17.

4.2K 213 34
                                    

Not; Bir önceki bölüme uzun bir not yazdığım için buna yazacak bir şey kalmadı sanırım:) Bölüm hakkınızda yorumlarınızı ve ilerde olmasını istediğiniz şeyleri yorum olarak belirtirseniz sevinirim. İyi geceler:*

Kerem'in bana karşı savunduğu bir şey vardı çocukluğumuzdan beri. O hep derdi ki; "Aile kan bağı ile olmaz." Ben ise saçma bulurdum bu sözü. Aile sözlük anlamında bile aynı kanı taşıyan kişi anlamına gelirdi. Arkadaş, arkadaştı ve asla ailen olamazdı. Seni annen kadar sevemez, baban kadar koruyamaz ve kardeşlerin kadar anlayamazdı. Peki gerçekten de böyle miydi? Olmadığını bir kaç ay önce öğrendim ben. Yağmur'un Can'a olan özlemini tıpkı kardeşimmiş gibi anlayabiliyorum şimdi. Zeynep'in canı yandığında onu ayağa kaldıran kişi olma görevini seve seve üstleniyordum. Tıpkı bir baba gibi. Hatta daha da ötesi öz kardeşim üzgünken, Zeynep mutlu diye huzurluydum şu an. Benim küçük kardeşim dik başlılığın bedelini burnunu sürterek ödeyecekti. Belki sonunda yine Eylül'le olurdu. Eylül iyi bir insan olduğunu kabul ettirebilseydi bize, bir arada olmalarını ben de isterdim. Olmayacağını biliyordum ama. Kerem evlilik insanı bile değildi ki. Kardeşimi iyi tanıyordum ben. O tıpkı fırtınalı bir deniz gibiydi. Kendisini durduracak birine ihtiyacı varken, sularını daha da coşturacak bir seçim yapmıştı. Şimdi ise kaldıramayacaktı bunu. Sakinleşmek isteyecekti. Huzur isteyecekti.

Huzurunu Zeynep'le kaybettiğinin farkına varacak, belki de Zeynep'i isteyecekti.

***

Kerem'in son hamlesinden sonra etraftaki uğultular bir süre devam etmişti. Emre'nin direktifleriyle canlı müzik çalınmaya başlandığında ise insanlar tekrar kendilerini anın büyüsüne kaptırmışlardı. Saçmaydı belki ama mutluyduk şimdi. Ne onlar bana Kerem'e ne söyleyip bu hale gelmesini sağladığımı sormuştu, ne de ben bu konu da bir şey söylemiştim. Sanki hiçbir şey olmamış gibiydi. Kerem gittikten sonra diğerleri de fazla durmamışlardı zaten. En sona Eylül kalmıştı. O da gider diye düşünsem de, gitmemiş ve çevrede ki insanlar ile sohbet etmeye devam edebilmişti. Bu da onun yeteneğiydi sanırım. Kendisiyle alakalı bu kadar önemli bir konuyu bile boşverebilmişti. Dilek fenerlerini uçuracağımız zaman ise ortadan kaybolmuştu. Belki de ben görmemiştim emin değildim. Herkese birer dilek feneri dağıtıldığında çoğu kişi ikili gruplara ayrılıp fenerleri yakınlarıyla yakmayı seçmişti. Bizde öyle yapmıştık ama biz iki kişi değil, üç kişiydik. Dilek fenerinin altında ki taşımsı şeyi Emre cebindeki çakmağıyla yaktığında, elinde mikrafonu taşıyan adamda fenerleri uçurmamız için komutu vermişti. Tıpkı Kerem'le dilek feneri uçurduğumuz günlerdeki gibi bugün de dileğim belliydi. Yanımda dostlarımla mutlu olmak istiyordum. Sadece bu sefer dostlarım değişmişti.

Şimdi gökyüzünde elliden fazla fener vardı. Müthiş bir görüntüydü bu. Birbiriyle tanışmayan yüzden fazla insanın dilekleri göğü birlikte arşınlamıştı. Tanımadığım insanlar içinde dua ettim içimden. Dilek fenerinin bir şeyleri düzeltmeyeceğini bilecek kadar büyümüştük ama insandık biz. Canımız yandığında ufak da olsa bir umut istiyorduk. Bu günden sonra herkesin o umuduna kavuşmasını diledim kendimce. Kimse duymasa bile Allah sesimizi duyardı çünkü.

"Gitsek mi artık? Yoruldum ben." Bende yorulmuştum fazlasıyla. Eve gidip yıkandıktan sonra uyumak istiyordum hemen. Yağmur'u kafamla onayladığımda Emre nedenini anlamasam da yanımızdan bir süreliğine uzaklaşmıştı. Geldiğinde ise bana doğru araba anahtarını sallamıştı ve niye gittiğini de böylece belli etmişti. Günün yorgunluğu yüzündendi sanırım yolda da hiç konuşmadan eve gelmiştik. Emre ise Yağmur'la beni bıraktıktan sonra hava almak için tekrar çıkmıştı. Onun için zor olduğunun farkındaydım. Kardeşi için endişelenirken, umurunda değilmiş gibi davranmak ona artık zor geliyordu.

Cennet GibiWo Geschichten leben. Entdecke jetzt