Bölüm On Sekiz

146 9 2
                                    

Berra Sezgin...

Uzun bir zamandan sonra ilk defa kendimi dinç hissediyordum. İlk defa böylesine yaşama bağlı, her şeye duyarlıydım. Güneş artık kendini göstermek yerine, bulutların arkasına saklanmayı tercih etmişti. Bazen bulutların arkasında sıkıldığında, insanlara kendini şöyle bir gösterip, ardından tekrar eski yerine geri dönüş yapıyordu.

Havalarda bu durumdan nasiplerini alıyordu tabii. Uyandığımda, sabahın soğukluğunu hissedip tekrar kendimi yorgana sarıyordum. O ürpertiyi hissetmeye başlamıştım. Sıcacık yatağından kalkıp da sabahın keskin soğukluğuna merhaba demeye başladığım anda anlardım yazın bittiğini.. Bu sefer de anlamıştım.

Sonbahar insanı değildim pek. Elimde değildi, şairane veya mistik bir hava bulamıyordum bu mevsimde. Sadece üşüdüğümü biliyordum. Kemiklerime işleyen o soğuktan ne gülümseyebiliyordum, ne de bir şeylerin güzelliğini görebiliyordum. Yine de şimdi, her şeye rağmen ilk defa bu güzellikleri görebiliyordum. Güneş'in esrarengiz tavırlarını, ağaçların rüzgara karşı boyunlarını eğişlerini, sapsarı yaprakların yollarda savrulmasını.... Artık görebiliyordum ve fark edemediğime şaşırıyordum.

Dükkana vardığımda sadece Ayla'yı görmek şaşırtmamıştı beni. Korhan nerelerdeydi?Bilmiyordum. Ama bu durumdan sıkılmaya başlamıştım. Aramalarıma cevap vermiyordu, ne zaman yanına gitsem onu bulamıyordum. Korhan böyle şeyler yapacak bir insan değildi. Bu yüzden bu tavırlarına makul bir açıklama bulmaya çalışsam da, anlayamıyordum. Onun yokluğunu fazlasıyla hissediyordum. Evet Ayla ve Görkem işlerini çok iyi yapıyorlardı. Buranın üstesinden de gelebiliyorlardı. Ama burası Korhan demekti benim için. Onu göremediğimde bu kitapçı dükkanı eksikmiş gibi hissediyordum. Sanki demirbaşlarından birisi kayıttan silinmiş gibi.

"Korhan... Bu seni zilyonuncu kez arayışım. Eğer Kadir'i ya da Keriman teyze'yi aramamı istemiyorsan bugün gel. Seninle konuşmam gerek. Lütfen." dedim sinyal sesi çıktığında. Ardından masama geçip boş gözlerle bilgisayarıma baktım. Bugün yeni gelen yazıları okuyamayacaktım. Eskiler bitmemişti hem. Bu yüzden çekmeceden dün çıkarttığım yazıyı çıkarıp okumaya başladım.

"Korhan'dan haber var mı?" diyen Lale'nin sesiyle kendime gelmiştim. Elinde kupası vardı. Kapıyı kapamıştı ve doğrudan gözlerime bakıyordu.

"Henüz bir haber yok." dediğimde Lale sinirle masasına oturmuştu. O kadar tepkisiz duruyordu ki, bir şey söylemeye çekinmiştim. Bu yüzden bir süre ona baktıktan sonra işime geri dönmüştüm.

"Neden böyle yapıyor ki?" dedi Lale uzun bir süre sonra. Sesi kızgın çıkıyordu. Başımı kaldırdığımda bilgisayarına bile bakmadığını görebiliyordum. Bir eliyle sıkıca kupasını tutmuştu. Bakışları masasında olmasına karşın, gözlerindeki kızgınlığı görebiliyordum.

"Bilmiyorum." dedim çaresizlikle. Bu konuda doğru söylüyordum. Gerçekten de bilmiyordum.

"Hayır, derdi neyse bize, sana neden anlatmıyor? Üç haftadır insan haber vermez mi?" dedi Lale de. Masaya bakmayı bırakmıştı şimdi. Sorduğu sorunun yanıtı sanki gözlerimde saklıymış gibi bana bakıyordu. Ama sorusunun yanıtı gözlerimde değildi.

"Laleciğim gerçekten bilmiyorum. Umarım derdi neyse anlatır." dedim.

Korhan, değişik bir insandı. Bu zamana kadar tanımış olduğum herkesten daha farklıydı. Davranışları, olaylar karşısındaki tutumu, fikirleri.. Diğer insanlardan farklıydı o. Fazla konuşmayı sevmezdi. Gereğinden fazla düşünmek ona göre bir şey değildi. Ona göre yapılması gereken yapılmalı, hiçbir şey fazla kurcalanmamalıydı. Korhan, olaylar üzerinde düşünmek yerine, harekete geçmeyi severdi. Ve hayatının felsefesini buna göre oluşturmuştu.

Bir Kitapçı Dükkanı... Nơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ