1.0

84 17 2
                                    

"Jisu..."

Seslendiği an az öncede beri yaşadığım tüm olaylardan koptum ve gözlerimi açtım. Başım yana yatıktı ve karşı koltuğa bakıyordum. Hemen yan tarafıma dönüp buğulu gözlerle Minho'ya baktım. Omzunda uyuyakalmışım!

"Ne zamandır böyle uyuyorum ben?"

Sorumu sorarken aynı zamanda birbirine değen kollarımızı birbirinden uzaklaştırırken üzerimde hafif örtük duran battaniye dizlerime düştü. "İki ya da üç saat olması lazım. Koltuğa uzanmanı söyleyecektim ama uyanırsın diye sesini çıkarmayıp sadece üstünü örtmüştüm, sonra da yanına oturdum."

Uyurken başımı bilmeden yaslamıştım ve o saatlerce kımıldamamıştı bile demek ki.

"Aslında gerçekten hiç uyandırmak istemezdim ama nobet saatim yaklaştı, dediğim gibi, bugün karakolda ben duracağım."

Kafa salladım. "Evet, hatırlıyorum."

Ayağa kalktım. Odadan çıkacakken durdum ve bedenimi tekrar ona çevirdim. "Bu arada teşekkür ederim. Saatlerce aynı pozisyonda oturmak çok rahatsız edici ve sen katlanmışsın." Gülümsedi bu sefer. "Lafı bile olmaz!"

Lavaboya gidip elimi yüzümü yıkadım güzelce ve odaya geçtim bu sefer. Hemen üstüme daha rahat kıyafetler giydim. Saçlarımı salık bırakıp dudağıma kurumaması için renkli nemlendiricimi sürdüm. Hazırdım artık.

Odadan çıkıp tekrar salona gittiğimde kafasını telefondan kaldırıp bana baktı. Ayağa kalktı ve telefonunu arka cebine attı. "Hazırsan çıkalım?"

Kafa salladım. "Hazırım."

Zigon sehpanın üzerinde duran arabanın anahtarını aldı ve beraber portmantoya ilerledik. Beraberce montlarımızı giyinirken aklıma takılan soruyu sordum ona. "Hep böyle bir gün dinlenme, bir gün nöbet şeklinde mi ilerliyor?"

"Hayır, belli aylarda böyleyiz. Ayın sonu geldi. Sonra düzenli olarak öğlen gideceğim." Cümlesini bitirmiş bile olsa bir süre suratıma bakmaya devam etti. Ne için baktığını anlayamamıştım o an. Ben de ona bakakaldım haliyle. Bir süre durdu ve önüne döndü. Hemen portmantodaki aynaya bakındım. Suratımda benim bilmediğim garip bir şey mi var diye ama yoktu. O da aynaya bakarken saçlarını düzeltti.

"Neden o kadar uzun süre kitlendin suratıma? Bir şey varsa söyle de rezil olmayayım."

"Sadece düşündüm yeni uyandığın makyajsız halinle neden bu kadar güzel olduğunu." Ben çok kötü hatta vahim bir cevap beklerken onun bu cevabı vermesi kelimenin tam manasıyla midemdeki kurtları yetiştirip birer kelebeğe çevirmişti. Ve o kelebekler sanki yolunu kaybetmişçesine deli gibi dönüyorlardı sanki midemin içinde.

"Genelde bu iltifattan sonra şey gelir. Lütfen makyaj yapma hiçbir zaman."

Başını iki yana salladı. "Çok saçma. Böyle bir şey var mı cidden?"

Kafa salladım. "Evet, genelde kıskanç erkekler bunu çok yapar. Önce iltifat eder, sonra tamamen bıraktırmaya çalışır. Karşısındaki bırakmayınca da diğer erkekleri bahane ederek "kendini başka kime beğendiriyorsun ki" diye sorar."

Omuz silkti. "Çok saçma. Yani ben gerçekten sadece güzel olduğunu düşündüğüm için söylemiştim istersen bekleyeyim istediğin gibi süslen. Asıl ayıp sizin makyaj yapmanız değil, erkeklerin sarkıntılık etmesi. 21. yüzyıldayız ve hala her kadını kendileri için süsleniyor sanıyorlar!"

O aynada saçlarını düzeltmeyi tamamlayıp ellerini montunun cebine sokmuş bana bakıyordu. Ben ise hayranlıkla ona. Az önce kurduğu cümleler o kadar güzel ve anlamlıydı ki. Bir kızın iç dünyasına kız gözüyle bakmak değildi onun yaptığı, hakları olduğuna inanan bir insanın bakış açısına gerçekten insancıl bir şekilde bakmıştı.

red ;; lia + lee knowHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin