YOB 22.

4K 233 15
                                    

Yukarı çıktım, odasına girdim, girmez olaydım. Girdiğim de içimden bi küfür savurdum. Donakalmıştım, canım yanıyordu, gözyaşlarımı durduramıyordum.
Gerçek değildi değil mi? Olamazdı, olmamalıydı.

Önümde duran manzarayla şok olmuştum. Gözyaşlarımı durduramıyordum, içimde fırtınalar kopuyor, kendime lanetler yağdırıyordum, o mutlulukla uçuşan ölümsüz kelebekler, şuan içimde teker teker ölüyordu. En kötüsü de, canım yanıyordu, gerektiğinden fazla canım yanıyordu. Ben boyumun ölçüsünü almıştım, aptallık bendeydi, en büyük aptal bendim. Saftım, sana kanacak kadar çok saftım Güngör.

"Allah belanı versin" dedim kısık bi sesle, nefesim kesilmişti, yutkunamıyordum, adeta ruhsal ölmüş, bedensel yaşıyordum. Kapıyı çekip çıktım, Arkamdan "Doğa!" diye bağırdığını duydum, aldırış etmedim, artık edemezdim, etmemeliydim.

Merdivenleri 2şer 3er iniyordum, bu evde kaldıkça dahada kötü oluyordum. Kabus gibiydi, hayatımda gördüğüm en korkunç kabus gibiydi, bitmiyordu, sonu yoktu, gerçekçiydi, gerçekti.

Merdivenlerden inerken kayıp düştüm, başımı vurdum, bileğim de incinmişti, sürünerek çıkmaya çalışıyordum evden. Acıyordu, canım gibi, kalbim gibi. Emin olduğum tek şeyse, canımın daha çok acıyıp yanmasıydı. O kadınla.. Beni bi orospuya değişmişti! Aklım almıyordu!  Biz neydik sahi? Arkadaş, sevgili, iki yabancı? Biz hiçkimseydik, artık hiçkimse.

Kapıya ulaştığımda, arkamdan seslenişini duydum, aldırış etmedim, arkamı dönmedim, suratına bakmadım, iğrendim, tiksindim, bi zamanlar saatlerce izlediğim, her zerresini ezberlediğim adamın suratı, şuan benim için nefretten ibaretti, çok farklı bir duygu.

"Doğa dur ulan açıklayayım!"

Gözyaşlarım durmuyordu, arkamı dönmeden bağırdım,

"Neyi allahın belası? Neyi açıklayacaksın? Canımı nasıl yaktığınımı? Ben açıklayayım istersen, duygularımı, yıkılan kırılan paramparça ettiğin kalbimi?"

"Doğa.. Zannettiğin gibi birşey değil!"

"Nasıl birşey? Seni bi orospuyla aynı yatakta yakalıyorum? Neresini açıklayacaksın? Git tamam mı, bu sefer hayatımdan siktir olup git, ben seninkinden gidiyorum, sende git. Aklımdan git, kalbimden git, görmeyeyim seni, sesini duymayayım, anlıyor musun Güngör? Siktir git!"

Diyerek evden çıktım, o hala birşeyler geveliyordu, duymuyordum, tek amacım oradan uzaklaşmaktı, sonsuza dek ondan uzaklaşmaktı.

Sokak lambaları sönmüştü, umudum, hayallerim gibi. Yürüyordum, nereye, kime gideceğimi bilmeden. Gözyaşlarım durmuyordu, canım yandıkça, gözümün önüne geldikçe, durduramıyordum.

Arkamdan gelen 3-4 sarhoş herifin ıslık sesini duydum. Adımlarımı hızlandırdıkça daha çok ıslık çalıp gülüyorlardı. Ayak seslerinin yaklaşmaya başladığını anlayınca koşmaya başladım. Koşmak denmezdi buna, bileğimi burkmuştum koşamıyordum. Bi kol beni kendine çevirdi, sarhoş pis heriflerden biriydi. Diğerlerini süzdüğümde, yaşları, daha doğrusu en büyüğünün en fazla 24 falandı. Havalı tiplerdi, ama bi o kadarda piçe benziyorlardı, öyleydiler de zaten, neyse.

"Nereye güzelim, bu saatte?"
Bi diğeri,
"Sürüden ayrılanı kurt kapar, unuttun mu yavrum?"
Arkadan biri,
"Evine bırakalım mı? Yoksa geceyi bizimle mi geçirmek istersin?", diyerek gülmeye başladı.

4.cü birşey söylemedi, öylece bana bakıyordu, ellerini cebine koymuş, parmaklarının arasındaki sigarasıyla beni süzüyordu. Korkuyordum, fazlasıyla korkuyordum, şu 3 piçle uğraşamazdım, 4.cü nasıl biri onu bile bilmiyordum. Sert çıkarsam belki bırakırlardı, saf kızı oynayamazdım, hiç şansım yoktu.

"Bırak kolumu orospu çocuğu!"

"Beyler bu koyun atarlı çıktı", diyerek kahkaha atmaya başladılar.
4.cünün gözü kolumdaydı, içimden bi ses iyi biri olduğunu söylüyordu.

"Lan Onur tam senlik kız, istersen al senin olsun, ama karşılığınıda isteriz"

Adı Onur'du demek, söyleyecekleri ya beni kurtaracaktı, yada sonu olmayan bi karanlığa sürükleyecekti. Bu acıyla yaşayamazdım.

Ayağa kalktı, sigarasını yere atıp ayakkabısının ucuyla söndürdü, saçları gözlerini kapatıyordu, elini saçına götürüp arkaya doğru attı.

"Tamam kız bende, yarın ödeşiriz, hadi bakın işinize."

Diğer 3ü gözden kaybolduğunda başbaşa kaldık, gözlerine bakamıyordum, oda tam tersi gözlerini üzerimden çekmiyordu.

"Bu saatte dışarı çıkabilmek için ya canına susadın, yada canını yakan bişey oldu, neyse bidahakine dikkatli ol, karşına hep benim gibiler çıkmayabilir. Gideceğin yere kadar bırakayım mı kendin mi gidersin?"

"Ne diyeceğimi bilmiyorum, öncelikle çok teşekkür ederim, neden yardım ettiğini bilmiyorum, ama teşekkür ederim, canıma susamadım, canımı yakan bişey oldu evet, gideceğim yeri henüz bilmediğim için yardımını isteyemiyorum, adım Doğa bu arada, neyse çok konuştum ben gideyim."

Arkamı döndüm, gidiyordum, bişey söylemedi, ilerledim, ilerledim, ilerledim,

"Adım Onur!" diye seslendi.

Arkamı döndüm,

"Tanıştığıma memnun oldum, belki bi gün yine karşılaşırız, iyi geceler, Onur."
"Hey! Evin yoksa, bu gece bende kalabilirsin, yani yanlış anlama, arkadaş olduğumuzu düşünüyorum?"
"Çok teşekkür ederim, yardımların için, ama rahatsızlık vermek istemem, arkadaşıma giderim herhalde, tekrardan teşekkür ederim, iyi geceler."
"Numaramı vereyim, yardıma ihtiyacın olursa, kararını değiştirirsen ararsın, istemezsen de kalsın, önemli değil."

Numarasını alıp almamak arasında kalsam da almaya karar verdim, iyi birisine benziyordu, ama herkese güvenmemeliydim, güvenince göt gibi ortada kalıyordum herseferinde, artık eski Doğa olma vakti gelmişti.

Sahile inmiştim, bi yandan arabaların korna seslerini, bi yandan denizin mükemmelliğini izliyordum. Dışardan çok masumdu, içine girince seni kendi derinliğine çekebiliyordu, öldürebiliyordu, tıpkı Doruk Güngör'ün beni kendi karanlığına çektiği gibi. Denize karşı tek  farkı, Doruk Güngörün karanlığında, bedensel yaşayıp, ruhen ölüyorsunuz. Duygularınızla, hayallerinizi de öldürüyor, içinizde uçuşan kelebekleri de peşinde getiriyor, işte burası son, sonunda aydınlığı olmayan karanlık.

YAZ OKULU BELASI.                                          #Wattys2018Where stories live. Discover now