Bölüm On Beş

184 12 0
                                    

Berra Sezgin...

Bana gönderilmiş bir dosyayı da okuduktan sonra bakışlarımı bilgisayar ekranından kaldırdım. Bana gönderen kişi, buna kısa hikaye demiş olsa da, aslında bir roman yazmıştı. Oldukça uzun soluklu bir roman. Beni etkilemişti. O kızın sarsılmaz inancı, aşkına güveni... Ütopik bir şeydi. Adamın kızı her şeyden, canından bile çok sevmesi, ama yine de asla bir araya gelememeleri...

O sırada telefonum çaldığında, dosya hakkındaki düşüncelerim ani bir şekilde bölünmüştü. Dalgın bir şekilde, telefonun nerede olduğuna bakındım. Kısa bir göz atmadan sonra telefonu bulmuştum.

"İyi Günler, Bir Kitapçı Dükkanı." dedim otomatik bir sesle. Aklım hala dosyadaydı.

"İyi Günler, Berra Hanım. Ben Serhat Edizer. Mai Yayınevi. Nasılsınız?"

"Teşekkür ederim Serhat Bey, iyiyim, siz nasılsınız?"

"Ben de iyiyim Berra Hanım. Bize getirmiş olduğunuz dosyayı inceledik. İşin aslı hikayenin ana teması çok iyi, ve geliştirebilir bir tema. Ancak, yazarımız konuyu daha da genişletebilecekken, bunu yapmamayı tercih etmiş. Bunu direkt reddetmek istemiyorum. Ortada bir emek var. Bu yüzden bir toplantı ayarladım."

"Tabii ama, bunları yazarla konuşmanız daha doğru olmaz mı?" dedim kafam karışmış bir şekilde. Madem ortada böyle bir durum vardı, ben ne yapabilirdim ki? Telefonda Serhat Bey'in hafifçe güldüğünü duydum.

"Berra Hanım, sizden önce yazarla konuştuk. Toplantıya sizin de katılmanızı istedi. Sizin için de uygunsa?" dediğinde, bir an şaşkınlıktan ne diyeceğimi şaşırmıştım. Beni neden çağırmıştı ki? Sadece bir aracıydım. Gerisi yayınevi ve yazar arasındaki ilişki ve sorundu. Yine de yazarı tanıyordum. Oldukça nazik, iyi huylu bir insandı. Onu kırmak istemiyordum.

"Peki Serhat Bey. Toplantı kaçta?"

"Saat 14:00'de. Yayınevinin yerini biliyorsunuz." dediğinde gülme sırası bendeydi.

"Tabii ki biliyorum. Görüşmek üzere Serhat Bey." dedim ve telefonu kapadım. Lale de bana sorar gözlerle bakınca konuşmayı ona da anlattım. O da benim gibi şaşırsa da, en sonunda omzunu silkip işine devam etti. Duvardaki saate baktığımda 12:00 olduğunu gördüm. Bir saat sonra çıksam iyi olacaktı.

Kahvemin bittiğini fark ettiğimde aşağı inmeye karar verdim. Sabahtan beri başımı bile kaldırmamıştım zaten. Lale'ye kahve isteyip istemediğini sorduktan sonra odadan çıktım. Korhan ortalıkta gözükmüyordu. Acaba neredeydi? Korhan pek işinden ayrılacak bir tip değildi. Ayla'nın yanına gidecekken bir masada kitap okuyan bir kız gördüm.

Benden küçük gibi dursa da, çok küçük bir yaşta durmuyordu. Saçları upuzun ve kıvırcıktı. Ancak kız saçlarının kabarıklığını bastırmak istercesine sıkıca toplamıştı. Zayıf bir yüze sahipti. Gözleri aldığı kitaptaydı. Dikkatimi çekense, usulca yanaklarından süzülen gözyaşlarıydı. Kız gözyaşlarını silmek için hiçbir şey yapmıyordu. Sanki, ondan habersizce akıyordu gözyaşları. İtaatsiz, bağımsız gözyaşları... Onu tanımıyordum bile.Gitmem ne derece doğru olurdu? Ama o gözyaşlarını gördükten sonra nasıl rahat devam ederdim hayatıma? Derdi büyüktü. Duruşunda bile belliydi. Ayla'ya doğru kısa bir bakış attıktan sonra kızın masasına oturdum.

Bu onu kendine getirmiş gibiydi. Kitaptan ayrılan bakışları bana yönelmişti şimdi. Şaşkındı, ve ne olduğunu anlamaya çalışır gibiydi. Oturmuş olmama rağmen,ne diyeceğimi bile bilmiyordum. Ama bir yerden başlamalıydım.

"Seni üzen nedir?" diyebildim sadece. Kızsa gözyaşlarını yeni fark etmiş gibiydi. Hızlıca yanaklarındaki yaşları sildikten sonra bana baktı.

Bir Kitapçı Dükkanı... Where stories live. Discover now