Bölüm On Dokuz

4.7K 484 4
                                    

  Victor,  göğsündeki derin yarayla yere düşerken, gümüş bıçaktaki koyu kırmızı kan, yere damlıyordu. Bir süre ortama ölüm sessizliği çöktü. Faye’in yanımda kesik kesik nefes alışlarını duyabiliyordum.

  Birkaç saniye sonra Faye, sinirle Lex’in üstüne yürüdü. ‘’Aptal! Sana karışma dedim!’’

  Lex, dudaklarını birbirine bastırarak genç kıza sert bir bakış attı. ‘’Yardım etmeye çalışıyordum.’’ dedi sakin bir ses tonuyla.

  ‘’Etme! Bana yardım falan etme! Kim senden yardım istedi ki zaten!’’ Faye, o kadar çok bağırıyordu ki, bu kadar ıssız bir yerde olmasaydık onlarca kişi başımıza toplanırdı. Gerçi önümüzde yatan cesedi düşünürsek, birilerinin başımıza toplanması için Faye’e gerek kalmazdı.

  Çok kısa bir anlığına da olsa, Faye’in etrafını karanlığın sardığına yemin edebilirdim. Lex’in de bunu görüp görmediğini merak etmiştim.

  Faye, başını iki avucunun arasına alıp ileri geri yürümeye başladı. ‘’Neye bulaştığın hakkında hiçbir fikrin yok.’’ dedi. 

  ‘’Bu bir tehdit miydi?’’ Lex, içinde bulunduğu şoku atlatıp eski haline dönmeye çalışır gibiydi.

   ‘’Hayır,’’ dedi, Faye. ‘’Kendini kurtarmaya çalışman için bir tavsiyeydi.’’ Sesindeki sahte acıma beni bile rahatsız etmişti.

  ‘’Kimdi o?’’ diye sordum. ‘’Nasıl bir beladan bahsediyorsun?’’

  Güldü. ‘’Her ne kadar Konsey, bunu kabul etmese de Şehir’in neredeyse tamamı onun emri altında. Altındaydı. Gizli şeyler var ve sen, aptal tütüncü, bir lideri öldürdün.’’

  Lex, tam da ondan beklenecek bir laubalilikle sırıttı. ‘’Bu muydu yani?’’

  Faye, sinirle işaret parmağını ona doğrulttu. ‘’Kendini çok mu güçlü sanıyorsun?’’

  ‘’Hayır,’’ dedi Lex. ‘’Sanmıyorum. Öyleyim.’’

  Lex, gözlerini kapattı. Sonra, karanlığın daha kötü olduğunu anladı. Kendiyle yüzleşmekten kaçındı. Gözlerini, bir anda geri açtı. Yosun yeşili gözlerinin ne kadar parlak olduğunu bir kez daha fark ettim.

  Faye, her zamanki gibi dik duruyordu. Ama sırtında taşıdığı o görünmez korku, varlığını hissettiriyordu.

  Lex ve Faye’i izliyordum. Birden… Orada olmamam gerektiği hissine kapıldım. Ayaklarımızın dibinde bir ceset vardı. Ama neden? Lex’in onu neden öldürdüğünü bilmiyordum. Egosu yüzünden miydi? Bir anlık sinir miydi? Yoksa sebep Faye miydi?

  Lex, uzun paltosunu çıkarıp Victor’ın üstüne örttü. Olabildiğince gizledi onu. Sonra bana döndü. ‘’Clara? Git, Andrew’u bul. Buraya getir onu.’’ Duraksadı ve benden bir cevap bekledi. Sadece başımı sallayabildim. ‘’Hadi!’’ dedi. ‘’Biz buradayız.’’

  Tekrar başımı salladım ve arkamı dönüp yürümeye başladım. Onları ölüm kokan, boş ve ıslak sokakta yalnız bıraktım.

  Eğitim Binası’na giden yol bana o kadar uzun gelmişti ki… Sanki yıllarca yürümüş gibi hissediyordum. Ama binaya girip Andrew’u orada gördüğümde, keşke o yol hiç bitmeseydi diye düşündüm. Sonra aklıma az önce olanlar geldi. Kaşla göz arasında ölen bir adam, tehlikedeki arkadaşım ve korkmuş küçük bir kız… Hayat, benim saçma, duygusal karmaşalarım için ara vermemişti.  Dünya, benim için dönmeyi bırakmamıştı. Böyle olmasını beklediğim için kendimi aptal gibi hissetmiştim. Oradaydı işte. Etraftaki her şeyi görüyordu. Ama beni asla görmeyecekti. Benim istediğim şekilde değil. Ve beni asla sevmeyecekti. Benim onu sevdiğim şekilde değil.

  Onu, beni umursamayan adam olarak görmeyi bir süreliğine de olsa bıraktım. O, Lex’in ağabeyiydi. O, hiç beklemediğimiz anda içine doğru çekildiğimiz bu durumdan bizi kurtarabilecek tek kişiydi.

  Ona doğru yürüdüm. Beni görünce, konuştuğu adamı durdurup yanıma geldi. ‘’Antrenmanına daha iki saat var, çaylak.’’ Bunu ben de biliyordum herhalde. Aptal! Nasıl hiçbir şey olmamış gibi davranabiliyordu? Daha dün bana neler demişti…

  ‘’Lex’in sana ihtiyacı var.’’ dedim, olabildiğince göz temasından kaçınarak. ‘’Seni çağırmamı istedi.’’

  Andrew, bana bakıyordu ama bakarken ne düşündüğünü kavrayamıyordum. ‘’Ne oldu?’’ dedi.

  ‘’Oldu bir şeyler. Sana ihtiyacı var diyorum. Acil.’’ Cevap vermesini beklemeden yürümeye başladım. Tam beklediğim gibi beni takip etmişti.

  Gelirken kafamın basmadığı şey, aklıma gelmişti. Bir hafta önce Andrew’un bana öğrettiği gibi koşmaya hazırladım kendimi. Uçar gibi… Saniyeler sonra ikimiz de o ara sokağın girişindeydik. Lex ve Faye, birbirlerine en uzak köşelerde duvara yaslanmışlardı. Victor’ın cesedi ise hala paltoya sarılı bir şekilde yerdeydi. Andrew, Lex’i uzun uzun süzdü. Sonra ağır adımlarla paltoya doğru yürüdü ve yere eğildi. Sanırım göreceği şeyi görmekten korkuyordu. Siyah paltoyu kaldırdığında hippilere benzeyen adamı gördü. Gözleri hala açıktı. Doğru söylemek gerekirse böyleyken, yaşıyorken olduğundan daha az ürkütücüydü. Andrew, sinirle ayağa kalkıp Lex’in üstüne yürüdü. ‘’Ne oldu burada?’’

  Lex, omuz silkti. ‘’Onu öldürdüm.’’

  ‘’Hadi ya!’’ Andrew, sesini yükseltip, kardeşiyle göz teması kurmuştu. ‘’Senin zihinsel sorunların mı var? Canın sıkıldığında buradaki adamları öldüremezsin! Hele ki bu adamı!’’ Resmen sinir krizi geçiriyordu. ‘’Bu öğrenilirse bütün Şehir, bize karşı ayaklanacak. Bu olursa, en iyi ihtimalle kıçımıza tekmeyi basarlar.’’

  ‘’Ve bu senin için bir sorun mu? Zaten biz niye buradayız ki, Andrew?’’

  ‘’Konuyu değiştirme, Lex! Bu adamı niye öldürdün?’’ Lex, Faye’e bir bakış attı. Faye ise yere bakıyordu. Lex ve Andrew’u dinlediğinden bile emin değildim.

  ‘’Buna vakit yok.’’ diye araya girdim. ‘’Bize yardım etmen lazım, Andrew.’’

  Andrew, bana, sanki çok saçma bir şey söylemişim gibi bakmıştı. ‘’Siz ikiniz…’’ dedi beni ve Faye’i işaret ederek. ‘’Gidin. Bunu biz hallederiz.’’

  Faye, başını kaldırıp bana baktı. Sonra gözleri Lex’i buldu. Kızıl saçları dağılmış, birbirine girmişti. Gözaltları şişmişti. ‘’Az önce hayatımı mahvettin.’’ dedi duygusuz bir sesle. ‘’Teşekkür ederim.’’ Yanımızdan geçip gitti.

  Lex, parmaklarını saçlarına geçirdi ve soluğunu koyuverdi. Yüzünde öyle büyük bir hayal kırıklığı vardı ki…

  Andrew ise olanları uzaktan izliyordu. Gözleri, her şeyi tek tek tarıyordu sanki. Ben hariç… Benimle göz göze gelmemek için özellikle çaba sarf ediyordu. Umursamadım. İki adamı ve bir cesedi orada öylece bırakıp gittim.

Kayıp Kanatlar: UyanışHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin