Bölüm Otuz İki

105 5 0
                                    

Berra Sezgin...

Yatağımda uyuyan Hale'ye bakarken, cehennem gibi geçen bir haftayı düşünüyordum. Tamer'in beyninde ödem çıkmıştı. Önlem amacıyla onu bir hafta uyutmuşlardı. Bu yüzden hala net bir şey yoktu. Nasıl olduğunu hiçbirimiz bilmiyorduk.

Hale her gün hastaneye gidiyordu. Her akşam eve dönmesi için onu ikna etmeye hastaneye gidiyordum. Dükkana yetişmeye çalışıyordum. Besim'i düşünmemeye çalışsam da aklımdan çıkmıyordu. O günkü konuşmamız üzerine sanki tüm yaşadıklarımızın üstüne bir sünger çekilmiş gibiydi. Sadece Hale söz konusu olduğunda bir araya geliyorduk. Onun haricinde görüşmüyorduk bile.

Bitmemiştik, ama bitmek üzereydik. Bunu hissedebiliyordum. Sustuğum her dakika onu kaybettiğimi düşünüyordum. Onun nereye kadar bekleyebileceğini bilmiyordum. Er ya da geç gidecekti. Tek öğrendiğim şey insanların gittiğiydi. Bunu bile bana öğreten Besim olmuştu. Ya da Selim Akkuş...

"Hale hastanede değil mi?" diyen Asude'nin sesiyle kendime gelmiştim. Masada oturmuş yeni okuduğum bir hikaye hakkındaki yorumlarımı yazmıştım. Tam gönderecektim ki durup Asude'ye bakmıştım. Bıkkın bir şekilde başımı sallarken, o da sıkıntılı bir şekilde içeri girip karşıma oturmuştu.

"Düşündün mü?" dedi kollarını birbirine bağlayarak. Ben de maili gönderdikten sonra ne demek istediğini anlamaya çalışarak yüzüne bakmıştım.

"Neyi? Düşünmem gereken o kadar çok şey var ki!" diye sızlandım masama baktıktan sonra.

"Besimi... Dediklerini.. Ne yapacaksın?" dediğinde düşünceli bir halde ellerimi başıma götürüp boş gözlerle masadaki kağıtlara baktım.

"Düşünüyorum... Beni kandırdığını düşünmekten alamıyorum kendimi alamıyorum."

"Berra... Sana neden bunları anlatmadığını da anlatmış. İyi düşün. Bu zamana gelmeniz hiç kolay olmadı."

"Biliyorum... Neden bunları anlatmak için bu kadar bekledi?" dedim sızlanarak.

Neden bunları anlatmak için bu kadar beklemişti? Ne düşünmem gerekirdi? Bundan sonra güvenebilir miydim? Benden bir şey saklamadığına tüm kalbimle inanabilir miydim? Şu anda bunu yapabileceğimi hiç sanmıyordum. Umutsuzluk içinde masaya bakmaya devam ediyordum. Onunla bu durumda olmayı hiç istememiştim. Onun hakkında neler hayal ederken, nelerle karşılaşmıştım. Asude ise telefonu çalınca odadan çıkmıştı.

Öğleden sonra işleri hallettikten sonra Bir Kitapçı Dükkanı'na gitmeye karar vermiştim. Vardığımda yaptığım ilk iş, eşyalarımı bırakıp aşağıdaki kitaplıklara gitmek olmuştu. Korhan da bana bakmadan bir siparişi hazırlamakla meşguldü. Bu yüzden kimseyle konuşmadan kitapları düzenlemeye başlamıştım. İşimin tam ortasındayken gördüğüm kitap durmama neden olmuştu. Bu Besimle okuduğumuz kitaptı. Bütün sinirlerim harap olmuştu. Besim'i düşünmemeye çalıştıkça neden karşıma çıkıyordu?

O kitabı rafa koymak istemiştim. Rafa bırakıp arkama bakmadan bile gitmek istemiştim. Ama yapamamıştım. Ellerim titriyordu ve bu beni mahvediyordu. Elim öylece havada kalmıştı. Ne kestirip atabiliyordum, ne de içimde tutabiliyordum. Onun hayatımda kalmasını istiyordum ama ona güvenemiyordum.

Boğazımı temizleyerek kendime gelmeye çalıştım. Sürekli gözlerimi kırpıştırarak dolan gözlerimi normale dönüştürmeye çalıştım. Olmuyordu. Dişlerimi sıkmaktan çenem kasılmıştı. Diğer elimle rafı tutarak ayağa kalkmaya çalıştım. Yine de başaramamıştım. Ellerim raftan düşerken, düşen kitapları izlemekten başka bir şey yapamıyordum. Kendime gelmeye çalıştıkça daha fazla ağladığımı hissediyordum. Gözyaşlarından nefret ediyordum, bilhassa kendi gözyaşlarımdan...

Bir Kitapçı Dükkanı... Kde žijí příběhy. Začni objevovat