Küçük Belirtiler

1.2K 153 35
                                    



Balayı dönüşü ben eve, O işine, başlıyor evliliğin rutin gidişatı. Gülüyoruz bol bol ve kavga ediyoruz 2-3 günde bir. Aptalca şeyler yüzünden tartışabiliyoruz ve bu tartışmalarda anlıyorum ağzının ne kadar bozuk olduğunu, kızdığında söylediklerini kulağının duymadığını ve sevgisi gibi öfkesinin de had safhada olduğunu... Ve fark ediyorum ki," iyi damat kaynata toprağından olur" diyenler çok haklı. Büyük konuşmuşum." Asla babam gibi biriyle evlenmem" demiştim.

Babam, herkesin şeker amca diye çağırdığı, sonsuz iyi ve cömert bir adamdır. İster ki kimsenin kılına zarar gelmesin. Bize, özellikle bana çok düşkündür. Ama nasıl anlatsam, öyle özel sorunların varmış, sıkıntıların varmış anlamaz. Gece yarısı canımız bir şey istese koşar alır, yüzünde sivilce çıksa doktor çağırır ama kaçıncı sınıftasın, doğum günün ne zaman, bilmez.

Kız kardeşim lise 1 de sınıfta kaldı mesela. Söyleyemedik korkudan. Lise sona geldiğinde normal şartlarda bitirmiş olması gerekiyor. Babama liseler 4 yıla uzatıldı dedik, inandı! O kadar ilgisizdi anlayın işte. Zaten birkaç yıl sonra da sahiden 4 yıl oldu liseler.

Esas konu şu: Cahil desen cahil değil, ama O' na göre maddi ihtiyaçlar tamamsa gerisi boş. Her şeyimizle annem ilgilenir.

İşte bu şeker gibi adam, anneme gelince Dr.Jekyll , Mr. Hyde değişimi yaşar. Hikayedeki Dr.Jekyll melek yüzlü çok iyi bir adamdır ama diğer kişiliği olan Mr.Hyde O'nu ele geçirince, kötülük dolu tarafı ortaya çıkar.

İşte babamın içindeki Mr.Hyde da en ufak bir şeyden bir kavga çıkarır ki, sanırsınız asrın felaketi annem yüzünden oldu. Sayar söver, çıkar gider; annemse susar dinler, kızarır bozarır, O çıkınca arkasından atar tutar. Biz çocuklarsa o esnada; her birimiz bir köşeye siner, babamın öfkesini kusup gitmesini bekleriz. O gider gitmez de annemin dizleri dibine oturur, sessizce anneme destek veririz. Bir süre sonra babam hiçbir şey olmamış gibi gelir, anneme şakalar yapar, sevdiği bir şeyleri alıp getirir ama annem, o kırılmaz inadıyla günlerce surat asar ve niye surat asıyor diye yine kavga çıkar. Annem kaldıramaz öyle ağır lafları, kırılır, gücenir. Yılların yılı alışamadı babamın sözlerine, öğrenemedi umursamamayı.

Annenin gömleği kızına çeyiz olurmuş. Babamın birebir klonuyla evlenince anladım ne kadar haklı bu cümleyi kuranlar; ama ben annem gibi değilim, bu konuda babama benzedim, küskünlüğüm yoktur. Bir özürle sıcakta eriyen tereyağı gibi hemen yumuşar, gülümserim. Bu yüzden de kavgalarımızdaki küskünlük uzun sürmüyor ama annemden de aldığım bir taraf var ki, hiçbirini unutmuyor, içimde biriktiriyorum.

Yine kavga edip barıştığımız gecelerin birinde:

- Şşttt kalksana. Eşimi dürtüyorum sessizce fısıldayarak.

- N'oldu?

Gözlerini açmıyor bile.

- İçeriden sesler geliyor. Hırsız galiba, kalksana.

- Yat uyu be işin mi yok?

- Yaa dinlesene tıkır tıkır sesler geliyor. Kalk baksana!

- Hırsızsa hırsız a.q yat aşağıya. Ne çalacak ki?

Adam uyanmıyor. Son bir gayretle tekrar söylüyorum.

- Ya Allah aşkına bak bi' n'olur.

Ses bile vermiyor. Kendi kendime sayarak sessizce çıkıyorum yataktan. Belli ki güneş doğmamış henüz, odada sadece dışarıdan sızan ışıkların aydınlığı var. Ama o kadar loş ki oda, tam anlamıyla görmem imkansız. El yordamıyla komodinin üzerindeki, babamın Trabzon'dan getirdiği büyük, kesme kristal şişeye doldurulmuş çam kolonyasını alıyorum. Hırsızdan daha sessiz hareketlerle ilerlerken, içimden yatakta horul horul uyuyan beyaz atlı prense! alabildiğine sayıyorum. Kapının yanına gelince duruyor ve tekrar dinliyorum. Tıkır, tıkır... hala devam ediyor. Yavaşça odadan çıkıyor, şişenin olduğu elim havada, diğer elim duvarı yoklayarak salona doğru gidiyorum o yürümekle bitmeyen geniş ve uzun koridor boyunca. Tıkır, tıkır.. Ses sanki her yerden geliyor. Salon kapısının yanındaki duvarı buluyor ve hemen yanındaki o büyük koridorun devasa bir hava verdiği Amerikan stili açık mutfağın ışığını yakacak düğmeye ulaşıyorum. Yakmadan önce derin bir nefes alıyor ve kendimi her ihtimalle çığlık atmaya hazırlıyorum ve açıyorum ışığı. Bir anda oluşan aydınlık gözlerimi kamaştırıyor ama tam orta kısımda bulunan mutfağın dört yanındaki odaların da aydınlanmasını sağlıyor. Derin bir ohh çekiyorum. Kimse yok. Yine de aynı pozisyonda tek tek dolaşıyorum odaları. Sesi takip etmeye çalışıyorum ve en sonunda kaynağını bulmayı başarıyorum. Gündüz kesik olan suların bu saatte gelerek boş borulara hücum etmesi sebep olmuş uyanmama. Hem kızarak, hem gülerek elimdeki şişeyi mutfak tezgahına bırakıyorum. Heyecandan kuruyan boğazımı ıslatmak için buz dolabını açıp, buz gibi suyla dolu olan sürahiyi çıkarıyorum. Arkamı dönüp mutfak dolabından bardak almak için uzanırken, yerde hareket eden karaltıyı fark ediyorum. Olamaz!! Hayatımın kabusu, gençliğimin korkulu rüyası. Hamam böceği!! Neyle beslenmiş mübarek ya? Nasıl büyümüş bu kadar? Hırsız görünce atarım diye hazırladığım çığlık boğazımdan fırlarken, ters tarafa kaçması gereken böceğin ayaklarıma doğru geldiğini görünce hem çığlığımın oktavı yükseliyor, hem de ısrarla elimdeki sürahiyi bırakmadan can havliyle tezgaha çıkıyorum. Kuytuda bir yere girse kaçacağım ama öylece ortada duruyor pis haşere. Sanırım o benden daha çok korkuyor şu anda ve muhtemelen o da benim gibi korkudan kıpırdayamıyor. Eşime sesleniyorum birkaç kez. Artık sinirden kudurmak üzereyken geliyor.

Umuda Tutunmak #Wattys2018Where stories live. Discover now