3. Bölüm: MÜZE

130 26 73
                                    

Bay Jangmul Hwang gittikten sonra yanımıza gelmişti. Sığınağımız öğrenildiği için yeni bir sığınak bulmamız gerekiyordu. Bay Jangmul da hemen bulmuştu. 

Erişte dükkanını kapatıp yeni sığınağa gittik. 

Bu sığınak daha büyüktü ve güzeldi ama nedense burada iyi şeyler olacağını hissetmiyordum. Diğerlerinin de moralini bozmamak için sevinmiş gibi gülümsedim. Motak yanıma gelip "Nasıl buldun?" diye sordu. 

"İyi, erişte dükkanında güzel anılarımız vardı üzülmedim değil." diyerek şapkamı çıkarttım. Motak elini omzuma koyarak "Jangmul şu güneş işini halletmek için doktor arıyor hala. Bir gün şapkasız dolaşacaksın." dedi umut dolu sözlerle. 

Biliyordum, ben güneşe şapkasız çıkamazdım hiçbir zaman. Doğuştan gelen fotofobim vardı. Bu düzelmeyecekti. "Aramasına gerek yok demiştim. Her neyse geç oldu ben yatayım." diyerek bana verilen odama geçtim. 

Gece yumruk sesleriyle uyandım. Odamdan çıkıp boks torbasını yumruklayan Motak'ın yanına gittim. "Gece gece neden antrenman yapıyorsun?" diye sordum esneyerek. Buruk bir şekilde gülümsedi.

"Eskisi gibi iyi değilim Ari. Mun'un dediğini duymadın mı? Jeokbong bile benden iyiymiş. Kendin de görüyorsun şu sabahki kötü ruh bile o seviyesine rağmen benden güçlü. Artık size yük oluyorum." diye mırıldandı.  

Aklıma eski zamanlar gelince gözlerim doldu. "Motak," diye mırıldandım. "Seni anlıyorum. Belki birbirini en iyi anlayan bizizdir. Mun'u umursama. Yanlışlıkla demiştir. Sen hala fiziksel güç olarak bizden iyisin. Mun telekinezi ile çok güçlü olabilir ama senin yumrukların ondan daha güçlü. Kötü ruhlar da artık normalden daha güçlü. Kendini onunla kıyaslama." 

Saçlarını karıştırıp nefes nefese salonun ortasında duran ringin kenarına oturdu. "O kötü ruh eskiden sevdiğin çocuk değil mi? Anlattığın gibi aynı." Su getirdim masanın üzerinden. Suyu içtiğinde yanına oturdum. 

"Evet, o. Beni hatırlamıyor. Varlığımı bile bilmiyordu aslında. Nasıl diyeyim?.. Hala canımı yakıyor." Motak'ın konuyu değiştirdiğini fark edince "Konuyu değiştirme Motak." diye azarladım. "Ortaokulda hep kendimi sınıfın zekileriyle kıyaslıyordum. Kendimi bu yüzden yetersiz hissediyordum. Aileme de yük oluyor gibi hissediyordum. Sürekli bir ihtiyacım oluyordu. Onlarında borcu vardı. Liseye geçince her şey değişti." 

Motak bana döndü. "Sonra ne oldu?"

Bende yüzümü ona çevirdim. "Her şeyimi kaybettim." Aslında bunların hepsini Motak biliyordu. Beni yine de dinliyordu. "Ailem öldü. Bende bir daha kendimi kıyaslamadım kimseyle. Yük hissetmedim." Güldüm. "Bizi öldür demiyorum bu arada. Ya da bak dediklerimi umursama. Sen yetersiz değilsin. Wong'u muhteşem kaslarınla bile teklersin."

Motak da güldü. "Bazen ne dediğini sen bile bilmiyorsun ama seni seviyorum." Ayağa kalktı. "Uyu sende hadi. Bende yatacağım." 

Dediklerini onaylayarak odama gittim. Sabah, gece konuştuklarımızı belli etmeden Motak'la kahvaltımızı yaptık. Antrenman için ısınırken Mun aniden elindeki kalemle bizi boyadı. O kadar hızlıydı ki sadece bileğini tutup engelleyebilmiştim. "Kötü ruhlar bundan bile hızlılar. Daha fazla çalışmalıyız. Yoksa boya yerine kan olacak." dedi Mun. 

Kalemi bırakıp ringe çıktı. Hana da yanına gitti. "Bu kadar gergin olma Mun." 

Hana ve Mun antrenmana başlayacağında Hana durdu. "Kötü ruh." dediğinde herkes hemen dışarı çıktı. Bugün güneş ortalığı yakıp kavuruyordu resmen. Bayan Chu "Biz hallederiz." diyerek elimi tuttu. "Tamam," dedim ve geriye çekildim. "Neredeler?" diye yinede sordum.

"Birinci seviyede olan kötü ruh bir müzede." diye yanıtladı Hana. 

Onlar gidince dışarı şapkasız çıkmayı denedim. Güneş direkt gözlerimi yakınca içeri geri girdim. Öfkeyle boks torbasını yumrukladım. 

Birinci seviye bir kötü ruh demişlerdi ama hala gelmemişlerdi. Bu kadar uzun sürmesi normal değildi. Şapkamı kafama tel tokalarla düşmesin diye tutturup kafamı yerden kaldırmadan müzeye gittim. Bayan Chu ve Bay Jangmul dışında diğerleri yoktu. Zaten Chu ve Jangmul da şuan berbat haldelerdi. 

Wong ve Hwang'ın gözü bana döndüğünde Bayan Chu "Ari neden geldin?!" diye zorlukla konuştu. Hwang, Wong'a dönüp "Ben bunları hallederim. Bir kız avcıyı halletmek senin için kolay ve eğlenceli olacaktır," dedi. Muhafız kıyafetlerinin olduğu yerdeki mızrağı alıp Hwang'ın boğazına doğru fırlattım. 

Telekineziyle durdurup bana attı. Kenara çekilip kurtulsam da Wong gelip karnıma tekme attı. Geriye doğru sendeledim. Duvara saplanan mızrağı alıp koluna geçirdim. Gülerek duvara itti. "Seni öldürmeyeceğimden emin olabilirsin. Senin için daha acı verici şeyler düşünüyorum. Ya da direkt Güneş'in önünde şapkasız bıraksam daha iyi olur. Sen ne dersin?" 

Bacağına tekme atıp ardından yüzüne yumruk attım. Atacağım diğer yumruğu durdurup yere düşürdü. "Şapkasız acizsin. Sana acıyorum." dedi alayla. Ayağa kalkıp "İnan bende sana acıyorum. İğrençsin." dedim bende sinirle. 

"Sakın ağlayacağını söyleme. Bu kadar narin bir kadın olduğunu düşünmemiştim. Erkek arkadaşına üzülüyorum. Aciz ve narin bir kadına dayanmak zor olmalı." dediğinde atabileceğim en sert yumruğu yüzüne geçirdim. Burnunun kırıldığını sesten anlamıştım.

O da sinirlenip boğazımı sıkmaya başladı. Elini boğazımdan zar zor çekip karnına tekme attım. Mızrağı karnına geçireceğimde bizi telekineziyle mızrağı uzağa fırlattı. O sırada da boğazımı mızrak derin olmayan ama büyük bir şekilde kesmişti. 

Hwang.

Beni de duvara fırlatıp Wong'u aldı ve kaçtı. 

Mun kanayan koluyla yanıma geldi. "İyi misin?" 

Evet anlamında kafamı sallayıp ayağa kalktım. Diğerleri de gelmişti. Hepsi yaralanmıştı. Bayan Chu hepimizi iyileştirdiğinde mezarlığa gidip annemin mezarına yasladım sırtımı. Aradan yıllar geçmişti. Wong'u unutmuştum. Öyleyse neden bu kadar acıtıyordu?

Onu sevmiyordum, unutmuştum. Sadece dedikleri ağırdı. 

Umarım kendimi böyle kandırmıyorumdur.

-------------------------------------------------------

Bölüm uzunluğu nasıll?

The Uncanny Counter Tahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon