1.6

70 15 15
                                    

"Evde korkuyorum, ben de seninle karakola gelmek istiyorum artık."

Minho gülümsedi. Suratıma uzun uzun baktı ve yaklaşıp ilk defa dudağıma buse kondurdu. Şaşırarak suratına ciddiyetle baktığımda sırıtmaya başladı. "Fare görmüş tavşan gibisin şu an." Burnumu işaret ve orta parmağı arasına makas gibi aldı ve sıktı. "Çok tatlısın Jisu!"

"Hadi giyin montunu gidelim beraber. Madem uyanmışsın bu saatte, benim de içim elvermezdi."

"Süper." dedim ve zoraki şekilde gülümsedim suratına. Ayakuçlarıma çıkıp yanağını öptüm ve portmantoya montumu almak için uzandım. "Öğle arasında güzel bir yemeğe çıkarız. Ne dersin?"

Sorusuna karşılık omuz silktim. "Olabilir tabii, neden olmasın?"

O da montunu giydi ve beraberce evden çıktık. Aklım hala babamdaydı tabii. Babam hala yoğun bakımdaydı ama doktor durumunun iyi olacağını ve uyanacağını söylemişti. Eğer uyanırsa gerçekten ne olup bittiği konusunda o yardımcı olacağı için onu korumak ve yaşaması için her şeyi yapmak çok önemliydi. Onun yaşaması zaten benim için hiçbir nedene bağlı kalmada en önemli meseleydi. Eğer babamı kaybedersem bu hayata devam etmem çok zor olacaktı.

Annem evde tek başına korktuğu için Minho'nun evine geri gelmişti. Daha doğrusu eve geri dönmesini Minho teklif etmişti. Bu yüzden de hala katilin kim olduğuna kendimce karar veremiyordum. Hayır, neden aileme bu kadar saygı ve hürmet gösteren biri babama zarar versin ki?

Bu inanılmaz mantıksız.

Düşüncelerimden bir bir kurtulmaya çalıştım. Derin bir nefes alıp düşüncelerimden gerçek dünyaya doğru bir adım attım. Minho gözlerimin içine bakıyordu. "Sana bir şey açıklamalıyım."

Kafa salladım. "Tabii ki, bana her şeyini anlatabilirsin."

Gülümsedi. "Jisu, dün arabanın bagajını hiç açmadığım halde açıktı ve bagajda bir poşet vardı. Poşetin içine baktığımda kanlı polis üniforması vardı ve ben onu incelerken elime bulaştırdım. Dün yanınıza geldikten sonra fark ettim ve eğer sen o kanı gördüysen elimde, bunun yemin ederim sebebi bu."

Hiçbir şey diyemedim. Uzun uzun baktım sadece suratına. Eğer gerçekten katil değilse ona bu hissiyatı yaşattığım için kendimi çok zor affedecektim. Ayakuçlarıma basıp kollarımı onun boynuna doladım ve sımsıkı sarıldım. Elleri belimi bulduğunda o benim aksime çok narin davranıyordu. Geri çekilip ellerimi Minho'nun yanaklarına koydum ve cevap verdim bu sefer. "Her kim seninle ya da benimle neden uğraşıyor bilmiyorum ama sana inanıyorum."

Bunu söylerken sesim o kadar titremişti ki gizleyemedim ağlamak üzere olduğumu. "Eminim ki herhangi bir gelişmede beni aydınlatacaksın o yüzden sana hiçbir şey sormayacağım. Sen, bulacaksın katili."

Gülümsedi. "Bulacağım."

...

Minho masasından kafasını kaldırıp bana baktı. "Öğle yemeği vakti geldi, çıkalım hadi." Gülümsedim. "Olur."

O masasından kalkıp montunu üstüne giyince ben de kendi montumu giydim. Minho, Chan'e baktı. "Konuşmamız gereken konular var gelince." Kaşlarımı çatarak Mihno'ya dikkat kesildim. Neden Chan ile konuşması gerektiğini anlamamıştım doğrusu. Ben kapıya yakın olan koltuklarda -daha çok sandalyeyi andırıyorlar tabii ama- oturduğum için yerimde dikilip Minho'nun kapıya doğru gelmesini bekledim.

 Minho, Chan'e arkasını dönüp bana doğru yürürken Chan'in bana baktığını gördüm. Aramızda geçen herhangi bir mesele olduğunu anlamasın diye saniyeler içerisinde Chan'e bakıp Minho'ya döndüm. Gözlerimin içine bakarken oldukça neşeliydi. Onun bu neşesini benim -bomboş olma ihtimali de olan- şüphelerimin söndürmesinden çok korktum o an. Onun yüzüne nasıl bakarım öyle bir şey olursa onu da bilmiyorum.

red ;; lia + lee knowWhere stories live. Discover now