Bölüm On Dört

176 9 0
                                    

Berra Sezgin...

Kafamı toparlamaya çalıştığım her an, daha da beter bir hale geliyordum. Devam edemiyordum. İçimdeki o iki kişinin çatışmasına artık dayanamıyordum. Gururum, vicdanım, adını koyamadığım o his savaş halindeydi. İşin kötü yanı, bundan sağ çıkabileceğimden de kuşkuluydum. Kendimle çelişiyordum sürekli. Kimseyle değildi derdim. Sadece kendimleydi. Neden bu kadar zordu her şey? Neden hayat gitgide zorlaşırdı? Sanki yeterince zor değilmiş gibi..

"Ne düşünüyorsun Berra?" diyen Lale'nin sesiyle kendime geldim. Dediklerini anlamam iki saniye kadar sürmüş olsa da ona bir cevap vermeyi başarabildim.

"Hiç, işleri işte." dedim geçiştirmek istercesine. Onunsa havaya kalkmış tek kaşı, bana inanmadığını söylüyordu resmen. Başını hafifçe yana eğmiş, bir duygu barındırmayan bakışları, yerini endişeli ve meraklı bakışlara bırakmıştı.

"Sana üç kere seslendim. Bana kalırsa bu kadar dalgın olman işlerden değil."

"Başka neyden olacak ki?" dedim yine de çabalayarak.

"Onu sana soruyorum. Hem bak, öğle saati geldi. Beraber bir yemek yiyelim. Asude de gelir."

"Asude'nin canı sıkkın bu aralar." dedim hemen. Lale ise anladığını belirtircesine başını sallamıştı.

"O zaman ikimiz gidelim. Hadi kalk." dedi hevesle. Bense şaşkınlıkla ona bakıyordum. O ise ayağa kalkmış, benim masamın önünde durmuştu. Ellerini birbirine kavuşturmuş bir şekilde gülümseyerek bana bakıyordu. Açıkçası onu kırmak istemiyordum. Bu yüzden pes etmiş bir şekilde ayağa kalkıp çantamı aldım.

Aşağıya indiğimde o gelmemişti. Hem rahatlamış, hem de incinmiştim. Neden gelmemişti ki? Hem neredeydi? Ne yapıyordu şu an? Çalışıyor muydu? Yoksa mola için bir başka yere mi gitmişti? Tek miydi? Bir başkası da var mıydı? Bilemiyordum. İşin ironik yanı Besim Güner hakkında adı dışında pek bir şey bilmiyordum. Belki de bu yüzden kendimi toparlamam çok zor oluyordu. Anlayamıyordum. Onun hakkında bu kadar az şey bilmeme rağmen, nasıl onu tanıyormuşum gibi hissedebiliyordum? Bunu bırak bir başkasına açıklamayı, kendime bile açıklayamıyordum.

Lale'nin beni yönlendirmesine izin vermiştim. Tam çıkacağımız sırada Korhan beni görünce, yanımıza geldi. Gözlerini kısarak bana bakıyordu şimdi. Bu onun bende ne olduğunu anlamaya çalışması demekti. Cidden uzaktan kötü mü görünüyordum yoksa?

"Hayırdır kızlar?" dedi Korhan gülümseyerek. Ama konuşan kişi Lale olmuştu.

"Öğle yemeğine çıkıyorduk Korhan. İstersen sen de gel." dedi gülümseyerek. Korhan ise bir an masalara baktıktan sonra bize döndü. Nedense Lale'ye bakamıyor gibiydi. Bu yüzden benim yüzüme bakmıştı.

"İsterdim, ama burayı bırakabileceğimi sanmıyorum." dedi. Lale'nin ise sanki biraz yüzü düşmüş gibiydi. Yine de bu sadece bir an sürmüştü. Sonrasında yine yüzünde o tanıdık gülümseme belirmişti.

"Peki, başka zaman. Görüşürüz." dedi ve koluma girdiği gibi hızlı adımlarla oradan çıktık. Benim arabaya bindikten sonra Lale gideceğimiz yeri söyleyince, bana düşen tek şey pedala basmak olmuştu.

Lale ise ancak, siparişlerimizi verdikten sonra yüzüme bakmıştı. O zamana kadar tek kelime etmemiş, sadece varlığıyla yanımda olduğunu belirtmek istercesine, tek kelime bile etmemişti. Aslında bu hoşuma gitmişti. Hep böyle olmuştu zaten. Sessizlikler, konuşmalardan daha rahatlatıcı olmuştu her zaman. Yüzünde kaşlarının hafifçe kasılmasından başka hiçbir tepki göremiyordum. Yine de, konuşacaktı biliyordum. Yanılmamıştım da.

Bir Kitapçı Dükkanı... Where stories live. Discover now