1.5

65 11 8
                                    

Çalan telefonumla birlikte salona gittim ve ardımda, mutfaktan beni garipseyerek izleyen Minho'yu bıraktım. Garipsemek yerine merak da olabilir tabii. Salondan telefonumu aldığımda Chan'in beni aradığını gördüm. Telefonu açtım ve Chan'in konuşan kişi olmasını bekledim. "Jisu, bunu nasıl söylemeliyim bilmiyorum ama baban..." Bir nefes sesi duydum ve sonra devam etti. "...yoğun bakıma kaldırılmış."

"Ne!"

"Hastanenin konumunu atacağım. Sakin kalmaya çalış lütfen."

Telefon suratıma kapandığında zorlukla arkama dönüp kapı pervazının yanına dikilmiş suratıma bakan Minho'ya döndüm. "Babam, yoğun bakımdaymış."

Kaşlarını çattı ve yanıma yaklaştı. "Ne? Kimden duydun, durumu nasılmış?"

Ağlamaya çoktan başlamıştım ve sesim hıçkırıklarım arasında kaybolmaya başlamadan konuştum. "Hiçbir şey bilmiyorum, Chan 'in attığı konuma gidelim!"

Sarıldı sımsıkı ve saçlarımı okşadı. "Gideceğiz Jisu, hadi montunu giy üstüne çıkalım hemen."

Hızlıca portmantoya ilerleyip dış kıyafetlerimizi giydik. Kapıdan ilk çıkan kişi ben oldum ve Minho cüzdanı ile telefonunu aldı yanına. Sonra da o çıktı kapıdan ve ayakkabılarını giymesini bekledim. Bu sırada gözümden akan yaşları sayamazken Minho ayakkabılarını giydikten sonra merdivenden basamakları atlaya atlaya inmeye başladı. "O iyi olacak."

Beraber dış kapıdan da çıktık ve hızlıca arabaya bindik. Kemerlerimizi bağladık ve o olabildiğince süratli bir şekilde arabayı sürmeye başladı. "İnanmıyorum, ne geldi başına kim bilir!"

Kendi kendime konuşurken aklıma gelen ihtimal doğrultusunda Minho'ya baktım. "Sen, bugün tüm gün karakoldaydın değil mi?"

Kafa salladı ve gözünü yoldan hiç ayırmadı. "Evet hayatım, dedim ya sana bugün çok yoğunum diye."

"O zaman kim yaptı babama bunu, Hyungsik de içeride!"

Minho bir saniyeliğine bana bakıp tekrar yola döndü. "Hayatım babanın yaşı gereği düşüp bayılmış da olabilir. Gasp mı hastalık mı bilmiyoruz ki. Sakin ol, kötü düşünme. O iyi olacak, ben eminim."

Başımı iki yana salladım. "İçimden bir ses ona zarar verildiğini söylüyor. Anlamadım ki katilin baş şüphelisi zaten sorguda, sen-"

Kendi lafımı böldüm bu sefer. "Ben?"

Soru sorar gibi konuşmuştu ve ben şu an ne yalan söylesem bilemedim. "Sen, yani siz, başka şüpheli de bilmiyorsunuz! Hayır, olayla bizzat ilgileniyorsun ve başka şüpheli de olmadığı halde bunu yaşıyoruz, anlamış değilim!"

"Hayatım, dediğim gibi babanın başına ne geldiğini bilmiyoruz. Geldik sayılır, hadi sil gözyaşlarını."

Elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim. Arabayı park edecek bir yer aradı ve bir süre bulamayınca beni hastanenin otopark girişinin önüne bıraktı. Hızlıca cihazdan geçtim ve hastaneye girdim. Yürüyen merdivenlerde hızlı hızlı, basamak atlaya atlaya çıktım ve Chan'i aradım. "Alo? Kaçıncı kattasınız?"

"Acil katındayız, giriş kat. Merdivenlerin hemen sağında, koridoru geç. Oradayız."

Hızlıca giriş kısmının önünden karşısındaki koridora doğru koştum ve koridoru da koşa koşa ilerledim. Ondan sonra sağıma soluma baktığımda sol tarafta Chan'i ve annemi gördüm. Hızlıca yanlarına koştum ve anneme sarıldım. "Jisu, baban çok kan kaybetmişti."

Duyduğum cümle ile başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Chan'e baktım buğulu gözlerle ve gözlerim öyle doluydu ki, Chan'in suratını zor seçiyordum. Chan bana bakıp kaş göz yaptığını -zar zor anlasam da- anladım ve onun yanına gittim. "Jisu, bugün bir internet postası daha geldi."

Kafa salladım sadece 'anladım' der gibi ve o konuşmaya devam etti. "'Ben kız ölecek değil o evdeki bir kişi ölecek demiştim!' yazıyordu. Kim oynuyor, kim yapıyor bunu anlamış değilim."

Tek kaşımı kaldırdım. "Gerçekten mi?" Gülümsedim ama ağlayan birinin gülümsemesi ne kadar buruksa o kadar buruktu gülümsemem. "Minho'yu araştırmanız için şikayette bulunuyorum."

Başını iki yana salladı. "Hayır, hayır Jisu-"

Daha fazla dayanamadım ve bağırdım. "İşini yap Chan! Şikayetçiyim diyorum!"

Çok bağırdığımı fark ederek öksürdüm daha doğrusu boğazımı temizledim. Annem biraz uzaktan bizi izliyordu, perişan haldeydi. "Halimizi görmüyor musun Chan? En sonunda bıçağın ucu kemiğe dayandı, babam içeride ölümle savaşıyor. Sence gözüm Minho'yu görüyor mu sanıyorsun? Ne olur, bak eğer o üzülmesin diye ona olan şüphelerimi görmezden gelirsem daha fazla kaç kişi daha üzülecek bilmiyorum! Hem, Hyungsik hala içerideyken oldu babamın başına gelenler."

Kafa salladı Chan. "Pekala, Hyungsik bugün öğlen saatlerinde sorgu süresi dolduğu için serbest bırakılmıştı!"

"Ne?"

Chan 'maalesef' der gibi başını yana yatırdı ve sonra hala ona baktığımı fark ederek kafa salladı. "Durum böyle Jisu, ama sana söz veriyorum Minho'yu da araştıracağım."

Minho'nun bedeni koridorun sonunda belirdiğinde ikimiz de dönüp ona baktık. Yanımıza geldiğinde hala yaşlı olan gözlerimi sildi baş parmaklarıyla. Sonra da annemin yanına gitti tabii. Annemin yanına giderken arkasından izledim onu. Chan, ben hala Minho'yu izlerken konuştu. "Eğer katil o çıkmazsa, ki zaten o çıkmayacak, Minho'nun seni affetmesini bekleme sakın. Seni çok zor siler ama siler Jisu. Seneler geçirdik birbirimizle, onu çok iyi tanıyorum artık."

"O zaman beni de tanı Chan. Çünkü katil değilse onu katilmiş gibi lanse ettiğim için o beni affetse de ben kendimi affedemem!"

...

Minho yanıma geldi fısıldadı. "Yeter artık yıprattın kendini iyice. O iyi olacak, üzülme artık. Git tuvalete elini yüzünü yıka hadi."

Kafa salladım. Anneme baktığımda oturmuş elini alnına yaslayarak donuk bir şekilde yeri izliyordu. Zar zor iç çektim ve tuvalete gittim. Tuvalette kimse yoktu. Ellerimi yıkarken içeri bir hemşire girdi. "Yoğun bakıma bugün yerleştirilen adamın kızısınız sanırım."

Kafa salladım. "Tek bir adam getirildiyse eğer, evet, benim." Kız kafa salladı. "Anladım. Çok geçmiş olsun. Babanızın içeride bir şeyler mırıldandığından bahsettiler. İyi olduğunu bilmenizi istiyorum. Uyku durumundaymış şu an, birazdan haber vereceklerdi yoğun bakımdan."

"Annem içeride perişan oldu niye hemen haber vermiyorlar!"

Kıza bağırdığım için kendimden utandım o an. Onun hiçbir suçu yoktu çünkü. "Sakin olun, öfkenizi anlıyorum. Ama bazı hastalarda kurtulamama, uykudan ölüme dönüşen durumlarda hasta yakınlarını boş yere sevindirmemek için bir süre beklenir. Durumu garanti altında  diyebiliyorsak haber veririz."

"Anladım." dedim sadece.

Islak ellerimi suratıma değdirip kendime gelmeye çalıştım. "Özür dilerim, bir meslektaş olarak hatta bir insan olarak size kızmamam gerekirdi!" Kız gülümsedi ve ellerini yıkarken cevap verdi. "Önemli değil, daha kötülerini gördüklerimiz de oldu ne yazık ki!"

Ellerini kağıt havlu ile kurulayıp çıkmadan önce veda etti. "Hoşça kalın, tekrardan geçmiş olsun."

"Umarım, hoşça kalın."

"Bu arada, yanınızdaki uzun boylu, siyah montlu beyefendi eşiniz miydi?"

Başımı iki yana salladım. "Sevgilim."

Kafa salladı. "Anladım. Elinde kan izi vardı. Eğer zor durumdaysanız yardımcı olabilirim."

red ;; lia + lee knowWhere stories live. Discover now