni geriyordu tabii.

Hoca, kütüphane kapısını sessiz olmaya çalışarak açtı ancak yine de tok bir ses yankılandı. Genelde bu kütüphanede çok öğrenci olmazdı, en fazla yirmi kişi görmüştüm burada. Burada çalışmak için gereken ortam yoktu çünkü, okuma yapmak için koltuklar ve birkaç düz masa vardı. Hocanın arkasından içeri adımladığımda birkaç konuşma sesi geliyordu ancak kısıktı ve hoca içeri girdiği an kesilmişti sesler.

Perdesi çekilmiş pencere kenarındaki beyaz masada altı kişi vardı. Üzerimde hissettiğim bakışlarla zemini ezberlemeye çalışan bakışlarımı onlara çevirdim. Gördüğüm kişilerle ister istemez omuzlarımı dikleştirmiş ve olduğum  yerde ip gibi gerilmiştim. Altısı da erkekti ve ben isim olarak sadece üç tanesini biliyordum.

Soner, Can ve Bulut.

Önlerinde açık test kitapları vardı, masanın üzerinde bolca silgi tozu ve bitmiş kahve bardakları vardı. Neredeyse hepsinin üzerinde okulun sweati vardı. Onları tanıdığım kadarıyla asla çalışkan olmadıklarını söyleyebilirdim bu yüzden onları böyle görmek beni de şaşırtmıştı. Tıpkı fizik hocasını şaşırttığı gibi.

"Oo gençler, hayırdır? Taş mı düştü kafanızda?"

Hocanın alaylı sözleriyle ısrarla göz göze gelmediğim Bulut elini ensesine attı, başını hafifçe diğer tarafa çevirdi. Sorunun muhataplarından biri olmak onu utandırmıştı. Bundan niye zevk aldım bilmiyorum ama gülümsedim.

"Ayıpsınız hocam ya," dedi Soner atlayarak. "Bizi ilk defa ders çalışıyorken görüyormuş gibi davranıyorsunuz."

"İlk defa görüyor çünkü kanka."

Bu Kekre Dünyada|| yarı textingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin