0.6

86 15 7
                                    

3 gün olmuştu.

Babamlar yola az önce çıkmışlardı ve babamların evde olduğu süre boyunca bir kez bile ne konuşmuştuk ne de görüşmüştük Minho ile.

Tabii ben bu duruma hem üzülmüştüm hem sevinmiştim çünkü birlikte geçirdiğimiz vakitler neticesinde onun bir katil olma ihtimalini unutmuş bile olsam o gece başını eğdiği sırada onu ilk gördüğüm -ya da başkasını görüp o zannettiğim- hali gelmişti gözümün önüne. Saçları...

Camdan dışarıyı izlemeye başladım. Derin bir nefes aldım ve camı açtım bu sefer. Soğuk rüzgar nemi sayesinde suratımı yaladı ve ben aldırış etmeden başımı ileri uzattım. Dışarıyı izlemeye devam ettiğim sırada telefonum çaldı ve hemen telefonuma koştum.

Her yolculukta mutlaka bir şeyini kaybedip babamı mutlaka yolundan çeviren annem olduğunu düşünsem de o değildi. Minho arıyordu.

Telefonu açtım ve ilk onun konuşmasını bekledim. "Evden çıkma sakın!"

Sesi telaşlıydı. Kaşlarımı çatmama sebep oldu bu durum. "Anlamadım?" dedim bu sefer kafa karışıklığımı gidermesi için. "Sana her şeyi sonra anlatacağım. Dışarı çıkma sakın."

"Pekala..."

Telefonu hızlıca suratıma kapattı. Ne olduğunu dahi anlayamadan bir de bu davranışını düşünmem gerekirdi ama hayır, işleri olduğu gerçeği de var tabii. Her an beni düşünerek hareketlerini tartarak davranış sergileyemez, acil bir durum olduğu ortada.

Camı kapattım ve kafa karışıklığımın etkisiyle oturup koltukta senaryolar kurmaya başladım. Beni tehdit eden bir durum olma olasılığını düşündüm. Hatta en çok bu konuya bağlı senaryolar geldi aklıma. Saçlarımı geriye ittim ve istemsizce parmaklarımdaki et parçalarıyla oynamaya başladım. Klasik stres atma hareketimdi bu.

Telefonum tekrar çaldığında hastaneden Seongji'nin aradığını gördüm. "Jisu, acilen buraya gelmelisin! Acil karıştı, yaralı birkaç hemşiremiz var. Sana ihtiyacımız var!"

O an ne yapacağımı bilemedim. Gerçekten Minho'yu dinleyip birkaç yalanla Seongji'yi reddetmem gerekirdi ama bu sağlıktı neticede. Bana ihtiyaçları vardı.

"Alo? Jisu? Sesim geliyor mu?"

Evet, fırsat buydu işte. Ses özelliğini kapatıp açmaya devam ederken "Sesin gelmiyor." dedim ve telefonu kapattım. Hemen ardından Minho'yu aradım. Telefonu açtı ve sakince "Alo?" dedi.

"Acilde bana ihtiyaç olmuş, hastaneye gitmeliyim."

"Bekle. Bir yalan uyduramaz mısın?"

"Acilde diyorum Minho, bunu yapmam!"

"Pekala hazırlan, beraber gidiyoruz."

Kaşlarımı kaldırdım. "Gerek yok, işin gücün var-"

"İşim gücüm sensin zaten!"

Sesindeki telaşı anladığım anda içinde bulunduğu durumu çok rahat anladım. İç çektim ve "Sadece 10 dakika sonra hazırım." dedim.

"Pekala, biz de zaten sizin mahallede senin binanın tam karşısındayız."

...

"En fazla yarım saat sonra kan testinizin sonuçlarını telefondan göreceksiniz. Geçmiş olsun tekrardan."

Adam ayağa kalkmadan önce bana teşekkür etti ve ardından da Minho'ya korkar gibi bakarak yürüdü gitti. Kafamı kaldırıp yanımda dikilen Minho'ya baktım. "Kaç saat oldu otur artık!"

"Oturursam uyurum, sana göz kulak olmam lazım-"

"Jisu, hesabını kontrol et mesain yattı. Evine dönebilirsin, çok teşekkürler bu gece için."

Ayağa kalkıp esnedim ve gerindim. Tabii bunlardan önce Seongji'ye kafa sallayıp uzaklaşmasını beklemiştim. Minho'ya döndüm. "Hadi gidelim."

Sandalyeme asılı hırkamı alıp üzerime geçirdim ve beraber hastanenin çıkış kapısına doğru ilerlemeye başladık. "Hemşirelere ne olmuş?" Sorduğu soruyu esneyerek sormuştu ve ben onu yorduğum gerekçesiyle vicdan azabı çekiyordum. "Kavgalı iki aile burada tekrar kavgaya tutuşunca ayırmaya çalışan hemşireleri itmişler. İki üç tanesi de yere düşmüş biri düştüğü yerde bayılmış, saygı yok ki artık!"

Kafa salladığını gördüm yandan. "Haklısın."

"Evet?"

Adım atmayı bırakıp durdum ve o da durdu. Ellerimi hırkamın ceplerine geçirip karşısına geçtim ve saatlerdir sormayı beklediğim soruyu sordum. "Mahalledeki tüm komşularımı arayıp "Evinizden çıkmayın" uyarısı yapmamışsınızdır diye tahmin ediyorum. Beni evde tutmaya çalışmanın sebebi ne? Başım mı belada?"

Etrafa bakındı bir süre, gözlerini gözlerimden kaçırmak ister gibi. Sabırla bekledim çünkü önünde sonunda bana doğruyu söyleyeceğini biliyordum. "Burada konuşmayalım."

"Tamam, sen bilirsin."

"Bana gidiyoruz."

O kadar direkt söylemişti ki bunu gerçekten tanımasam tokadı yemişti suratına. Kaç gündür bana karşı olan nezaketi yerini bugün kabalığa -ya da daha doğru bir açıklamayla- açık sözlülüğe bırakmıştı.

Beraber onun beni buraya getirdiği arabaya ilerledik. Saat gece dört civarıydı ve dışarısı gerçekten buz gibiydi. Hızlı olacağım derken evde unuttuğum montum yüzünden şu an ben onun montunu, o da arabada bulduğu amirinin montunu giyiyordu. Arabanın kilidini açtı ve beraber oturduk. "Ailenin yanına dönmeyi hiç düşündün mü?"

Aniden sorduğu soruyla beraber şaşkınlıktan gülerek "Şaka falan mı yapıyorsun?" dedim. "Eğer korkutmaksa amacın, tebrikler! Ödüm kopuyor şu an."

"Seni asla korkutmak istemem, bunu tahmin ediyorsundur artık."

"Evet ama bugün bambaşka birisin. Gerçekten her şeye pat pat cevap verecek ama asıl sorudan kaçınacak kadar ne dönüyor ortalıkta çok merak ediyorum. Yani, stresten davranışların değişmiş."

Kafa salladı. "Doğru söylüyorsun. Lütfen eve kadar gitmemize izin ver. Sana yemin ederim her şeyi açıklayacağım."

Kafa salladım ve hiçbir şey söylemedim. Arabayı sonunda çalıştırdı ve yola çıktık. Evi ne kadar uzaklıkta gerçekten çok merak ediyordum, yani daha doğrusu ne kadar süre daha merakla bekleyeceğimi düşünüyordum.

Yollar boştu ve arabayı hızla sürüyordu. Şu an yanımda oturan Minho, gerçek Minho'ydu. Asıl kişiliği buydu. Açık sözlü, korumacı, stres anında erteleyen... Çoğu insan gibi o da günlük hayatta derdi, tasası, canını sıkacak herhangi bir durum olmadığında gülüp eğlenebilirdi, alttan alabilirdi, gizli saklı konuşabilirdi, korumacı davranmayacak kadar kasılmayabilirdi. Ama onun gerçek kişiliği de çoğu insan gibi zor sayılabilecek durumlarda açığa çıkmıştı.

Önüme bakmayı bırakıp yan profiline baktım, ellerini izledim. Bembeyazlardı, gecenin karanlığında ölümü andırıyorlardı. İnce ve uzundu parmakları. İç çektim ve önüme döndüm. Bir mahalleye gelmiştik ve iki araba arasına park ediyordu aracı. Aracı park etmenin ardından emniyet kemerini çıkardı. "Hadi inelim arabadan."

Evet, sanırım başlıyoruz.

red ;; lia + lee knowWhere stories live. Discover now