Bölüm Dört

7.8K 640 7
                                    

  Sorumu duymazdan geldi. ‘’Alexander nerede?’’

  Kaşlarımı çattım. ‘’Alexander kim?’’

  ‘’Kahretsin!’’ Sinirle az önce kırdığı kapıya tekme attı. Sol eliyle saçlarını geriye attı.

  ‘’Andrew? Dönmüşsün.’’ Ses kırılan kapının eşiğinden geldi. Nate. Adının Andrew olduğunu öğrendiğim adam nefesini koyuvererek arkasını döndü.

  ‘’Nathan! Lütfen, bir şeyleri zorlaştırma.’’

  Nate, gözlerini kıstı. ‘’Lex’i mi arıyorsun?’’

  ‘’Evet. Onu nerede tutuyorsunuz?’’ Sorusuna cevap beklediğini sanmıyordum. Zaten Nate de tıpkı beklediğim gibi cevap vermedi ve hızla Andrew’un üstüne atlayıp onu yere serdi. İlk yumruğu atan oydu. Andrew’un dudağı patlamıştı. Ama Nate’i üstünden itip ayağa kalktı. Onunla birlikte Nate de kalktı. Bu sefer yumruk atan Andrew’du. Nate’in burnu ve ağzı kanamaya başladı. Nate’in mavi-yeşil gözleri, loş ışığın altında sinirle parladı. Ağzındaki kanı yere tükürüp tekrar Andrew’un üstüne saldırdı ama Andrew çok hızlıydı ve onu fırlatıp duvara çarptı. Çarpmanın sarsıntısıyla Nate yere çöktü. Dövüşlerinin hızından Andrew’un da bir nefilim olduğunu anladım. Zaten bunu neden demir kapıyı tek hamlede kırdığında anlayamamıştım, bilmiyorum. Andrew, Nate’i düştüğü yerde tekrar yumrukladı. Bir süre tepki vermeyen Nate, Andrew’u üstünden itti. Bu sefer yumruk atan Nate’di. Hemen yanımda duran sandalyeye baktım. Tahta sandalyeyi aldım ve sahip olduğum en güçlü halimle Nate’in kafasına vurdum. Beklemediği anda aldığı o darbe onu yere sermişti. Eserime gururla baktım ve Andrew’a kalkması için elimi uzattım. Ama elimi görmezden geldi ve yerden destek alarak ayağa kalktı. 

  ‘’Yüzün, kan içinde.’’

  Ağzındaki kanı tükürdü. ‘’Yardımına ihtiyacım yoktu.’’

  ‘’Var gibi görünüyordu. Ayrıca ne fark eder ki? Uzun süre orada baygın bir halde yatacak gibi duruyor. Hem onu vurmayı istiyordum zaten.’’

  ‘’Neden? Sonsuza kadar birlikte yaşama sözü verip tek geceyle mi yetindi?’’

  Gözlerimi devirdim ve sözlerini umursamadan önünden geçip odanın dışına çıktım. Etrafa bakınıp çıkış yolu aradım. ‘’Birini mi arıyorsun?’’ diye seslendim ona.

  ‘’Seni ilgilendiren bir şey değil.’’

  Arkamı dönüp sert bir şekilde ona baktım. ‘’Bu ikinci sınıf muameleyi hak edecek ne yaptım, bilmiyorum.’’

  ‘’Kusura bakma. Hiçbir işe yaramayan sıradanları küçümsemek gibi bir huyum var.’’

  ‘’Ben sıradan değilim. Nefilimim.’’ diye direttim.

  Kaşları çatıldı. ‘’Bir Nefilimsin. Yaralı değilsin. Sana normalin aksine dayanaksız bir kapı koymuşlar ve o aptal kapıyı açamadan içeride sessizce oturdun mu?’’

  Yutkundum. Beni küçümsemesi hoşuma gitmiyordu ama sanırım ben de bir nefilimden beklenen biri gibi değildim. ‘’Biraz farklı yetiştirildim. Ailem beni insanlarla birlikte yaşamaya zorluyor.

  Küçümserce güldü. ‘’Vespasiano’ların kızı mısın? Şehir’den kaçanların?’’

  Dişlerimi sıktım. ‘’Evet.’’

  ‘’Bazen sizden bahsediliyor, Şehir’de. Ailene kaçak diyorlar.’’

  ‘’Beni küçük düşürecek başka imaların var mı?’’

  ‘’Hayır, sanırım tükendi.’’          

  Başımı memnun olmuşçasına salladım. ‘’Güzel. Şimdi ne yapıyoruz?’’

  Bir süre daha küçümserce baktı. ‘’Bir işime yaramazsın. Buradan sonra ne yaparsan yap beni ilgilendirmez. Ben kardeşimi arayacağım.’’

  ‘’Kardeşini aramana yardım edebilirim.’’

  ‘’Kardeşimi aramak mı istiyorsun yoksa buradan bensiz çıkamayacağının farkına mı vardın?’’

  ‘’İkisi de.’’

  Bir şey söylemek yerine arkasını dönüp yürümeye devam etti. Biraz uzaklaştıktan sonra seslendi. ‘’Bana ayak bağı olursan seni çıkardığım gibi tekrar sokarım o hücreye.’’

  Cevap vermeden peşinden yürüdüm. Bir süre boyunca etrafı sert bakışlarla süzerken ben de yanında sessizce yürüdüm. Sonra sessizliği bozdum. ‘’Sen kimsin? Kardeşin neden burada?’’

  ‘’Bak, çaylak, önceliğimiz küçük kardeşimi bulmak. Ondan sonra saçma sorularınla uğraşırız.’’ Çaylak mı? Neden bugün tanıştığım bütün erkekler bana ilginç şekillerde sesleniyorlardı?

  Onunla tartışmak için ağzımı açtım ama sonra tekrar susmaya karar verdim. Dediği gibi kardeşini bulmak önceliğimizdi. Ayrıca gerçekten hiçbir işe yaramıyordum. Burayı bilmiyordum, onu ve kardeşini tanımıyordum. Hiçbir yardımda bulunamıyordum. Yine de Andrew’un ifadesinin ortaya serdiği bazı şeyler vardı. ‘’Kardeşin neden burada? Senin yaptığın bir şey yüzünden mi?’’ Aniden durup sert bir bakış attı. Yüz ifadesinden gerçeği anlamıştım. ‘’Senin yüzünden mi?’’ Düşünmeden konuşmuştum. Hangi ara psikolog olmuştum ki ben? İçimde kaltak bir kadının ruhunu taşıdığıma inanmakta zorluk çekmiyordum.

  Beni, hiç beklemediğim bir anda hızla duvara çarptı. Yüzü yüzüme çok yakındı. Bakışları o kadar sertti ki, Nate’le dövüşürken bile bu kadar öfkeli bakmıyordu. ‘’Kardeşim ve benim hakkımda hiçbir şey bilmiyorsun. O yüzden ya sesini kes ya da çekil git başımdan.’’

  Sert bakışlarına aynı şekilde karşılık verdim. Sonra zorlukla başımı aşağı yukarı salladım. O da ellerini çekti ve yürümeye devam etti. Birkaç saniye nefesimi düzene soktuktan sonra onu takip etmeye devam ettim. ‘’Sen iyilerin tarafında mısın?’’ diye sordum gerilimi yumuşatmaya çalışarak.

  ‘’Bir süredir, evet.’’ Sesindeki soğukluk tenimi ürpertmişti.

  Hiçbir şey söylemeden yürümeye devam ettik. Aradaki gerilimi bozan şey kapalı hücre kapılarından birinden bir ses gelmesiydi. Andrew, ses gelmese bile o hücreyi kontrol ederdi. Bütün kapalı hücreleri kontrol ediyordu. Kapıyı tek bir tekmeyle kırdı. İçerisi loş bir ışıkla aydınlanıyordu ve gerçek bir hücreydi, hiçbir eşya yoktu. Arkası dönük olan bir kadın odanın ortasında ayakta duruyordu.

  ‘’Andrew James Carinus. Daha erken gelirsin sanıyordum.’’ Kadın arkasını döndü. Konuşmasındaki Rus aksanını sevmiştim. En fazla 25 yaşında falan olmalıydı. Saçları kızıldı. Ama Exael’inki gibi değil; asil bir kızıldı. Sanki iyi bir niyetle canlarını feda edenlerin kanları gibiydi. Gözleri gök mavisiydi ve sanki düşünceleri okuyabilen biriymiş gibi bakıyordu. Gözlerinizin ötesinde beyninizi görebilirmiş gibi… Bembeyaz teni bu karanlık odayla zıtlık içerisindeydi. Benden birkaç santimetre kısa gibiydi. Yine de onun yanında kendimi çok kısa hissettim.

  ‘’Aylardır seni arıyorlar.’’

   Kadın güldü. ‘’Cadı Tasha’dan vazgeçemiyorlar.’’

  Andrew sırıtarak başını eğdi sonra tekrar bana baktı. ‘’Natasha Caracalla’yı bulduk. Şehir’in en güçlü cadısını.’’ Sonra sinirlenerek kırdığı kapıya tekme attı. ‘’Natasha Caracalla’yı bulduk ama kardeşimi bulamıyoruz!’’

Kayıp Kanatlar: UyanışHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin