24. Bölüm "Alışveriş"

88.6K 1.7K 281
                                    

Uykumu alamamıştım ve şuan sadece kasıklarım değil, her yerim acıyor ve zonkluyordu. Beni uyandıran şey kapıdaki bebek ağlaması ve adam sesleriydi. Koray kalkıp bana kaşlarını çatarak baktı. “Ulan…”

“Sizinkiler.” Dedim banyoya doğru giderken. Yüzümü yıkadığım sırada kapı açıldı ve sesler daha net gelmeye başladı.

“Gülümse kızım babaya.” diyordu Aslan ağlayan bir kız çocuğuna. Diğerleri de şebeklik yapıyor ve birkaç oyuncak şıngırtısı geliyordu. Neler döndüğünü anlamak için salona döndüğümde iki metrelik Aslan’ın elinde kol kadar bir kız çocuğu vardı gerçekten.

                         

Pembe pembe giyinmişti ve alnında üç tutam sarı saçlarını tutan bir bandana vardı. Yiğit elinde sallanan bir oyuncak, Çağdaş ise dünya tatlısı bebeğin gözleri önünde küçük bir ayıcık sallıyordu. Uygar bebeğin ayaklarını gıdıklarken bebeğin bakışları bana kaydı ve sanki “Öyle moron gibi bakma da kurtar beni fahişe” diyordu.

Dört tane koskoca adam, küçücük bir bebeği neşelendirmeye çalışırken bebek ise ayağını kapıya kaptırmış gibi içli içli ağlıyordu. Daha fazla şuan ki şaşkınlığımın esirinde kalmayarak bebeği kucaklamaya gittim. “Ver şunu.” Dedim Aslan’a sertçe. Bu bebek de kimdi? Neden bunlar var gücüyle onu neşelendirmeye çalışıyordu?

Aslında bende bu kadar küçük olsam ve dört tane iki metrelik, boksör gibi kaslı, parmaklarına kadar dövmeli adam bana ayıcık sallayıp yüzünü şekilden şekilde soksa bende ağlardım. “Hiç tatlı değilsiniz.” Dedim küçük bedenini kucaklarken.

“Sağ ol ya. Lütfen sustur şunu.” Dedi Aslan. Bebeği alıp etrafımda döndürmeye başladım. Bebek o kadar tatlıydı ki, burnumun direği sızlamıştı. İri kahverengi gözleri, upuzun kirpikleri, bembeyaz bir teni ve incecik sarı tutamlardan oluşan saçları vardı.  Ağlaması bile o kadar tatlıydı ki…

Beyaz bandanasının ortasına pembe renkli bir kurdele vardı. Beyaz çiçekli külotlu çorap, pembe ayakkabılar, pembe etek ve beyaz yünlü bir ceket giydirilmişti ve alnından bir ter damlası süzülüyordu.

“İsmi ne bu güzelliğin?” diye sordum tamamen gevşemiş bir sesle. Pürüzsüz ve ufacık burnuna bir öpücük kondurup ona dilimi çıkardım. “Ecem.” Dedi Aslan ve duygusallıktan sıyrılıp ona baktım. “Kim peydahladı bunu?” dedim evin annesi gibi.

“Kızım.” Dedi Aslan yüzünde daha önce hiç görmediğim masumane bir tavırla. Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. “Senin? Bir? Kızın? Mı? Var?” gülümsedi. “Evet, beğenemedin mi?” dedi. Koluna da büyük lacivert bir çanta asmıştı.

Bebeğin ağlaması durdu. Şaşkına dönmüştüm. “Nasıl olur bu ya?” inanamıyordum. Aslan evli değildi ve bildiğim kadarıyla boşanmış da değildi. “Eski kız arkadaşımdan peydahladım.” dedi arsız bir şekilde. Gruptakiler güldü. “Sana inanamıyorum.”

Bebeğin ağlaması dursa da hala yüzünde rahat olmadığını belirten bir şeyler vardı sanki ve o kadar tatlıydı ki ağlamaktan kızarmış yanaklarını ısırmak istiyordum.

“Beyler?” dedi Yiğit. “Sustu oğlum!” hepsi sevinç çığlığı atıp birbirleriyle yumruklaşırken bebek yeniden ağlamaya başladı. “Korkuttunuz çocuğu!” diye tısladım ve sonra en tatlı yüz ifademle ona döndüm. “Ben seni yerim.”

Aşk ve NefretWhere stories live. Discover now