13. Bölüm

1K 76 13
                                    

Her vampirin lanetli bir yiyeceği ve ya içeceği vardı. Bir şekilde kendilerine iyi ya da kötü anılar veren, önceki hayatlarında iz bırakan, kişiliğine göre ya çok sevdiği ya da nefret ettiği bir armağanı vardı. Vampirler bu armağanı kullanarak açlıklarını bastırabiliyorlar, eskiden hissettiği duygulara zorla da olsa kollarını uzatabiliyorlardı. Hayır, o duygulara dokunamıyorlardı ama onlara yaklaşıyorlardı.

Kimisinin lanetli bir içeceği vardı: Şarap gibi...

Kimisinin de -mesela Oh Se Hun- lanetli bir yiyeceği vardı: Elma gibi...

Ama Yifan'ın ne böyle lanetli bir yiyeceği, ne de içeceği vardı.

Onun çiçekleri vardı.

Babası; annesinin ölümünden sonra kendisini toparlayıp, başka bir kadınla evlenirken, Yifan'ın büyük bir hüzünle yetiştirdiği çiçekleri vardı. Annesinin mezarına gidip, oradan aşırdığı bir avuç toprakta yeşertmeye çalıştığı papatyaları...

Babasının evlendiği gün, büyük bir hüzünle karışan acısıyla yetiştirdiği güzel papatyaları, annesine armağan etmişti. Geniş omuzlarını dik tutmaya çalışarak o toprak yolda yürümüş, gözlerini kaplayan yaşların yanaklarını ıslatmasına aldırmadan ilerlemiş ve nihayet mezarlığa ulaşmıştı. Ardından göğsüne bastırdığı küçük, eski ancak hala iş görebilen saksısında ki güzel papatyalarını dikkatlice çıkarmış, annesinin baş ucuna dikmişti. Sonra karanlık gökyüzünde hüküm sürmeye başladığında; ay kendisini gösterdiğinde, göz yaşlarıyla ıslanan papatyalarını terk etmişti. Böylelikle tüm kötü duygulardan arınabileceğini düşünmüştü.

Ama bunda yeterince başarılı olamamıştı.

Yüreğinde görkemli bir krallık kuran hüznü def edememiş, üvey annesinin kendisine sarkmasıyla yaraları papatyaların iyileştirici tesirinden çıkarak yeniden kanamaya başlamıştı.

Kanıyordu.

Yifan'ın geniş ve her derdi savuşturabilecek kadar sert gözüken göğsünün içindeki hassas kalbi, kanıyordu.

O lanet kadına aldırmadan ve babasını umursamadan annesinin mezarına gidip, çoktan solan papatyaların ölü bedenlerini buldu. Onların, toprağın içinde bıraktığı silik izlerini gördü. Ardındansa mavi kelebeklerin ziyaret ettiği toz pembesi çiçekleri...

Ölüm çiçeklerini...

İçindeki acıyı göz yaşlarına aktarıp, o papatyaların anlamlı ölümü için kendisini kötü hissederken, artık tüm iyi duygulardan yoksunlaşmış kalbinde, ölüm çiçekleri hüküm sürmeye başlamıştı. Acıyla el ele veren ölüm çiçekleri...

Karanlıkta yeşeren ölüm çiçekleri...

Kırık kalbinin çatlaklarından fışkıran kanla beslenen ölüm çiçekleri...

Hüzünlü bir yok oluşla var olan ölüm çiçekleri...

Yifan ne kadar zor olsa da katlanmaya çalışmıştı, babasının yatağına giren o kadının iki yüzlülüğüne, kendisini büyük bir şehvetle istemesine ve yalanlarına...

Ardından babasına söylemiş, onun da kendisine inanmamasıyla işte tam olarak o ölüm çiçeklerine muhtaç kalmıştı. Acıyordu, o zamanlar kalbi eskisinden daha şiddetli olan bir acıyla sarsılıyor ve acıyordu.

Bu acı öyle yüceydi ki, iradesini delip geçmiş, gardını indirerek duvarlarını yıkmıştı.

Yifan yıkılmıştı.

Yifan, koca bir harabeye dönmüştü.

Herkes tarafından terk edilen, uğursuz, hakkında kötü ve korkunç rivayetler uydurulan, görkemli bir harabeye dönmüştü.

+Şeytanla Anlaşma+Where stories live. Discover now