Bölüm 9 ✿

964 115 120
                                    

Petra, yatak odalarında yaşadıkları sabahtan beri bitmek bilmeyen krizin ortasında hiçbir şeyi umursamayan Mikasa'ya baktı uzun bir süre. Bir dakika içerinde üçüncü kez nefesini bırakmak zorunda kalmıştı bıkkınlığından. Arkadaşının nasıl bu kadar körü körüne inatçı ve hevessiz olduğuna bir türlü anlam veremiyordu. Tanrı aşkına, okulları yılda kaç kere böyle bir etkinlik düzenliyordu ki? Hele de tüm sınıfların dahil olduğu bir aktivite! Böyle şeyler küçüklüğünden beri Petra için çok büyük anlam ifade ediyordu fakat aynısı asla ama asla ev arkadaşı için söylenemezdi. Bunu nasıl reddedebilir?

"Neden biz de piknik için atıştırmalık götürmüyoruz ki?" dedi başını hafifçe sağa eğerek Petra, bir yandan da eski gardırobunun önünde dikilerek Mikasa'yı izliyordu. Hayal kırıklığına uğramıştı ama bunu daha ne kadar iyi ifade edebileceğini bilmiyordu. Bir süre daha okul gezisini ve yapabileceklerini düşündü. İstemsizce gülümserken buldu kendisini. Fark etmese de hevesle gözleri parıldıyordu. "Uğraşmak istemiyorsan abur cubur götürelim hiç değilse? Jelibon, çikolata, kraker, bisküvi?.. Ucuzundan alırız?"

"Çünkü bu aptal bir okul gezisi," dedi Mikasa, dağınık yatağında uzanıp rengarenk kalemlerine bakarak. Kırtasiyede çalıştığı için miydi yoksa başka bir sebepten miydi bilmiyordu ama kalemlere ayrı bir ilgisi vardı son zamanlarda. Çalıştığı kırtasiyeden yeni aldığı kalemi parmakları arasında döndürdü. "Neden götürelim? Eminim saydıklarını getirecek birçok insan vardır, illa gideceksek onlardan geçinebiliriz. Hem paramız da bize kalmış olur."

Mikasa'nın ses tonu her zamanki gibi çok donuktu, gitme ihtimalleriyle ilgili bir yeşil ışık yakmış olsa dahi bunu yalnızca bakır saçlı için istediği belliydi. Petra, bir kez daha üzgün bir şekilde nefesini bıraktı ve zaten pek fazla olmayan kıyafetlerine göz attı. Mikasa'nın böyle okul gezileriyle ilgilenmediğini biliyordu, hiçbir zaman onun ilgisini çekmemişti. Zaten çoğu geziye de katılmazdı. Hazır onay vermişken gideceğimiz belli olsun, diyerekten yarın için giyeceği kıyafetleri seçip sandalyesine bıraktı Petra -arkadaşının son anda fikir değiştirmesinden korkuyordu-. Tatlılık olsun diye Mikasa'nın ona aldığı yeşil kazağı ve siyah pantolonunu giyecekti ama bunlardan daha önemli bir şey vardı, Mikasa'yı nasıl bir şeyler götürme konusunda ikna edebilirdi? 

Birden bire aklına gelen fikirle hafifçe sırıttı. Mikasa, Eren'i asla reddedemezdi, değil mi? Konu her ne olursa olsun.

"Ya Erenler de bizimle yemek isterlerse? Onların yemek getirmeyeceğine adım gibi eminim. Üstelik Eren, bizimle takılmayı düşünmüyor muydu? Son konuşmanızda sana bunu söylemişti, nasıl unuttun? Eren ve Armin?"

Petra, büyük bir hevesle ve kendi sinsiliğinden gurur duyarak arkadaşından yanıt bekledi fakat tek aldığı cevap uzun bir sessizlik olmuştu. Arkasına döndü ve eskiden Mikasa'nın uzandığı dağınık yatağa baktı. Nereye gitmişti bu kız? Tam panikleyeceği sırada mutfaktan boğuk bir ses yükseldi.

"Petra! Çabuk paranı al! Abur cubur almaya gidiyoruz, az sonra da kek yapacağız!"

-------------------------

İtiş kakış dolu uzun bir gecenin ardından gelen sabah Petra ve Mikasa, aceleyle geziye ayrılmış okul taşıtına son anda binip en arkanın bir önündeki koltuğa oturabilmişti. Bu serviste de yer bulamasalardı büyük ihtimal Mikasa çıldıracaktı ve tek tek önüne çıkan insanları dışarı atacaktı, Petra bunun olmasını hiç istemiyordu -neyse ki ucuna kıyısına oturabileceği bir yer bulmuşlardı, her ne kadar arka kısımları sevmeseler de-. Petra, oturup nefeslenmeye fırsat bulamadan cam kenarında oturan Mikasa onu umarsızca ezdi ve etrafta Eren'i aradı.

"Siktir," dedi yerine geri otururken. "Burada değil. Diğer servise binmemiz gerektiğini biliyordum."

Petra, arkadaşınn küfrüne ve bitmek bilmez öfkesine karşı yapabileceği en iyi şeyi yaparak başını çevirip insanları incelemeye devam etti. Araç daha şimdiden bir hayli havasızdı ve Japonya'daki gürültü kirliliğini arttıracak kadar sesliydi. Önlerinde pek sesleri çıkmayan Ymir ve Christa oturuyordu, yan taraflarındaki koltukta ise iki dev olan Reiner ile Bertholdt vardı -ikisi de koltuğa bir türlü sığamamıştı ve Reiner çevreye öfke püskürtüyordu-. Aslında Petra, Levi'ı arıyordu. Pes ettiği sırada gözleri en sonunda okyanus mavisi gözlerle buluşmuştu, bu onun için bir nevi kalp krizi sebebiydi. Levi'ın gözlerine şaşkınca bakmaya devam edeceği sırada gözlerin sahibi yeterli dercesine başını çevirdi.

Petra'ya bu kısacık bakış bile yeterdi. Levi da mı ona bakıyordu acaba? Yoksa Petra bakışlarıyla Levi'ı rahatsız mı etmişti? Belki de etmemişti, etseydi Levi onu sertçe uyarırdı çünkü o biraz -tamam, çok- açık sözlüydü. Petra, kendi içinde çelişkiler yaşamaya devam etti. Kucağındaki sırt çantasına sarılmıştı. Eğer Levi ona baktıysa nasıl görünmüştü gözüne: çirkin mi, güzel mi? Petra'ya mı bakmıştı yoksa Mikasa'ya mı? Belki de sadece arkalarında oturan Hange'ye bakıyordu. Petra, sence de kendine çok fazla soru sormadın mı? İç sesin olarak senden şikayet ediyorum!

Levi, cam kenarında oturmakla ilgili özgürlük konuşmaları yaparak dırdır eden Erwin ile fazla diyaloga girmeden yer değiştirip Petra'ya tekrar göz ucuyla baktı. Artık Petra'ya eskisine göre daha yakındı. Petra'nın kendi içinde verdiği savaştan bihaber yaptığı hareketlere anlam veremiyordu, ne yaşıyordu bu kız içinde? Levi, umursamaz bir şekilde bakmaya devam ederken Petra aniden başını kaldırdı. Levi, onu yakaladı mı acaba düşüncesiyle yeniden başını Erwin'e çevirerek saçma sapan bir konu açtı. Yine içinden kendisine küfür ediyordu. Sen bir malsın.

"Windex ve temizlik bezleri indirime girmiş, duydun mu Kaş?"

Petra, bir kez daha Levi'a baktı. Artık kendisine bakmadığını fark edince hayal kırıklığı ile Mikasa'ya dönmüştü. Belli ki Levi ona kasıtlı olarak bakmamıştı, sadece camdan dışarıya bakıyordu. En azından Petra öyle düşünüyordu. Erwin'le girdikleri koyu sohbetten sonra bir daha onlara doğru dönmeyeceğinin farkındaydı. 

"Tch," dedi Mikasa. Bu, Petra'ya Levi'ı anımsatmıştı. Bana her şey onu hatırlıyor. "Eren yoksa bu yolculuk sıkıcı geçecek."

"Öyle şartlandırmasana," diyerek arkadaşına sitem edercesine bir cevap verdi. "Belki eğleniriz, kim bilir? Bizim tek eğlencemiz erkekleri izlemek mi? Hem benim sana haberlerim vardı. Yine erkeklerle ilgili gerçi ama olsun. Kendimle çelişmemişim gibi devam edeceğim."

"Ne haberi?" Mikasa, kendi kendine kızan Petra'ya söylediklerinin bir kısmını dinlemen döndü hızla. Sırtını cama yaslamıştı şimdi direkt olarak gözlerine bakabilmek içim. "Eren ile ilgili mi?"

"Evet, evet, öyle." Petra, Mikasa'nın yüzüne yaklaştı ve ses tonunu yalnızca ikisinin duyabilecekleri şekilde alçalttı. Sağ tarafını öndeki koltuğa yaslamıştı. Yüzünde büyük bir gülümseme belirdi. "Sana verdiği atkıyı çok sevdiğini o da biliyor, doğum gününde sana yeni bir atkı alacakmış."

Mikasa, sanki hiç umurunda değilmiş gibi ifadesizce Petra'nın gözlerine bakıyordu ama kalbinde bir çarpıntı hissetmişti. Petra, arkadaşının duygusuz görüntüsüne karşılık onu çok iyi tanıdığından gülümseyerek gözlerine bakmaya devam etti.

"Doğum günün de çok yakında olduğuna göre," dedi tane tane konuşurken. "Sana yeni bir atkı bakmaya başlamış bile olmalı. Armin'den yardım istemişti."

"C-Cidden mi?" Mikasa yutkundu. Aklında kafasını karıştıran bir soru vardı. "Onu da asla çıkartmayacağım. Sence iki atkıyı birden taksam sorun olur mu?"

"Saçmalama," dedi Petra kaşlarını kaldırırken. "Bir gün birini bir gün birini tak mesela?"

"Ama... Onlar bana Eren'in hediyeleri. Bana yeni aldığı kitabı da yanımdan hiç ayırmadığımı biliyorsun. Çok özel her biri. Bana verdiği her şey daha da güçlü ve özgüvenli hissetmeme neden oluyor."

"Karın kasın var Mikasa," diye cevapladı onu Petra. "Bence atkı ile kitap olmadan da kendini oldukça güçlü ve özgüvenli hissedebilirsin. Senin herhangi bir haberin yok mu bana?"

"Levi seni kesiyor."

Impossible (Levi x Petra)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin