İnsan her yere alışıyor

771 126 2
                                    



Birkaç yıl önce karşıma ak sakallı bir dede çıksa ve dese ki:

"Adını sadece haritadan bildiğin bir şehrin, adını bile bilmediğin bir ilçesinden İstanbul'a göçüp gelmiş aşiret gibi bir aileye gelin gideceksin! "

Sanırım ağzımla birlikte bütün organlarımla gülerdim. Oysa şimdi, adını sadece haritadan bildiğim bir şehrin, adını bile bilmediğim bir ilçesinden gelen aşiret gibi bir ailenin geliniyim ve kim bilir ne kadar bir süre burada, onlarla birlikte yaşamak zorundayım; ama insanlarla iletişimde kendime sonsuz güveniyorum çünkü şimdiye kadar bu güvenimi sarsacak hiçbir olay yaşamadım.

Ve ben birkaç gün içerisinde binanın yıldızı olmayı başarıyorum. Kayınvalidemin karşılarında hala yaşmak bağlayıp gelinlik yaptığı, gelinlerin ve gençlerin karşılarında hazır ola geçtikleri amcalarla bile gayet samimi diyaloglarla konuşabiliyorum.

Binada üçü kaynım olmak üzere dokuz genç var ve ben hepsiyle kaynaşma sınırını aşıp, abla konumuna yükseliyorum çünkü ben yaşlıların da gençlerin de dilinden çok iyi anlıyorum, neler düşünüp neler beklediklerini hissetmek gibi bir yeteneğim olduğu inancındayım. Bu yüzden yanım hiç boş kalmıyor.

Günlerim tahmin ettiğimin aksine güzel ve yoğun geçiyor. Sürekli hareket halindeyim. Eve ve hatta binaya birçok yenilik getiriyorum. Sebze girmeyen bir eve sebze yemeklerini sokmayı başarıyorum, isteklerimi kırmayacaklarına güvenip, küçük ev aletleri aldırıyorum, mixer, blender gibi, çünkü kek türü tatlıları eskiden olduğu gibi kaşıkla karıştırmakta zorlanıyorum. Ve bu aletlerin de yardımıyla değişik tatlılar, hamur işleri yapıyorum ve özellikle boğazına çok düşkün olan kayınpederimin yemek aşkını arttırıyorum. Beni mutfaktan sorumlu aile bakanı seçiyorlar.

Günler hızla geçerken, Ağustosun sonunda, kendime şahsi haberci olarak atadığım Halil Abi geliyor ve beni aşağıya çağırıyorlar. Kapının önüne indiğimde anlıyorum ki kayınpederimle uzun süredir tanışıyorlar. Çarşamba günü gittiği kapalı görüşte olanları ve bana iletmesi gerekenleri anlatıyor:

- Bacım, bu pazartesi açık görüş var. Kimliğini mutlaka yanına al. Soyadı tutmayanları almıyorlar ama içeride seni imam nikahlı eşi olarak yazdırmış. Sana da sorarlarsa öyle diyeceksin. Aman gitmemezlik etme, yıkar ortalığı.

- Korkuyorum Halil Abi. Yalan söylemeyi hiç beceremem ben. Ya anlarlarsa?

- Yok bacım ya. Sadece sordukları zaman cevap ver yeter. Var mı bir ihtiyacın?

- Yok, sağ ol abi.

Eve geri dönüyor ve odama kapanıyorum. İçime sıkıntıyla birlikte bir acıma duygusu doluyor. "Bir musibet bin nasihatten iyidir" diye düşünüp, bunun O'na ders olacağını umut ediyorum.

Görüşe üç gün var. Çocukları burada bırakıp, Pazar günü anneme geçerim diye düşünüyorum çünkü Bayrampaşa annemlere yakın. Sabah erken gitmek için orada olmam daha mantıklı, buradan gitmeye kalksam köprü trafiğinde hayatta yetişemem. Ama öncesinde kendi evime gitmeliyim. Görünen o ki, en az iki ay daha buradayım ve evden giyeceklerimizin geri kalan kısmını alıp, evi toparlamalıyım.

Bunu söylediğimde kayınpederim:

- Ben seni götürürüm, istersen beklerim, diyor, istersen daha sonra gelip alırım,

- Tamam, diyorum ve ardından ilk defa "baba" diye ekliyorum.

Normal şartlarda yoğun duygularla hareket etmem gereken şu durumda, gayet sakin bir şekilde giriyorum bir türlü benim olamayan evime. Önce oda oda dolaşıyorum, sonra balkona çıkıyorum. Ama komşulara görünmemek için anında içeri kaçıyorum.

Giyecekleri toparladıktan sonra, mutfağa geçiyorum. Buzdolabı hala çalışır vaziyette, malum iki üç gün sonra dönecektim. İçindeki günlük şeylerin hepsi küflenmiş, hepsini çöp poşetine dolduruyorum. Buzlukta sakladığım yiyecekleri ve paket halindeki süt ve meyve sularını ayrı bir poşete dolduruyorum. Buzdolabının içi tamamen boşalınca, sanki beyin ölümü gerçekleşen hastanın yaşamla tek bağı olan yaşam fişini çeker gibi, fişini çekiyorum. İçi küflenmesin diye kapısını hafif aralık bırakıyorum. Hazırım. Kayınpederimi beklerken Necla'ya sesleniyorum. Hemen geliyor. Olanları anlatıyorum. Sımsıkı sarılırken birbirimize, Necla'nın gözlerinden akan yaşlara benimkilerin eşlik etmesine izin vermiyorum.

Şahin Baba'mın gelişini haber veren korna sesine, Necla'nın da yardımıyla aşağıya iniyorum. Veda sahnemizde Necla'nın oynadığı bölüm oldukça dramatik. Bense hayatı darmadağın olmuş birinden ziyade, birkaç haftalığına yazlığa giden yazlıkçı misaliyim.

Eve dönüşümüzde, elimizdeki eşyaları gören kayınvalidem, üzgün gözlerinden damlamaya hazır gözyaşlarıyla karşılıyor bizi ve eşyaları odama taşımama yardım ediyor. Getirdiklerimi yerleştiriyorum. Yapacak işim kalmayınca bir bardak çayla balkona çıkıyorum. Millet her zaman ki gibi kapının önüne kurulmuş, çene çalıyor. Beni de çağırıyorlar ama inmiyorum. Hem yalnız kalmayı tercih ediyorum, hem de pek öyle kapı önü sohbetlerini sevmiyorum.





Umuda Tutunmak #Wattys2018Where stories live. Discover now