0.7

81 18 20
                                    

Beni bir kahve hazırlayana kadar beklemeye ikna etmişti ve şimdi onun evinde, salondaki koltukta oturmuş onu bekliyordum. Evi çok sadeydi ama düzenli ve temizdi. Yemek yapmayı bilmese de pislik içinde yaşamamaya özen göstermesi güzeldi. Bir an, sadece bir an birlikte evlensek nasıl görünürdük diye düşündüm evin içinde. O, şu an karşımda yeri siliyordu ve ben de mutfaktan ona sesleniyordum.

Ne tatlı!

Ben televizyon ünitesinin üzerindeki çerçeveli fotoğrafa gülümseyerek bakarken o salona elindeki iki kahve dolu kupayla girdi. Çerçeveye baktığımı fark edip kafasını oraya çevirdi ve güldü. "Bakma ona, annemin zoruyla orada duruyor. Çok çirkinim!"

Başını bana çevirdiği anda göz göze geldik ve ben kısılan gözlerimle onun gözlerine bakarken "Hayır, çok tatlısın!" dedim.

O da gülümsedi sadece. Elindeki kupayı uzattı ve karşımdaki berjere oturdu. Yanındaki zigon sehpaya bıraktı kahvesini. Ben ise çoktan ilk yudumu almıştım kahvemden. "Eline sağlık."

Gülümsedi yine sadece. Az önce çerçeve üzerine konuşup gülerken aklını kurcalayan konuya bir dakikalığına ara verdiğini anladım o an. Çünkü yerine oturduğundan bu yana konuşmaktan kaçınmak, konuyu açmayı engellemek adına sadece gülümsüyor gibiydi. İç çektim. "Streslisin, hem de çok. Söyle hadi nedir bunun nedeni?"

Kahvesine uzandı, bir yudum aldı, geri bıraktı. Artık anlatmaktan kaçınmak için hiçbir şeyi kalmamıştı. "Biliyorsun..."

Kaşlarımı çattım. Gerçekten anlamamıştım. Dirseklerini dizlerine yaslayarak belini eğdi oturduğu yerde. "... katilin kim olduğunu."

Kaşlarım korkak bir kurbanın kaşları gibi büzülmüştü. Herhangi bir atakta bulunsa yanımda kahve bardağı ve yastıklardan başka hiçbir şey yoktu. Oturduğum yere daha çok sinip ölümü göze aldığımı düşünmeye çalıştım. Gece nöbetten çıkıp buraya gelmiştik ve ben onun evinde, belki de cesetleri en rahat yola çıkarttığı yerdeydim. Derin bir nefes aldım ve onun gözlerinin içine bakmaya devam ettim. Güldü. Gerçekten dişlerini açarak güldü. Bu gülüş, gözüme çok psikopatça gelmişti o anda.

"Jisu!"

Seslendiği anda kendime geldim. Az önceden beri gözlerinin içine bakarken donakaldığımı da fark ettim tabii ki.

"Jisu, gözlerin donduğunda çok komiktin. Yoksa çok mu korktun?"

Bu sefer kaşlarını çatmıştı. Yerinden kalkıp yanıma yaklaştığında elimdeki kahve bardağını üzerine fırlatıp ayağa kalktım. Ondan hızlıca uzaklaşıp salonun kapısına geçtim. O acı içinde üzerindeki kazağın ucundan tutup kazağı üzerinden çıkarmadan çekiştirdi. "Jisu, ne yapıyorsun?"

Sesi çok sakindi. Çıldırması gerekmez miydi şu an? Çoklu kişilik bozukluğu mu vardı?

"Zaten ölmeden çıkamayacağım! Evet, biliyorum katili. Sendin o!" Kaşlarını şaşkınlıkla ve "gerçekten mi" der gibi kaldırmıştı. "Jisu, ne diyorsun sen?"

"O sabah yukarıdan izledim her şeyi, aynı senin saçlarındı o katilin saçları. Adamı kovaladın, evimin karşısındaki boşlukta yere düştüğü anda bedenini yakaladın. Boğazını sımsıkı sardın ve sonra sokağın ortasında küfür ettin."

"Bak, yemin ederim yanımda hiçbir şey yok." diyerek bana doğru yavaş yavaş adım attı ve en sonunda sarıldı, sımsıkı şekilde. Elini saçlarıma götürdü ve okşadı. Sakin sakin, incitmek istemiyor gibi. "Yemin ederim ben değilim. Sadece..."

Başımı geriye atıp suratına bakmaya çalıştım. "... O gün katilin sokağın ortasında küfür etmesinin nedeni senin onu izlediğini görmüş olmasıymış. Aylardır bu civarda kendisini gören insanları öldürüyor ve sonraki hedefleri için pişkin pişkin bize e-postalar gönderiyordu. Sıradaki sensin."

Kaşlarımı çattım şaşkınlıkla. "Ne!"

"Bak gel beraber karakola gidelim ve onlardan da dinle ama yemin ederim ben değilim. Sana zarar vermem söz konusu bile olamaz!"

Ölmemin yine de yakın olduğunu bile bile, az önce ölmek üzere sandığım için, şu an ölmeyeceğime sevinmiştim. Ama bu sevinç gözlerimin dolmasına, karnımın ağrımasına, başımın zonklamasına engel olamamıştı. "Senin onu gördüğünü bildiği için sonraki hedefi sensin ve senin evini bildiğim için anladım sen olduğunu. Öldürdüğü mahallede kim tanık olabilecekse evine kadar takip edip evin adresini atıyordu. Bu zamana kadar engel olabileceğimiz tek kişi de sen olacaksın."

Derin bir nefes aldım. "Sana söz veriyorum, onu ben yakalayacağım."

"Bunu neden dedektiflere bırakmıyorsunuz? Karakolun işi midir bu artık? Bir seri katilden bahsediyorsun."

"Bu sadece bizim üstlendiğimiz bir görev değil. Sen altıncı hedefsin. Sadece elimizde ölülerin bilgileri var. O da... her neyse."

"Söyle!"

"O bilgiler de yapboz gibi ayrılan kemiklerin tamamlanmasını gerektiriyor."

Şaşkınlıkla gözlerimi açtım. "Artık buradasın."

"Anlamadım?"

"Benimlesin, bu evde. En doğrusu bu diye düşündüm birçok planı da düşünüp çöpe attım. Olmaz, evli değiliz diyorsan da evlenelim! Ama seni o evde tek başına bırakmamı bekleme benden!"

Endişelendiği her halinden belli oluyordu. Saçlarımı geriye attım. "Kendime bakabilirim aslında."

"Sana rapor çıkarttırmaya çalışacağım. Çıkmazsa da işten çıkman gerekecek. Bu dönemde evden çıkmayı market için bile düşünme lütfen. Bu benim amirimin dedikleri zaten. Birini daha kaybedemeyiz ve sen benim için diğerleri gibi değilsin!"

Ellerini kemerine koyup arkasını döndü ve odanın içinde yürüdü. "Belki de babamların yanına dönmem gerekiyordur."

Bedenini bana çevirdi. "Bunu da düşündüm ama havaalanında, uçakta, babanların mahallesinde bir şey yapma ihtimali de çöpe attı bu seçeneği. Tabii bu en zor seçenekti bir de!"

"Anlamadım" der gibi kaşlarımı çattım ve o anlayıp cevap verdi. "Kendinle birlikte beni de taşırdın."

Onu neden yanımda taşıyacağımı anlamadığım için kaşlarımın yapısı değişmemişti ve o bu sefer de anlamadığımı fark edip kendini açıklamıştı. "Açık olayım o zaman, içimde sana karşı bastırmaya çalıştığım her bir duygu daha da büyüdü ve ben sensiz nasıl yapabileceğimi düşünemedim bile bir süre. Bana aşık ol demiyorum ama lütfen, sadece öldürülmeyeceğinden emin olana kadar benim yanımda kalmayı kabul et."

Derin bir nefes aldı.

"Jisu, seni gerçekten çok seviyorum."

Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes almanın sırası bendeydi. Ona karşı, onun kadar derin duygularım olmadığını biliyordum ama herhangi bir duygunun var olup olmadığından emin de değildim. Hemen şurada ölmeyecektim ve onun daha çok rahatlamaya ihtiyacı var gibi duruyordu.

Hala dikilirken yanına yaklaşıp az önce oturduğum koltuğa oturttum onu. Ben de yanına oturdum ve elini tuttum. "Bak, her şeyi anladım. Seninle burada kalacağım da. Ve eminim sen, yani siz, bulacaksınız onu. Stres yapmayı ya da endişelenmeyi bırak artık. Bak, daha yaşanmış hiçbir kötü şey yok. Bu saklanma dönemi nasıl olması gerekiyorsa bunu da yaparız."

Gözlerimin içine bakıp beni sonuna kadar dinlediğinde ona, az önce bana sarıldığı gibi, sımsıkı sarılma isteği duydum. Ve öyle de yaptım.  Sımsıkı sarıldım ona. 

Geri çekildik aynı anda ve omuz silktim. Gülümsedim en içten şekilde. "Hem artık saklama kaplarına gerek kalmadı! Yemekleri hep burada beraber yiyeceğiz!"

Güldü bu sefer. Güldüğünü gördüğümde ben de gülmeden edemedim. Yanımda üstümdekiler hariç hiçbir kıyafetim, montum bile, yoktu. Telefonum harici hiçbir ihtiyacım olmadığı halde oturmuş, benim ölmemden korkan bir adamı kendi evinde teselli etmeye çalışıyordum. Beraber kaç gün geçiririz onu bilmiyorum ama ikimiz içinde zor başlayıp zor bitecekti, buna eminim.

red ;; lia + lee knowHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin