21.Bölüm: Aşikar

1.2K 93 33
                                    






"Yalnızlık insana çok şey öğretirmiş, ama sen gitme ben cahil kalayım."

Nazım Hikmet Ran


Bölümümüze Özel Şarkımız:

Can Ozan- Toprak Yağmura
Yüzyüzeyken Konuşuruz- Belki Sen Varsın Diye
Müslüm Gürses- Affet
Dedublüman- Sen Bilmezsin

  •Aşikar•

                      **************


Rivayetlere göre Adem ilk yaratıldığında dünya üzerinde hiçbir şey yoktur. Yalnızca o ve onun koca yalnızlığı. Sonra Tanrı Havva'yı yaratır. Adem'in bir parçasından. Havva Adem'in bir parçasıdır. Yalnızlığı, kalabalığı, yüreği, her şeyi. Bir kadın gelir ve her şeyi değiştirir. Adam yalnızdır, o kadınla tamamlanır.

Hisler vardı. Mutluluk veren fakat aksi gibi hüzne boğan, nefessiz bırakan. İnsanlar vardı, dünyanın her bir köşesinde bin bir türlü hislerle meydan okuyan bazense o meydan da yok olan. Ben hangisi olduğumu biliyordum. İkisi de değildim. Ben hisleri hissetmemeye uzun yıllar alışmış fakat yıllar sonra hislerinin dumuruna uğrayan o kadındım.

Doktor Deniz Karatay. Hayır.

Yalnızca Deniz. Yalnızca ona Deniz.

Hayatımın ondan önceki tüm zamanlarında yaşıyordum. Fakat önemli olan nefes almak değildi. Aldığım nefesi gerçekten alabilmek, yaşıyorum dediğin hayatı yaşadığını hissedebilmekti mesele. Benim meselem yıllar boyu süren acizlikten başkası değildi. Yaşıyordum, hissetmiyordum. Ama şimdi...

Elimi kavrayan nasırlı ve sıcak elin içinde ne yalnızlığım kalıyordu ne de tükenmişliklerim. İnsan en dibi görürdü. Karanlıktan çıkamayacağını sanardı. İşte aydınlık tam da o zaman tutardı elinden. Çıkarırdı seni o çukurdan. Parmaklarımın arasındaki parmaklar benim aydınlığımdı. Yaşamıma uzatılan eldi, topraklarımda filizlenen ağacımdı. Köklenmiş ve oraya kurulmuştu. Ateş Avcı yüreğime köklerini salmış, yuvasının orası olduğunu herkese göstermişti. Benim yüreğimse...bilmiyordum. Bu hisler, bu sevgi bana fazlaydı. En ufak bir şeyde delicesine atan kalbim öyle farklı, öyle tarifi imkansız hislere götürüyordu ki beni.

Ben yıllar sonra yaşadığımı hissediyordum.

Avucunda minicik kalan elimle sıktım elini burada olduğunu hatırlatmak için. O gece gelen telefonla birlikte kimseye tek kelime etmeden ilk uçakla buraya gelmiştik. Ankara'ya. Çocukluğumun kabuslarına ev sahipliği yapan bu şehir tıpkı hatırımda kaldığı hali gibiydi. Karanlık ve kasvetli. Ateş avuçlarından hareketlenen elimi daha da sıkı sardı. Varlığı varlığımın yanındaydı hissediyordum. Her daimdi. Zamansız evrenin benimle her anındaydı. Tek bir sözümle gelmişti ardımdan. O adam, yani babam. Önünde durduğumuz koca hastanedeydi. Ve ben, ben yıllar sonra yüzünü dahi hatırlamadığım babama gelmiştim. Sesini bile hatırlamıyordum. Hoş hatırlasam da pek sevgi dolu sözler işitmediğimi biliyordum.

"Gitmek zorunda değilsin Deniz." dedi yanında küçük kalan bedenime heybetli bedenini döndürerek. Elim elinin içinde nasıl minicikse bedenim de bedeninin karşısında minicik kalıyordu. Ela gözleri yüzümün her zerresinde gezindi. Şakaklarım, burnum, yanağım, dudağım. En sonunda yeşillerimde durduğunda sanki ona dönelim der gibi baksam saniyesinde alıp beni götürecek gibiydi. Yapardı, bilirdim ama olmazdı. Belki de burada yıllardır olmayanlar olurdu. Ne yapardım bilmiyordum. İnsanlara kendimi açıklamazdım ben. Bakardım, gözlerimden anlasınlar isterdim. Kırgınsam gözlerim dolu gezerdim mesela, sinirliysem kıpkırmızı olurdu yeşillerimi saran beyazlar. Mutluysam da yeşilin en açık tonu olurdu gözlerim. Ben gözlerimle yaşardım, gözlerimle anlatırdım.

TİM Where stories live. Discover now