16

6.2K 530 466
                                    

Dört gün geçmişti ve ben hala Louis'nin evindeydim. Ona dair her şeyi yavaş yavaş öğreniyordum.

Ne evden gelip beni geri isteyen olmuştu, ne de eşyalarımı getiren... Giydiklerimin hepsi ona aitti ve bu çok güzeldi. Bedenlerimiz neredeyse aynıydı. Biraz büyük geliyordu bana yalnızca. Birkaç yıla onu geçeceğimden adım gibi emindim.

Okula gitmiyordum. Gerçi gitmek istediğim de söylenemezdi. Sırtım hala sızlıyordu. İyileşmesi uzun sürecekti, belliydi.

Niall vardı bir de... Acaba ne yapmıştır? Birkaç gün gitmemiştim sonuçta okula.

Bir ay geçmişti ve biz hala doğru düzgün bir diyalog kuramamıştık. İkimizde pişmandık. Bu bir ay içerisinde ona olan sevgimin gerçekten Bay Tomlinson'ın da dediği gibi ergenlik aşkı olduğuna karar verdim. Yalnızca saçma bir heves uğruna kardeşimi kaybetmiştim. Onun da böyle düşündüğünden eminim.

Kapı çaldığında, düşüncelerimin astığı yüzüm birden güldü. O gelmişti. Louis ya da Bay Tomlinson, artık her kimse beni mutlu ediyordu. Koşar adımlarla kapıya yönlendim. Kapıyı açmadan önce henüz bilmediğim bir nedenden ötürü saçlarımı düzeltmeye çalıştım.

Kapıyı açtığımda gördüğüm kişiyle yüzüme yerleştirdiğim gülümseme yok olmaya yüz tutmuştu. Niall... Onunla konuşmaya hazır hissetmiyordum.

"Seni merak ettim ve evine gittim, bana burda olduğunu söylediler."

"Bak ben-"

"Al bunları" bir çanta ve bir telefon uzatıyordu. "O kadın bunları yollamaya pek bir hevesliydi."
Çantamı ve telefonumu aldım. Bunları nasıl alacağımı düşünüp duruyordum.

"Ve bir de 'evime bir daha asla gelmesin' dedi."

Sinirlenmiştim. "Daha birkaç haftalığına geldiği eve 'evim' diyişine mi gülsem, yoksa yıllardır orada oturan bana 'bir daha asla gelmesin' demesine mi gülsem bilemedim."

"Evet, komik bir durum."

Sustuk. Diyecek bir şey yoktu.
Onu davet edemezdim. Burası benim evim değildi.

"Bilirsin burası benim evim değil, o yüzden-" Yine konuşmama izin vermedi.

"Ben yalnızca nasıl olduğunu merak etmiştim." Ses tonunda anlayamadığım bir şeyler vardı.

"Daha iyiyim."

"Pekala o halde, görüşürüz." diyip arkasını döndü.

"Ni!" Hızla bana bakmıştı. Gülümsüyordu. Ona bir ay sonra Ni diyişime sevinmişti sanırsam.

"Teşekkür ederim."

"Önemi yok Harry. Dostlar bugünler için vardır." Dost...

Bir adım attım. "Dostum."

Bir adım yaklaştı. "Dostum."

Ağlamamalıydım. Ama lanet olsun ki şu sıralar fazla duygusaldım. Gözlerim dolu dolu "Özledim." diyebildim.

Başını eğdi, dudaklarını ısırıyordu. "Bende seni."

Hızla sarıldım ve o da bana sarılıyordu. Sırtım acımıştı ama belli etmedim.

Boğuk ve çocuk gibi çıkan sesimle konuştum: "Hala dostuz... değil mi?"

"Hala dostuz."

Bir süre öyle durduk. Ta ki sahte bir öksürük bizi ayırana dek. "Sarılmanız bittiyse evime girmek istiyorum." O an dünyam başıma yıkılmıştı. Çünkü az önce Louis'nin değil, katı kalpli ruhsuz Bay Tomlinson'ın sesini duymuştum. Sesinde ki o soğuk tınıyı neredeyse unutmuştum. Ancak kendini hatırlatmıştı.

"Bay Tomlinson, biz-"

"Her neyse, siz ikiniz evimde sevişmeyin yeter." Bana bakmıyordu bile. Direk olarak evin içerisine bakıyordu. Ve bu gerçekten kötü hissettiriyordu. Daha ağzımı açacaktım ki içeriye girip merdivenlere yönlendi.

Az önce ne olmuştu öyle?

"Harry, bu Bay Tomlinson seni kıskanıyor mu?" Niall bunu sorarken sırıtmıştı.

"Ne alaka, niye kıskansın beni? Saçmalama Niall."

"Bilemeyeceğim artık aynı evdesiniz, hiç mi etkileşim olmuyor?" diyip kahkaha attığı an, omzuna bir yumruk yedi. Olması gerekende buydu zaten.

Bay Tomlinson bana evinin kapılarını açmıştı. Onun hakkında yanlış şeyler düşünemezdim, düşünmemeliydim. Ve ben tekrar aseksüel olduğuma karar vermiştim. Aşık da olmak istemiyordum kimseye. Böyle iyiydim.

"Hadi sen gidiyordun sanki," dedim kızarcasına. Ama kızmadığımı o da biliyordu.

"Pekala! Kendine iyi bak!" diyip yanağımı öptü. Güldüm. Uzun zamandır ilk defa Niall'ın beni öpmesi iyi hissettirmişti.

Eve girdim ve kapıyı kapattım. Ruhsuz Bay Tomlinson'ın, neşeli Louis'ye dönmesi gerekiyordu ve bunun için elimden geleni yapacaktım.

*****

"Bay Tomlinson" dedim akşam yemeğimden bir çatal aldıktan sonra.

"Efendim." Bakmadan yanıtladı, telefonuyla uğraşıyordu.

"Gününüz nasıl geçti?"

Başını telefondan kaldırdı ve yüzüne tanıyamadığım bir gülümseme yerleştirdi. "Ah günüm mü?
Günümün büyük bir çoğunluğu bazı öğrencilerimin aşk mektuplarını okumakla geçti."

"Ah şu kızlar..." dedim tiksinircesine. Cidden tiksinmiştim.

"Ben kız olduklarını söylemedim." Kızarmıştım, neden bilmiyordum ama unutmama sebep olmuştu.

"Erkekler mi?" diyebildim

"Evet, bunda tuhaf olan ne var Harold. Sen veya Niall kız falan mısınız?"

"Hayır ben tuhaf bulmadım. Yalnızca size mektup yazmaları biraz... bilmiyorum." Durdum ve 'ben ve Niall' olayına açıklık getirme gereği duydum. "Ayrıca ben ve Niall yalnızca dostuz."

"Aynen, her dost gibi sevişiyorsunuz sizde."

"Biz sevişmedik." Tek kaşını kaldırdı. "Tamam seviştik. Ama ne var bunda? O zamanlar sevgiliydik. Şimdiyse dostuz."

"En son hala sevdiğini söylemiştin."

"Bir ay önceydi."

Tekrardan telefonuna bakmaya başladı. "Bir ay içerisinde son bulduysa, senin sevgin tam bir fiyasko."

Konuşmak istedim. Ona bağırmak, çağırmak, hakaret etmek istedim. Ama yapamazdım. Tükürdüğümü yalamıştım işte. Sustum. Daha fazla kendimi rezil etmenin bir manası yoktu. Benimki ergenlik aşkıydı işte. Bitmişti.

Arkadaşlar eklemek isterseniz;
Snapchat: tugce_tommo
Instagram: suedaozel

Ve bu arada Our Should Love Wait ve fazlasıyla flop olan<3 diğer iki hikayem The Sea God ve Prank Love okursanız çok şukela olur dostlarım

SLEEPWALKER (Larry Mpreg)Où les histoires vivent. Découvrez maintenant