0.9

86 15 6
                                    

"Hatırladığın bir şey var mı? Yani, o sabaha dair."

Akşam olmuştu ve biz markette beni utandırmasından beri adam akıllı sohbet etmemiştik. Sadece birbirimize kısa cevaplı sorular soruyor, sohbeti ilerletmeye çalışıyorduk. Ama o, gayet güzel bir konu bulmuştu.

"Sabah uyanmıştım ve normalden erken kalktığım için biraz dışarısını izleyerek sakinleşmeye karar vermiştim. Camı açıp bedenimi sarkıttığım anda sokağa doğru koşturan bir sivil gördüm. Adama dikkat kesildim. O saatte dışarıda aceleyle koşarken ne yaptığını merak ederken peşinden katil geldi. Peş peşelerdi ve kurban, binamızın çaprazındaki o boşluğa girmeyi seçti. Kurban yere düştüğü anda katil onu yakaladı ve bir süre itiştiler yerde. Katil, kurbanı boynundan yakaladı. Onu kolu ve gövdesi arasında iyice sıkıştırırken kurbanın bacakları deli gibi oynuyordu yerde. Sanki..."

Bir süre tam olarak neye benzediğini düşündüm o hareketin.

"... sanki o ayağıyla yer küreyi itikliyor gibiydi. Sürtünüyordu ayakları yerde. Bir zaman sonra bu hareket kesildi ve ayakları en son harekette nasılsa öyle kaldı. Katil geri çekilip nabzını yokladı sanırım. Sonra sokağın ortasına gelip şey dedi."

Yutkundum. "Sikeyim."

Kafa salladı. "Çok güzel anlattın. Gerçekten yaşadım sanki." Güldü bu sefer. Ben ise ciddiyetle suratına bakıyordum.

"Polis üniforması vardı. Yanlışlıkla öldürmüşe benziyordu."

Son cümlem ardından göz göze geldik. Gözlerimin içine ciddiyetle baktı. Sonra gülümsedi ama kafasının karışık olduğu, gülümsemesinin de zorlama olduğu belliydi. Onu seyretmeye, incelemeye devam ettim. "Anladım. Bu bilgiler gerçekten çok işimize yarayacak. Mobese kameralarını izleyeceğiz ve kimmiş bu üniformalı bulacağız."

"Katilin saçları senin saçlarına çok benziyordu Minho."

Hala gözlerimin içine ciddiyetle bakmaya devam ediyordu. Derin bir iç çektim. "Bak, eğer sensen-"

"Bana ne zaman gerçekten güveneceksin?"

Bu sorusunu sakin bir ses tonuyla sormuş bile olsa sinirini bastırmaya çalıştığı belliydi. "Sana güveniyorum." Kafasını iki yana salladı. "Anlatırken sürekli beni inceliyorsun. Tek üniformalı, kahverengi saçlı insan ben değilim Jisu. Hem, sesimi düşün o halde. Bekle."

Birden masada "Sikeyim!" diye bağırdı. Sonra bana döndü. "Benziyor muyuz?"

"Hayır, yani ben sesini hatırlamıyorum özür dilerim."

"Özür dileme lütfen. Jisu, sana yemin ederim ki ben katil değilim, bilinçli ya da yanlışlıkla."

Kafa salladım ve başımı eğdim. "Seni üzmek gerçekten canımı çok sıkıyor ama olaydan hemen sonra seninle tanıştık ve bir yanım polis olduğun için o üniformadan ötürü hep senden şüphelenmişti." Gözlerimi onun kahverengi gözlerine diktim ve kendimden emin bir şekilde cümlemi bitirdim. "Sana tamamen güveniyorum."

Gülümsedi dudağının kenarıyla. "Teşekkür ederim."

"Yarın nöbetteyim. Yani..."

"Yani?"

"Sen de geleceksin. Evde yalnız bırakamam seni, aklım sende kalır."

"Pekala, sormadın ama kabul, geliyorum."

Güldü bu sefer. "Geleceksin diye emir verir gibi konuşmak hataydı özür-"

"Hayır. Beni düşünmen gerçekten çok değerli benim için. Özür dileme."

Yemek çubuğunu pilav kasesine daldırırken mırıldandığını duydum. "Düşünmediğim bir an bile yok."

Karnımın kasıldığını hissettim. Çok heyecanlanmıştım onun yanında yine. Hakkında merak ettiğim bir sürü şey vardı. Ona dair çoğu şeyi bilmememe rağmen ondan deli gibi hoşlanıyordum ve bu genellikle benlik bir hareket değildir. Önce seveceğim kişiyi gerçekten çok iyi tanımaya çalışıp ondan sonra sevip sevmemeye karar veren biri olmuşumdur hep. Ama bu sefer farklıydı. Sanırım gerçekten seveceğin zaman zaten karar verme gibi bir lüksün olmuyor. "İlk ve tek sevgilin-"

"Tek değil o. Yani, tek olmayacak."

Sorumu soramadan hem cümlemi hem de nefesimi kesmişti. Tabii ki çekiciliğinden ötürü değil, kendinden emin oluşu şaşkınlıktan nefesimi kesmişti. "Evet? Soru mu soracaktın Jisu?"

"Ha, evet! İlk sevgilin çok küçükken olmuş. Onu ne için beklemiştin ki?"

"Ortaokulda sevgiliydik dediğim gibi. Genelde beraber onun evinin yakınındaki lokantalar sokağına gidip sokak yemekleri denerdik. O hep çok güzel giyinmeye özen gösterdiği için buluşma saatini geciktirirdi, daha çocuk olmamıza rağmen. Gözlerine annesinin makyajlarından karışık renkler sürer öyle gelirdi ve yine de çok yakıştırırdım ona. Sonra yemek yemek dışında yaptığımız aktivitelerde gerçekten çok zıtlaşırdık. Sık sık tartışır kavgalar ederdik. Bir gün gerçekten olgun birinin düşüncesine ihtiyacım olduğu için anneme anlatmıştım en sonunda. Annem, eğrisiyle doğrusuyla bana her şeyi anlattığı anda da ondan ayrılmanın ikimizin hayatı için de doğru olacağına karar vermiştim. Ona bunu anlattığımda beni anladı ve gayet sakin bir şekilde ayrıldık."

"Anladım. Sonra neden olmadı peki hiç?"

"Polis olmak istediğimi anladım ve polis okuluna yazdırdım kendimi zorla. Ailem hiçbir zaman istememişti. Sonra polis okulunda tahmin edersin ki hiç kız yoktu. Tek hedefim polislik olduğu için o dönem başka hiçbir şey dikkatimi çekmemişti. Seneler geçti, polisliği bitirdim üzerine kaç sene çalıştım ve sen çıktın karşıma. Sonra da olanlar oldu işte."

Gülümsedim. "Teşekkür ederim, kendini açtığın için."

"Ne demek. Senin iki tane olmuştu sanki daha önce. Sen nasıl tanıştın?"

"Biri lisede, biri de üniversitede olmuştu. Lisedeki gerçekten çok iyi kalpli biriydi. Genelde arkadaşlıktan doğan ilişkilerim oldu çünkü o dönemlerde birinin her şeyini bilmeden o kişiye karşı bir şey hissetmiyordum. Bunu kontrol edebiliyordum. Lisedeki de üniversitedeki de çok iyi insanlardı. Lisedeki eski sevgilim, hayatlarımıza odaklanmamız gerektiğini anladığımız anda bitmişti. Üniversitedeki de sadece ayrılmak istediğini dile getirmişti ve nedenini sormamıştım ben de. Öylece bitivermişti."

Minho güldü. "Jisu, sen de ben de sevmek ne demek bilmiyormuşuz. Farkında mısın?"

"Sanırım haklısın. Yani gerçekten sevsem neden hayatıma dahil ettiğim kişiyi hayatımın gidişatı için terk edeyim ki? Ya da nedenini neden hiç merak etmeyeyim?"

Parmağını şıklattı. "Sevmemek. Tek cevabı bu."

Kafa salladım bu sefer. Önümdeki pirinç kasesinden bir parça pirinç aldım ağzıma attım yemek çubuklarıyla. O da yemeğinden attı ağzına ve yemeklerimizi çiğnediğimiz için odayı sessizlik kapladı. O da ben de yemek tabaklarımıza bakıyorduk. "Minho."

Dikkatini benim üzerime verdi. "Efendim?"

"Eğer olur da beni öldürmeyi başarırsa-"

"Öyle bir şey olmayacak."

Omuz silktim. "Bundan emin olamazsın."

"Jisu seni gittiğim her yere götüreceğim. Her adımımızda yan yana olacağız. Eğer seni öldürmeye kalkarsa bunu ben mutlaka göreceğim ve o an ya o ölmüş olacak ya da ben."

Sandalyede geriye yaslandım. "Senin ölmen hiç adil olmaz, böyle planlar kurma kafanda."

"Jisu..." Derin bir iç çekti. "... her neyse."

"Söyle lütfen."

"Bu çok irite edici bir cümle olacak. Vazgeçtim, sen de boşver."

"Lütfen."

"Eğer senin ölmene mani olamazsam mesleğimden utanırım. Hem senden hem mesleğimden uzaklaştığım an yaşamış saymam kendimi."

red ;; lia + lee knowWo Geschichten leben. Entdecke jetzt