başlarken

15.4K 446 249
                                    

Yosunlanmış taş duvara çarpan dalgalar, bu ıssızlıkta gerçekten büyük bir gürültü sayılabilirdi. Denize yer yer yansıyan gölgelerin sahipleri uzun, üçgen şeklindeki taş binanın çevresinde süzülüp duruyorlardı. Havada dolaşmakta olan bu karartıların yoğunlaştığı, daha fazla biriktikleri bir nokta vardı. Paslı parmaklıkların iki yanını çevrelediği, karartılı bir hücrenin duvarına sırtını dayamış ve sabit şekilde bakan genç adam ruh emiciler için özeldi. Kirden keçeleşmiş uzun siyah saçları omzuna düşen bu adamın zayıflıktan çökmüş yüzünün bir vakitler yakışıklı ve hayat dolu olduğu barizdi.

Sirius Orion Black'in bu hücrede geçirdiği sekizinci yıldı. Sekiz yıldır, ruh emiciler ve çılgınca mırıldanan mahkumlarla birlikte bu hapishanedeydi.

Azkaban'da, Hogwarts'tan daha fazla zaman geçirmişti. Sirius aklından geçen bu gerçek ile küçük, acı bir kahkaha attı.

Hogwarts... Hayatının kesinlikle en güzel zamanlarını o şatoda geçirmişti. En mutlu anıları oradaydı. Sirius bu anıları hatırlıyordu, nasıl olduğunu bilmiyordu. Belki de kafayı yemediği için hatıraları zihninden ayrılmamıştı. Ama kesin farkında olduğu bir şey vardı. Anılar mutluydu fakat hissettirdikleri kederden ibaretti. Yaşanmış ve olabilecek en kötü son ile bitmişlerdi, bu Sirius Black'i hüzne boğuyordu.

Derin bir nefes aldı. Tuzlu hava ciğerlerine dolarken gözlerini yumdu. İlk günü hatırlamaya çalıştı. Hogwarts ile tanıştığı ilk günü...

************

On bir yaşındaki Sirius Black kopartmanda oturmuş, etrafındaki çocukları inceliyordu. Yanında oturan ve başını cama yaslanmış olan kızıl saçlı kız ağlamamak için mücadele ediyor gibiydi. Sirius nedenini merak etti ama sormadı, büyük olasılıkla bütün yıl evinden ayrı kalacağından dolayı korkuyordur diye düşündü, sonuçta herkes onun gibi evinden nefret etmiyordu. Karşısında ise mutlu bir yüze sahip gözlüklü, dağınık siyah saçlı bir çocuk oturuyordu. Çocuğun çevresine yaydığı muzip bir enerji vardı. Ela gözlerini aralıklarla kızıl saçlı kızın üzerinde gezdiriyor sonra bakışlarını elindeki çikolata kurbağaya çeviriyordu. Bir iki defa Sirius'a da bakmıştı, çocuğun onu tarttığını hisseden Sirius sadece tebessüm etmekle yetinmişti.

Bugüne kadar pek arkadaşı olduğu söylenemezdi. Vaktinin çoğunu küçük kardeşi Regulus ile geçirirdi. Onun dışında bazen düzenlenen buluşmalara gelen aile dostlarının çocukları Sirius için sadece tanıdık yüzlerdi, arkadaş değildi.

Yağlı, siyah saçlı bir çocuk içeri girdiğinde kızıl saçlı kız hariç herkes gözlerini çocuğa çevirdi. Çocuk kızın karşısına oturdu ve konuşmasını beklercesine bakmaya başladı. Sirius çocuğun kanca gibi olan burnuna gülmek istedi ama kendini tuttu.

"Seninle konuşmuyorum." kızın sesi kırgındı ama bu kırgınlık kanca burunlu çocuğa değildi. Çocuk basitçe "Neden?" diye sordu.

İkisinin arkadaş olduğunu anlayan Sirius bu ironik ikiliden gözlerini ve kulaklarını çekti. Onu ilgilendirmezdi sonuçta. Ama ilerlemekte olan sohbetin bir kısmı hem onun hem de karşısındaki gözlüklü çocuğun ilgisini yakalamıştı.

"Slytherin 'e girsen iyi olur." dedi çocuk kıza. Sesi çekingen bir umutla çıkıyordu.

Gözlüklü çocuk şaşırarak baktı. "Slytherin mi? Ben olsam hemen ayrılırdım." Sirius'a itafen " Peki ya sen?"

Sirius somurtkan bir tavırla cevapladı. "Benim bütün ailem Slytherin."

Çocuk elini dağınık saçlarına götürüp biraz daha dağıttı. "Vay canına, ben de senin iyi biri olduğunu düşünmüştüm."

BLACK POISON //Sirius Black// AUTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon