Bölüm Yirmi Bir

4.8K 485 10
                                    

  Tesisler…

  Nate, dişlerini sıktı. ‘’En azından onlara kapılarında nasıl bir tehlike olduğunu bildirmemiz gerekmez mi? Hazırlıksız yakalanmalarını sağlamak… Biraz onursuzca sanki…’’

  Regulus, sinirlendi. Sinirlediğinde bunu saklamak gibi bir huyu yoktu, düşmüş meleğin. Ellerini, Nate’in boynuna geçirip sıkmaya başladı. ‘’Onur, grigorilerin çok uzun zamandır sahip olmadığı bir şey.’’  Duraksadı. Parmaklarını daha da sıktı. Nate’in yüzü kızarmıştı ama Regulus’a karşı çıkamayacağını çok iyi biliyordu. ‘’Ve sen, Nathaniel… Bana akıl verecek son kişisin.’’ Geri çekildi.

  Nate, derin bir nefes aldı ellerini boynuna koyup ovdu. Yutkunmak bile zor geliyordu.

  Regulus, sırıtmaya başladı. ‘’Onları hala önemsiyorsun, değil mi? Hala bundan sağ çıkmalarını sağlamak, yeniden onlarla bir araya gelmek istiyorsun.’’

  ‘’Hayır,’’ dedi Nate zoraki. Sesi boğuk çıkıyor, konuşmasını zorlaştırıyordu. ‘’İstemiyorum. Onlar benim için öldü.’’

  Regulus, tekrar güldü. ‘’Tabi… Kesin öyledir.’’ Tekrar Nate’in yanına geldi ve yüzünü ona yaklaştırdı. ‘’Ama onlar seni hiç önemsemiyor, Nate. Asıl sen onlar için ölüsün.’’ Sonra arkasını dönüp gitti. Nate’i depoyu andıran o büyük salonda yalnız bıraktı.

  Genç adam, gözünden bir damla yaşın aktığını fark edince sinirle kapüşonlusunun koluyla gözlerini sildi. Bu kadar zayıf olmamalıydı. Bu kadar basitleşip kendini bu kadar küçük duruma düşürmemeliydi. Derin bir nefes aldı ve duruşunu dikleştirdi. Dışarıdan güçlü görünerek, kendini iyileştirebileceğine tüm gücüyle inanmaya devam ediyordu. Ama yolun sonundaki ışığın tükenmek üzere olduğunu da içten içe biliyordu. Korkuyordu.

  Evet, hissettiği şey buydu.

  Korku.

  Ve bir de…

  Yalnızlık…

  Yalnızlığı iliklerine kadar hissediyordu. İlk önce ablası onu terk etmişti. Cadılarla birlik olup Şehir’e kaçmıştı. Sonra babasını kaybetmişti. Şehir yüzünden. Sonra Andrew ve Lex gitmişti. Şehir’di gittikleri yer. Şehir… Sanki, Nate’in sahip olduğu her şeyi içine çeken derin bir çukurdu. Hangisini daha çok özlediğini bilmiyordu. Ablasının şefkatini mi, babasının ona karşı olan koruyuculuğunu mu, Andrew’un destek verircesine omzunu sıkışlarını mı, Lex’in moral bozukluğuna birebir olan kötü şakalarını mı? Sonu olan her şey kötüydü. Ve her şeyin bir sonu vardı. Hiçbir şey sonsuza dek sürmese de bazen yalnızlık sonsuz gibiydi.

  Ama… Salonda yalnız değildi. Arkasını döndü ve rahatsız edici şekilde ona gülümseyen adamı gördü. Siyah saçları, siyah gözleri, siyah pelerini… Karamsarlığın vücut bulmuş haliydi. Mecazi anlamda değil. Gerçekten karamsarlığın vücut bulmuş haliydi. Onun gücü buydu. Bir insanın sıkıntılarını, korkularını ve ruhunu kaplayan tüm karamsarlığı dışarı vurmasını sağlardı. Colopatiron… Onun, cennetin bir meleği olduğuna inanmak güçtü.

  ‘’Ne istiyorsun?’’ diye sordu Nate, bıkkın bir ses tonuyla.

  Colopatiron’un gülüşü daha büyüdü. ‘’Neden bunları yaşadığını biliyor musun, Nate? Cadılar neden ablanı senden korumak için yanlarına aldılar? Andrew’un seni neden yanına almadığını biliyor musun?’’ Melek, üstünde oturduğu masadan kalktı ve Nate’e doğru yürüdü. Boyu Nate’den daha kısaydı ama Colopatiron, ona yukarıdan bakar gibiydi. ‘’Merak ettin mi hiç bunu?’’

  Nate, hiçbir duygu göstermeden ona bakmaya devam etti. ‘’Etmedim.’’

  ‘’Etmelisin. Çünkü çok iyi bir sebepleri vardı. Senin üzerindeki lanet, hepsini deliye çevirdi. Senin yanında kalamazlardı. Hepsinin gitmesinin sebebi sendin. Hepsi senden kaçtı. Ayrıca annene yaptığın şey...’’ Kelimelerin her birinin üstüne basarak konuşuyordu. Annesinden bahsetmesi, Nate’in çenesinin seğirmesini sağlamıştı.

  ‘’Benimle kafa mı buluyorsun, sen?’’ Nate, umursamıyormuş gibi durmaya çalışıyordu ama Colopatiron hiç de onunla kafa buluyor gibi değildi. Sanki onu çok eğlendiren bir gerçeği gün yüzüne çıkarıyordu.

  ‘’Hayır, Nate. Biz melekleri bilirsin. Yalan söylemeyi pek sevmeyiz.’’

  ‘’Ne biliyorsun?’’ Onun bir cevap vermesini bekledi ama Colopatiron susuyordu. ‘’Benim bilmediğim ne biliyorsun?’’ Nate, sesini yükseltmişti ama bu, meleğin gülmesine sebep olmuştu.

  Yüzünü, Nate’e yaklaştırdı. ‘’Söylemek istediğim şeyleri, söylemek istediğim zamanda söylerim. Regulus’un yanına geçmiş olmamız, bu savaşta ona yardım edecek olmamız emirleri bizim vereceğimiz anlamına gelir. Onun ve adamlarının bize emir vereceği anlamına değil…’’ Sonra tekrar gülümseyerek gitmeye hazırlandı. Bir karamsarlık meleği için fazla gülümsüyordu.

  Nate, arkasından zayıf bir sesle seslendi. ‘’Lütfen.’’ Bu, meleğin durup tekrar ona dönmesini sağlamıştı. ‘’Eğer, bütün bunların mantıklı bir açıklaması varsa, bilmeliyim. Lütfen… Eğer bildiğin bir şey varsa bana anlat.’’

  Colopatiron, bir süre düşündü. Sonra Nate’in yanına geldi tekrar. ‘’Sen bir ölüsün, Nate. Hala nefes alıyor olman, bu gerçeği değiştirmiyor. Bir lanetin ürünüsün. Amacı ve sonucu şeytani olan bir deneysin. Ve bu sevdiğin herkesi senden aldı. Kurtarılamazsın. Uğraşmak bile yersiz. Hiç kimse, senin kadar şeytani bir şeyi yanında istemedi. Çok yakında patlayacaksın ve senin yanında olan, şu an seni seven herkesi yok edeceksin. İşte bu yüzden hepsi senden kaçtı. Çünkü senden korkuyorlar, Nate.’’

  ‘’Anlamıyorum. Hiçbir şey anlamıyorum. Neyim ben? Madem bu kadar tehlikeliyim madem yanımda olan herkesi yok edeceğim, Regulus neden beni yanında tutuyor?’’

  ‘’Seni seven herkesi dedim, Nate. Regulus seni sevmiyor. O, senin lanetini kendi avantajı haline getirmenin yolunu buldu.’’

Kayıp Kanatlar: UyanışHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin