"Çığlık"

681 54 5
                                    

Korkuyu gerçek anlamda iliklerimde hissediyordum. Karşımda duran mavi gözlerin sahibi buraya neden ve nasıl girmişti bilmiyordum. Attığım çığlık ne kadar uzun sürmüştü bilmiyordum. Bildiğim çok az şeyin olduğunun farkındaydım. Bir yanım öğrenmek için çabalarken bir yanım hiçbir şey bilmeden daha iyi olacağımı söylüyordu. Ve ben şuan iki yanımı da dinlemeden sadece susmuş bu ara en çok gördüğüm şeyin mavi gözler olduğunu düşünüyordum. Donuk mavi gözler. Hissiz mavi gözler. Karşımda duran gözler daha başka sıfatlara da sahipti. Korkunç mavi gözler. Evet bu gözler Stanley'e ait değildi. Siyahlar içinde duran benim yaşlarımda bir kişiye aitti. Evime nasıl girdiğini bilmediğim bir insana aitti. Kimdi? Neden buradaydı? Bakışlarımı Lena'ya doğru yönelttiğimde gözlerinde şaşkınlığa ait hiçbir belirti görmedim. Onun yerine çok fazla korku vardı. Korku gözbebeklerini yutmuştu adeta. Zaman durmuştu. Korkumun azaldığını düşündüğümde konuşmak için dudaklarımı araladım. Ama kulaklarımda uğuldayıp boşluğa karışan ses konuşmama izin vermemişti. Lena'nın dudaklarından dökülen olabilecek en yüksek tonda söylenmiş kelimeyi duyduğum andan itibaren koşmaya başlamıştım. "Kaç!" Evin aralık kalmış kapısından hızla çıktıktan sonra karanlıkta koşmaya devam ettim. Sadece koşuyordum. Neden koştuğumu bilmeden. Sadece kaçıyordum. Neyden kaçtığımı bilmeden. Ve ben saniyeler ilerledikçe korkunun içinde daha fazla hapsoluyordum.

Evden ne kadar uzaklaşmıştım bilmiyordum. Karanlık her şeyi yutuyordu. Işıkları yanan evleri yutmuştu. Az önce geçtiğim sokakları yutmuştu. Ve şimdi karanlığın beni de yutmasından korkuyordum. Belki de Lena paranoyaktı ve ben gecenin bu saatinde boşuna deli gibi koşuyordum. Ama paranoyaklık Lena'ya uygun bir kelime olmazdı. Çünkü Lena mantıksız bir şekilde davranabilecek en son kişiydi. Düşüncelerimi Lena'nın üzerinden çekip ıssız sokağın ortasında durdum. Yorulmuştum. Nefes nefese kalmıştım. Arkama baktığımda peşimde hiç kimsenin olmadığından emin oldum. Az önce evimin ortasında dikilen uzun boylu, siyah saçlı ve kim olduğunu bilmediğim ürkütücü mavi gözlerin sahibini nerde görsem tanırdım. Kendisinden önce korkusu gelirdi yanıma bundan emindim. Ve belki de beni hiç takip etmemişti. Şuan ıssız bir yolda, uçsuz bucaksız, karanlık bir ormanın tam karşısında boşuna duruyordum. İçimde hissettiğim korkuyla bu ormandan yürümek benim için imkansız gibi bir şeydi. Ben yalnızdım ama ıssız değildim. Yalnız kalmak için bile kalabalık yerler bulurdum kendime. Sanki diğer insanların mutluluğunu gözüme sokmak isterdim. "Bak sen beceremiyorsun ama mutluluk sadece sende olmayan bir şey. Diğer herkes mutlu olmayı becerebiliyor." Diyerek kendime söylenirdim. Sanki saçma sapan itiraflarla ezilmiş ve çökmüş hissetmek ister gibi.

Ormandan gelen çığlık sesiyle az önce gerçek anlamda korkmadığımı fark ettim. Asıl şimdi korkuyordum. Karanlık gecenin sessizliğine karışan çığlık kulak zarlarımın önüne bir korku tabakası örmüştü. Korkuyu kulak zarlarımda hissediyordum. Korkuyu beynimde hissediyordum. Korkuyu hızla atan kalbimde hissediyordum. Korku ruhumun her yerindeydi. Düşünmeme engel oluyordu. İlk defa bu kadar çaresizdim. Tüm yollar beni çıkmaza götürüyordu. Hayatımın her anında kendini gösteren kararsızlık bu durumda bile kendini belli ediyordu. İki seçeneğim vardı ve ikisi de birbirinden ürkütücüydü. İkisi de birbirinden karanlıktı. Sabaha kadar bu toprak yolun ortasında bekleyemezdim. Arkamda hissettiğim kıpırtı sanırım seçimimde büyük bir rol oynamıştı. Kendimi tekrar koşarken bulmuştum. Ve bu sefer düz bir yolda koşmuyordum. Az önce yankılanan çığlığın adresine koşuyordum. Daha fazla karanlığa koşuyordum. Daha fazla ıssızlığa kaçıyordum. Arkamdan gelen ayak sesleri kesildiği sırada ben çoktan ormanın içerisine dalmıştım. Hiç kimse yoktu. Biraz önceki çığlık sesini hatırladığımda daha büyük bir korku dalgası beni yakalamıştı. Çırpınmama bile izin vermeyen büyük bir dalganın içinde bir kenardan bir kenara sürüklenip duruyordum. Ve bu korku denizi, beni boğmadan önce daha büyük kulaçlar atmak istiyordum. Bu ormandan bir an önce kurtulacaktım. Ama ben çırpınmaya çalıştıkça daha çok dibe batıyordum. Az önce çamura batmış olan ayağım bunun bir ispatıydı. Kurtarmaya çalışıyordum ama beceremiyordum. Gözlerim yerdeydi ve ayağımın çamurdan çıkmasını bekliyordu. Sonunda başarmıştım ama bir anda dengemi kaybetmem buna sevinmeme fırsat bırakmamıştı. Destek alacak bir yer yoktu. Büyük ihtimalle az sonra yere kapaklanacaktım. Ama ben bu saniyelik anda düşmekten kurtulabilmiştim. Birisi beni arkamdan tutarak düşmeme engel olmuştu. Kim olduğunu bilmiyordum ve merak ediyordum. Ama arkama bakmaya cesaretim yoktu. Çünkü bana destek olanın nedensiz yere kaçtığım kişi olmasından korkuyordum. Fısıltılı ses kulaklarıma işlediği sırada korkmam ya da korkmamam gerektiğine karar veremiyordum. "Burada ne işin var?"

Daha önce hiç tanımadığım ses tonu kulaklarımı doldururken bu ormanın rüyamda gördüğüm orman olduğunu henüz yeni anlamış olmanın şokunu yaşıyordum. Bu nasıl olabilirdi ki. Ve gerçekten benim bu karanlık ormanda ne işim vardı? "Bilmiyorum" dedim titrek bir sesle. Şu anda konuşuyor olmam bile bir mucizeydi. Korkak bir insan olsaydım şimdi büyük ihtimalle baygın bir halde yerde yatıyor olurdum. Korkudan bayılmamış olmam şu an sevinmem için tek nedendi sanırım. Ama zayıf bir kişiliğim yoktu. Her şeye ağlamazdım. Göz yaşları değerliydi ve onları boş yere akıtmak saçmaydı. Ben yalnız olduğum için ağlamazdım. Ya da korktuğum için. Ben sadece annemi hatırladığımda birkaç damlanın yanaklarımdan süzülmesine izin verirdim. Bugün de öyle olmuştu. Annemin sesi kulaklarımı yakmıştı. Annemin anımsadığım kokusu burnumu doldurmuştu sanki ve burnumun kemikleri sızlamıştı. Annemin yüzünü gördüğümde gözlerim daha fazla dayanamamıştı ve gözyaşlarına izin vermişti diledikleri gibi akmaları için.

Titrek çıkan sesim gecenin sessizliğine henüz yeni bulaşmışken arkamı döndüm. Hiç kimsenin olmaması ürkütücüydü. Halüsinasyon görmediğimden emindim. Birisi az önce düşmeme engel olmuş ve burada ne işim olduğunu sormuştu. Ve şimdi de gitmişti. Şuan tam durduğum nokta rüyamın başlangıç noktasıydı. Rüyamın başında tam burada sessizce bekliyordum. Korkuyordum. Korkumun nedeninin karanlık olduğunu sanıyordum. Ya da ıssızlık... Ama korkumun sebebi bunlarla sınırlı değildi. Kaçtığım bir şeyler vardı. Kaynağını bilmediğim çığlıklar vardı. Arkamda bir anda beliren ve bir anda da kaybolup giden bir boşluk vardı. Ve evet ben bir ormanın ortasında nefes bile almaya cesaret edemeden duruyordum. Şu anın rüyamdan tek farkı üzerimdeki pijamalardı. Rüyamdaki kuyruklu beyaz elbisenin nedenini hala anlamıyordum. Ve bir şey daha eksikti. Stanley. Onun sesini duyduğumda nedensizce bir rahatlama hissettim "Darcy" diye seslenirken sesi fazlasıyla endişeli çıkıyordu. "Darcy nerdesin?" Stanley'e sesimi duyurmak için var gücümle bağırıyordum "Buradayım Stanley. Çok korkuyorum." Gerçek hayat her zaman rüyalardan farklıydı. Bu sefer Darcy olduğumu inkar etmiyordum. Umurumda olan tek şey şu lanet ormandan kurtulmaktı. Stanley yanıma geldiğinde korkum biraz hafiflemişti. Tanımadığım bir insan bile bu ıssız ormandan daha az korkutucuydu. Ya da hayır değildi. Stanley'nin ne yapacağını bilmeyen çaresiz gözleri yeterince korkutucuydu. Ve ellerindeki kan... Az önceki çığlığı tüm gerçekliğiyle açıklıyordu...

DARCYHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin