Bölüm 6 ✿

1K 128 99
                                    

Günlerden bir gün lanet olası ders yine matematikti ve Petra, matematikten nefret ederdi sıra arkadaşının aksine. Annie geçen seferkinin aksine hızlı hızlı soruları yazıyor, ki buna yazmak denemezdi, kolayca cevapları buluyordu. Bugün sıkılmamış olmalı. Bu durumda Petra'ya düşen tek şey cevapları çaktırmadan Annie'den bakarak kendi defterine geçirmekti.

"Pekala?" dedi donuk bir sesle aniden Annie. Her zaman soğuk bir ses tonuyla konuşuyordu aynı Mikasa gibi. Önüne gelen perçemini kulağının arkasına sıkıştırdı, göz ucuyla yanındaki Petra'ya baktı. Petra, bebek mavisi gözlere bakarken Annie'nin ne kadar güzel olduğunu bir kez daha aklından geçirmişti. "Benden mi kopya çekiyorsun sen?"

"Eh..." Sıçtım. Petra, çekingen bir şekilde başını salladı. Yalan söylemenin lüzumu yoktu. Ölecekse de bu hemen burada olmalıydı ama Annie'nin ne tepki vereceğini kestiremiyordu. "Ben sanırım bu konuyu anlamadım da. Özür dilerim, rahatsız mı oldun?"

Annie, umursamaz bir tavırla yazısını ve işlemlerini daha anlaşılacak bir şekilde yazmaya başladı. Arkasına yaslanarak Petra'nın görmesini kolaylaştırmıştı. Petra, şaşkınca gözlerini kırpıştırdı ve gülümsedi. Hızlı hızlı işlemleri geçirdi. Ne oluyordu böyle? Kraliçe arılardan biri olan Annie'nin kendisini parçalayacağını sanarken üstelik.

"Kızacaksın sanmıştım." dedi dudaklarını ıslatarak. Annie'den bir süre cevap gelmeyince söylediğine pişman oldu tabii. Aptal, sana iyi niyet gösteren herkesle arkadaş olmaya çalışmak zorunda değilsin.

Uzun bir sessizliğin ardından, "Normalde olsa belki," dedi Annie. Kaleminin arkasını dişleyerek metal kapağı yamulttuğunun farkında değilmiş gibi görünüyordu. "Kopya çekmek kişinin kendi başına düşünmesi ve yargılaması gereken bir aptallık. Sonuçta sana hiçbir faydası olmayacak ve başkalarının sırtından geçinip hiçbir şey öğrenmeden cahil bir şekilde mezun olacaksın." kısa bir süre duraksayıp sanki sözleri kendisi söylememiş gibi ekledi: "Ben de coğrafyada senden kopya çekiyorum. Başka bir ülkeden gelince buranın aptal şeylerine alışmak fazlaca zor. O yüzden ödeştik sayılır. Sonuçta arkadaşız."

Şaşkınlıkla kaşları kalkarken Annie'nin bu kadar çok konuşması üstüne başını salladı hafifçe. Daha önce onu hiç böylesine uzun konuşurken görmemişti. Neye şaşıracağına karar veremiyordu; cümlelerinin fazlalığına mı şaşırmalıydı yoksa kendisini arkadaş diye nitelendirmesine mi? Bu konuşma yaşanana dek Annie ile kendisini bir arkadaş olarak görmüyordu, nasıl görebilirdi ki? Mikasa'nın olduğu gibi yakın değildi Annie ile kavgadan beslenen bir dostluk olsa da, asla olamamıştı da. Annie ve Mikasa'ya imrenerek baksa da Annie'ye erişmek çok zordu. Üstelik Annie'nin en yakın arkadaşları yalnızca Reiner ve Bertholdt'ydu -arada Eren ile de takılıyorlardı fakat en iyi arkadaşının öfke krizleri sebebiyle bu konuyu açmamayı tercih ederdi-. Aniden çalan zilin sesi, ikisinin de belli belirsiz gülümsemesine neden oldu.

Petra, teneffüs olmasının verdiği rahatlıkla koridorda dolaştı. Kafası bir hayli doluydu ve matematik dersi sebebiyle başı ağrıyordu. Neyse ki az sonra son derse gireceklerdi ve Petra bu okul işkencesinin hemen bitmesini istiyordu. Aslında kafede çalışmak daha da büyük bir işkenceydi: müşteriler, sinirli patronları, uzak yolu yürümek...

Üst kata çıktığında, Mikasa'yı bulmak umuduyla etrafta dolaştı. Ne mi olmuştu? Tüm sınıflara bakmıştı ama Mikasa'yı bulamamıştı. Her zamanki gibi.

"Ah, Petra!" dedi arkasından bir ses. Pek tanıdık bir tip olmasa da Petra bu kişiyi ayıp olmasın diye hatırlamaya çalışıyordu. Kimdi bu, cidden? Sesi biraz kalındı. Yine maskülen bir tarzı vardı. "Ben de seni arıyordum, gelsene! Sana yaptığım anahtarlığı göstereceğim!"

"Hange?" dedi Petra, kibarlığından hafifçe gülümseyerek. Hange... Hange tamamen aklından çıkmıştı. Geçen sene birlikte sağlık kulübündelerdi ve gözlüklü kız, bu sene son sınıftı. O kadat uzun süredir konuşmamışlardı ki Petra hala onun samimi tavırlar sergilediğini fark edince afallamıştı. "Tamam, göster bakalım."

Hange, heyecanlı bir şekilde kemik gözlüğünü düzeltti ve Petra'nın elini yıllardır arkadaşlarmış gibi tutarak sınıfına koştu. Hange de son sınıftı ve notları en az Levi'ınki kadar iyiydi. Belki de çok daha iyi. Sürekli bir şeyler bulduğu ve bilime meraklı olduğu için ona deli ya da daha kibar bir tarzla bilimci gibi lakaplar takmışlardı.

Petra, aklına gelen şey ile hafifçe kızardı ve adımlarını yavaşlattı. Hange, bozuntuya vermeden adımlarını ona uydurdu. Levi ve Hange aynı sınıftaydı, dün olanlar aklına geldikçe Petra havalara uçuyormuş gibi hissediyordu. Levi ile yan yana yürümek, Levi'ın onu önemsemesi... Aklı, tekrar o sahnelerle dolarken Hange'nin hevesli sesini işitti.

"Bak, bak! Nasıl?" dedi Hange, el yapımı anahtarlığını Petra'nın yüzüne doğru tutup gösterirken. Tuhaf bir şekilde gerçekçi bir minyatür iskelet sistemi vardı ve Hange ona laf arasında bebeğim diyordu. Belki de gerçekten deli olabilir. "... Benim bebeklerim."

"Çok güzelmiş, Hange." dedi Petra, el işçiliğinin hakkını yememek adına içinden geçenleri gecikmeden söylerken. Bir yandan bakışlarını da sınıfta gezdiriyordu. Her zaman üst sınıfların çevresinde dolaşma şansı eline geçmezdi. Gözleri istemsizce Levi'ı arıyordu ve buna engel olamıyordu. 

Levi, gerçek en iyi arkadaşı olan Erwin ile konuşmaya devam etti ve sırasının yanındaki şemsiyeyi sıktı. Siyah şemsiye... Petra'nın burada olduğunu biliyordu ve bu az da olsa gerilmesine neden olmuştu. Uzun bir süre sonra ilk defa böyle hissetmişti, Erwin'in sözünü kesti ve göz ucuyla Petra'ya baktı. Tüm gün boyunca bunu vermeyi düşünmüştü ama bir türlü fırsat bulamamıştı. Bu, güzel bir fırsattı değil mi? Levi, Petra'ya bakmaya devam ederken artık Erwin'in anlattığı şeyleri dinlemiyordu. Biz ne zamandan beri bu kadar sık karşılaşmaya başladık?

Petra, Levi ile göz göze geldiği an ışık hızında pembeleşen yanaklarıyla Hange'ye döndü. Hange, habersiz bir şekilde insanların sağlık durumlarıyla ilgili kurduğu yeni teorilerden bahsetmeye devam ediyordu. İnsanların aniden bir mutasyona uğrayıp deve dönüşebileceği ile ilgili bir konuşma yapmaya başladığında Petra, onun çok fazla film izlediğini düşünüp bir iç çekti. Bu nasıl mümkün olabilirdi ki? Oldu olacak bir de ellerine kılıç alıp dünyayı tehdit eden devleri öldürmeye başlasalardı. Onun aklı Levi'daydı.

Levi da pek farklı değildi, isteksizce ayağa kalktı ve Hange'nin sırasında mahsur kalan kıza ilerledi hızlı adımlarla. Sağ elinde Petra'nın şemsiyesini sıkıca tutuyordu. Yeni ayakkabısının çıkardığı sesler, tüm sınıfın sesini bölmüştü. Levi, tam olarak Petra'nın karşına geçti ve bir süre öylece durunca tüm bakışlar onlara çevrildi. Levi bundan rahatsız olmuş olacak ki kaşları çatılmış, gözlerindeki mavi koyulaşmıştı. Saçları, gözlerine gölge yaparken şemsiyeyi uzattı. Ne demesi gerektiğini bilmiyordu ve bu, onları daha da tuhaf bir duruma sokmuştu. 

Petra, bozuntuya vermeden hafifçe gülümseyerek şemsiyeyi aldı ve Levi'ın gözlerine bakmak için çabaladı. Bir umut göz göze gelirlerdi belki. Levi ise göz teması bile kurmamıştı, etraftaki insanlara umursasa bile umursamaz bir şekilde bakıyordu. Bizim aramızda bir şey yok, kesin sesinizi piç kuruları.

"Teşekkürler," dedi Petra, neden teşekkür ettiğini anlayamamıştı ama sohbet etmek istediğinden ağzından çıkıvermişti işte. Daha sonra, aptal olduğunu düşünmek istemediğinden şemsiyesini geri verdiği için teşekkür edebileceğine bağladı. Şemsiyemi çalabilirdi sonuçta. "Hasta olmadığına sevindim."

Petra'nın konuşma çabası, dedikoduya aç olan sınav stresli sınıfı bir anlığına heyecanlandırdı. Fısıltılar eşliğinde konuşmalar yükseliyordu her bir yerden. Levi, bunları bu sefer umursamadı ve gözlerine gölge yapan saçlarını düzeltip başını salladı.

"Sonra görüşürüz."

Gerçekten de görüşür müyüz?

Impossible (Levi x Petra)Where stories live. Discover now