bölüm dört: beni yalnızlığımla bırakma

4 0 0
                                    

zira o beni pek sevmez.
insanoğlu dünyaya yalnız gelir ve yine dünyadan yalnız gider. sen beni dünyada durup beklerken de yalnızlığa ittin.
çok yakın akrabam olurdu kendisi. hemen hemen her gün ondaydım. sabah kahvesi, öğle yemeği,akşam çayı, meyvesi,tatlısı derken günüm onunla geçerdi. her yanına gitmemde suratı beş karış kapıyı açardı. çoğu zaman kapıyı bile çalmaz halının desenini incelerken kendimi bir anda onun yanında bulurdum. en çok da geceleri; herkes uyurken bir ben bir o uyanıktı. masayı hazırlar sabaha kadar dertleşirdik. senden sonra da onun yanına taşındım. kötü bir akrabaydı şu yalnızlık. bırakma beni onunla aynı evde, çağırsan eşyalarımı toplamakla vakit kaybetmeden gelirdim yanına. zira o da beni pek sevmezdi, gitmeme dünden razıydı sırtına yükmüşüm gibi. halbuki o bana dünyanın en ağır yüküydü özellikle seni tanıdıktan sonra.
sen bilir misin yalnızlığı? karanlıkta korktuğunda sarılacak birinin olmamasını ? boğazına lokma takılır da ciğerlerin çıkana kadar öksürürsün, gözlerinden yaşlar gelir. su verenin olur ölümden dönersin de gözyaşını yine kendin silersin. sen nereden bileceksin bunları. yari olan yarsızdan ne anlar, yarsızın derdinden ne anlar?
o gün sana rastlamam tesadüftü. arkadaşım okuldan mezun olacaktı. son kez görüşelim, vedalaşalım dedik. buluştuk ,önce yemek yedik; yan masada Arap turistler vardı, belki kafam dağılır diye yarım ingilizcemi ve arkadaşımı alıp onların yanına geçtim. tanıştık, konuştuk. oflayıp atamadığım bir sıkıntı vardı içimde. Araplar da sarmadı, almadı içimdeki bu sıkıntıyı. Uzun Sokak'ta gezmeye başladık. alışveriş yapacak iştahım bile yoktu. vitrinlerdeki mankenlerin hepsi sen oluyordun.kasiyerler, mağazadaki insanlar, sokaktaki insanlar.. arkadaşım beğendiği elbiseyi denediği kabinden çıktı, bana gösterdi; o elbisenin içinde bile sen vardın. çünkü içimde sen vardın. arkadaşım elbiseyi satın almak için kasaya gitti. ben de onu beklerken kasanın önündeki gözlükleri deniyordum. nerdeyse bütün gözlükleri taktım bir tanesi de mi yakışmazdı. galiba bu yazda gözlüksüz kalacaktım. sonuncu gözlüğü de beğenmedim tam çıkarırken o da ne? yan kasada sen duruyordun. elinde mavi-beyaz kareli bir gömlek. önce yine hayaldir dedim. bugün herkesi, her şeyi sen olarak görmüştüm. yanında sevgilini görünce gerçek olduğunu anladım.
yanına doğru yaklaştım. sana giderken içimdeki sıkıntıyı aldım harmanlarda savurdum. kalan kırıntıları eleklerde eledim. eleğimde kalanları çuvallara koydum. çuvalların ağzını büzüp ipekten kumaşlarla sımsıkı bağladım. sırtladım sıkıntılarımı kilerlere koydum, üzerlerini el işlemesi hasırlarla örttüm. ışıklarını kapattım kilerin, kapılarını kilitledim çıkıp da tekrar gelmesin bu sıkıntılar diye. seni gördükçe karşımda, sana yaklaştıkça içimde bunlar oldu. senini duyuyordum. kalın ama kaba olmayan bir sesin vardı. ingiltere kraliçesi II. Elizabeth klasik müzik dinlerken benim senin sesinden aldığım zevki alamazdı. mutluluğum ve seni görmemin heyecanı fazla sürmedi. mezuniyetinden bahsediyordun ve o kelime kilerdeki sıkıntıları özgür bırakıp içime dolmalarına neden oldu. seni zaten zar zor görüyordum. Şimdi gidecek miydin bu şehirden? Seni görme ihtimaliyle uyandığım sabahlar olmayacak, tesadüfen gözlerim seni bulmayacak, yokluğun bu kelimeden hiç hoşlanmamıştım sustum. Zihnim de sustu. Gel karadelik bul ve yut beni. Çünkü nefes almak benim için işkence olacak...

Adın Yüreğim OlduWhere stories live. Discover now