"Neden Buradasın?"

780 42 4
                                    

Eve yaklaştığımda ayaklarımın yorulduğunu fark ettim. Çok yürüdüğüm için değil. Çok fazla şey düşündüğüm için beynim artık ayaklarıma yüklenmişti. Kendimi taşımakta zorlandığım sıralarda çantamdan anahtarımı çıkardım. Kapıyı bir an önce açıp eve girmek ve kendimi yatağıma bırakıp uyumak istiyordum. "Bunun için çok uğraştın. Okulda unutmuşsun." tanıdık ses tonu yere düşürdüğüm anahtarın çıkardığı sesle birleşerek beynime bir kazık gibi saplanmıştı. Arkama dönmeye korkuyordum. Neyle karşılaşacağımı biliyordum çünkü. Mavi gözlerle karşılaşacaktım. Donuk ve ürkütücü bakışlarla karşılaşacaktım. Kafamda soru işaretleri bırakan bir yüzle karşılaşacaktım. "İstersen bende kalabilir." Buz gibi soğuk ve ifadesiz sesle tekrar irkildim. Neyden bahsettiğini merak etmiştim. Merakım korkumun üstüne gidiyordu. Arkama dönmekten başka çarem yokmuş gibi hissediyordum. Bir iki adım gerileyerek kapıdan uzaklaştım ve kafamı yavaşça ona doğru çevirdim. Buzdan bir heykel gibi karşımda duruyordu. Hareket etmiyordu. Elinde bir kağıt vardı. Muhtemelen deminden beri bahsettiği şey buydu. Hiç konuşmadan ona doğru küçük bir adım attım. Sadece bana vermesi gereken şeyi alacaktım. Soru sormak yoktu. En azından bugün için kendime yasaklamıştım. Daha fazla soru daha fazla cevap alamamak demekti. Yine birden bire ortadan kaybolmasından korkuyordum. Sorularımın cevapsız kalmasından korkuyordum. "Önce..." dedi uzattığım elimi geri çevirerek. "Bana bu resimdeki kızın kim olduğunu söylemen lazım". Şu sıralar en fazla yaptığım şey şaşırma eylemiydi sanırım. Çünkü yine aynı şeyi yapıyordum. Az önce çizdiğim resim şu an onun ellerindeydi. Defterimin arasına koymuştum. Düşmüş olmalıydı. Peki o resmi benim çizdiğimi nereden biliyor olabilirdi ki? Kafama yeni sorular ekleniyordu. Önceki sorularıma cevap bulamamışken beynim yeni sorulara yer açıyordu. Evimi nereden biliyordu? Beni takip ettiğinden şüphelenmeye başlamıştım. Şuan yaşadığım korku ve merak diğer bütün her şeyi bastırıyordu. Resim onda kalsaydı benim için fark etmezdi. Nasıl olsa yenisini çizerdim. Ama neden onda kalacaktı ki? Neden onda kalmasını istiyordu? "Kağıdı bana ver." derken sesim kısık çıkmıştı. Kağıdı vermediği gibi hiçbir şey söylemedi de. Tekrar etmedim çünkü beni duyduğunu biliyordum. Ben de sessiz kalmayı sürdürdüm. Sanırım konuşmayacağımı anlamıştı ki "Resimdeki kız sen misin?" diye bir soru yöneltti bana. "Benzemiş mi bari?" dedim alayla. Çünkü resmi her ne kadar kendimi düşünerek çizsem de bana benzetemediğimi biliyordum. "Evet" dedi beklemediğim bir şekilde. "Peki kanatlar ne için? Yoksa biliyor musun?" Ne dediğini anlamıyordum. Neyden bahsettiğini bilmiyordum. "Neyi biliyor muyum?" Soru sormayacaktım ama soruyordum. Çünkü garip davranıyordu. Soruma tahmin ettiğim gibi cevap alamamıştım. Bu sefer susmak yerine başka sorular yönelttim ona. "Sen beni takip mi ediyorsun? İnan bana, ne yapmaya çalıştığını da neyden bahsettiğini de bilmiyorum. Dün gece seni rüyamda görüyorum ve sabah karşıma çıkıp bir anda gidiyorsun. Sonra evime kadar beni takip edip tekrar gizemli bir şekilde konuşuyorsun. Şimdi söyler misin lütfen ben neyi biliyor muyum?" Düşüncelerim beynimdeki yerlerinden kalkıp kelimelere oturmuştu. Sözler dudaklarımdan hiç korkmadan çıkmış ama birkaç saniye sonra endişeye kucak açmıştı. Ben sorumun cevabını beklerken o elime kağıdı tutuşturup hiçbir şey konuşmamaya yemin etmiş gibi yüzüme boş boş bakmaya devam etti. Gizemliydi. Ürkütücüydü. Donuktu. Ürkütücüydü. Mutsuzdu. Ürkütücüydü. Ürkütücü müydü? Ben neye göre bu hükme varmıştım ki? Sadece gözlerine bakarak onu tanımlayabiliyordum. Ne düşündüğünü bilmiyordum. Ya da ne hissettiğini. Sadece soğuk bakışlar tüm soğuk sıfatları peşinden sürüklüyordu. Elimdeki kağıda bakamıyordum. Sadece karşımda duran mavi gözlere odaklanmıştım. Gözlerimi kırpmaya cesaret edemiyordum. Çünkü göz kapaklarımın en ufak hareketinde onun ışık hızıyla yarışırcasına ortadan kaybolacağını biliyordum. Bu sefer bir anda yok olmasına izin vermeyecektim. Sorularımın cevapsız kalmasına izin vermeyecektim. İçimdeki merakın ve korkunun beni yiyip bitirmesine göz yumamazdım.

"Bana anlatabilirsin" dedim yumuşak bir ses tonuyla. "Bana her şeyi anlatabilirsin. Seninle ya da benimle ilgili... Her şeyi söyleyebilirsin. Çünkü saklarım. Geçmişimle mi ilgili? Şu anı mahvetmek için mi? İstediğini söyleyebilirsin. Ama lütfen şu garip sessizliği boz. Susma. Kim olduğun umurumda bile değil. Benim ilgilendiğim tek bir soru var cevabını almak için beklemeye dayanamayacağım. Lütfen sorumu cevapsız bırakma. Ve şimdi bir cevap ver : 'neden buradasın?' " Nefes almadan boğuk bir sesle konuşmuştum. Tüm endişem, korkum merakım... hepsi az önce söylediğim kelimelere karışık bir şekilde mavi gözlere ulaşmıştı. Ben titrek sesimi ona duyurmaya çalışırken o sadece gözlerime odaklanmıştı. Bakışları düşüncelerini yansıtmayacak kadar kaliteliydi. Biraz sonra ne yapacağı konusunda en ufak bir tahminde bulunamıyordum. Sessizliğe sadık mı kalacaktı? Beni sorularıma mahkum mu bırakacaktı? Yoksa konuşmayı planlıyor muydu?

"Söyleyemem" dedi çaresiz bir ses tonuyla. " En azından şimdilik söyleyemem. Ama korkmana gerek yok. Senin için buradayım. Ve sen ne kadar geç fark etmiş olsan bile Darcy... 16 yıldır sana gölgenden daha yakınım."

Bana korkmana gerek yok diyen kişiyle 16 yıldır peşimde olduğunu söyleyen kişi aynıydı. Ben zaten 16 yaşındaydım. Bu durumda korkmamak gerçekten imkansızdı. Kendimi daha fazla soru sormak için zorlamadım. Cevap alamayacaktım ki zaten. Neden boşuna soracaktım. Umudumu tamamen kesmiştim ondan. Artık tek bir seçenek vardı içimdeki korkuyu bastırmak için. Sorumun cevabını zamandan alacaktım...

Karşımda duran heykelin canlanıp gitmesini bekliyordum. Az önce her ne kadar ortadan kaybolmamasını istesem de şimdi sadece yok olmasını istiyordum. Beraberinde getirdiği korkuyla birlikte boşluğa karışmasını umut ediyordum. Sessizliğe karışan yağmurun ardında bıraktığı kokuyu yavaşça içime çektim. Rüzgarın serinliğini iliklerimde hissederken gözlerimi gökyüzünün anlamsız maviliğine diktim. Evet gökyüzü anlamsızdı. Şu anda her şey gözlerimin önünde olabilecek en mantıksız haliyle duruyordu. Ya da ben her şeyi en anlamsız haliyle görmek istiyordum. Bakışlarım gökyüzüne karışırken göz kapaklarımı rahatlığa bıraktım. Düşünceleri karanlığa bıraktım. Gözlerimi açtığımda çoktan gitmiş olurdu. Olması gereken buydu. Ama o beklediğim gibi davranmamakta kararlıydı. Gözlerimi açtığımda hala karşımda duruyordu. "Gitmeyecek misin?" ilk defa anlamlı olarak sorduğum bu soru karşısında vereceği tepkiyi merak ediyordum. Belki tekrardan ortaya düşen bir sessizlik. Belki bir tersleme. Yavaşça arkasına dönerken ilk defa gözlerimin içine bakmadan konuştuğunu fark ettim. "Sen istiyorsan Darcy..."

Donuk yüz eylül ayının olabilecek en serin gününe karışırken yerdeki anahtarlığı elime aldım. Hemen eve girip kendimi uykunun kollarına bırakacaktım. Sağ elimdeki anahtarla kapıyı açtıktan sonra içeri girdim. Gözlerim sol elimi bulduğunda kağıda bir kez daha baktım. Resmi ben çizmiştim. Ama yazı kesinlikle bana ait değildi. Kağıdı biraz daha yüzüme yaklaştırırken kelimelerin beynime ulaşmasına izin verdim. "Ölümlere sebep olan rüyaların başkahramanı oluyordum. Benim cezam buydu. Beyaz kanatlar... Yalnızca bembeyaz bir melek. Cezamdan kurtulmak için tek seçeneğim oydu..."

DARCYWhere stories live. Discover now