-14-

63 19 13
                                    

Yaptığım bölüm planını baz alarak gittiğim için kısa oldu biraz kusura bakmayın. Artık şu kitabı dört haneli okuma sayılarına ulaştıralım. İyi okumalar!

***

"Ne yapacağız Cesur?" diye soruyorum. Ortamdaki sessizlik kanımı donduracak düzeyde. Cesur kafasını ellerinin arasına alarak etrafında bir tur atıyor. "Gitmeliyiz." diyorum. Daha fazla iskelet görmek istemiyorum. Onu tutup çekiştirdiğimde önce hareketsiz kalıyor, sonra çantasından bir harita çıkarıp bana gösteriyor.

"Burada biraz dinlenebileceğimizi zannetmiştim ama..." Cümlesi yarım kalıyor. Sonra nefesini toplayıp yeni bir cümleye başlıyor. "B'ye gitmeliyiz. Orman orada."

"Peki bahsettiğin zindan ormanın neresinde?" diye soruyorum.

"İşaretli yerde." diye cevap veriyor, ama haritada işaretli bir yer göremiyorum. Köy kesikli çizgilerle üçe ayrılmış. Yaşam alanı, orman, dağlar ve deniz gibi yerler ayrıca belirtilmiş.

"İşaretli bir yer göremiyorum." diyorum. Parmağıyla ormanın dışındaki lekeyi gösteriyor.

"Haritayı bir başkası bulursa amacımızı anlamasın diye gideceğimiz yeri kahveyle işaretledim."

Cesur'un yanında kendimi aptal gibi hissetmeme engel olamıyorum. Beyin denen bir organımın olduğunu unutmuş olmalıyım ki bu yaşıma kadar onu beslemek adına bir şey yapmamışım.

Haritayı çantasına koyduktan sonra çantasından iki tane simit çıkarıp birini bana uzatıyor. "Bunlar bizi B'ye kadar idare eder. Oraya gidince de bir yer bulup dinleniriz."

Dediği gibi yapıp yola çıkıyoruz. Yürürken ayağımın altında bir şeyler çatırdasa da kafamı eğip yere bakmıyorum. Bu sadece midemin bulanmasına sebep olacaktı ve onu doldurmaya çalışırken tekrar boşalması hoş olmazdı.

Güneş iyice yükselince Cesur'un verdiği hırkanın içinde alev almaya başlıyorum. Etrafta kimsenin olmamasından istifade bir müddet onu çıkarıp yoluma öyle devam ediyorum. Bacaklarım güçsüzlükten titriyor. Nefes alışverişlerim zorlaşıyor. Alnımdan süzülen bir damla ter boynuma doğru yol alıyor. İçimden belki biraz dinlenmeliyiz diye geçiriyorum. Sanki Cesur bunu duymuş gibi yüzüme bakıyor. İkimiz de birbirimizden beter haldeyiz.

"Şu ağacın gölgesinde biraz otursak mı?" diye soruyorum. İtiraz etmeyince kendimi gölgeye atıyorum. Cesur'un verdiği sudan biraz içiyorum. O da eski bir kol saatini iki saat sonrasına kuruyor. Böylece burada uyuyup kalmayacaktık.

Simit yemiş olsam da aç hissediyorum. İster istemez aklıma NEM geliyor. Oradakiler kahvaltılarını çoktan yapmışlardır. Benim olmadığımı fark edince ne yapmışlardır acaba? Orada haberler çabuk yayılırdı. Elbet herkesin haberi olmuştur, ama ilk yatakhanedekiler fark etmiştir. Birinin gitmiş olması insana ne hissettiriyor acaba? Benim için endişelenen olmuş mudur? Çipi bulduklarında ilk ne düşündüler? Bunlar benim için hep büyük soru işaretleri olarak kalacaktı. Yoğun düşünceler ve ayaklarımın ağrısı eşliğinde kısa bir uykuya dalıyorum.

***

Cesur'un bana seslenmesiyle uyanıyorum. Kalkmamak için bir süre dirensem de en sonunda onun istediği oluyor. Uzun yürüyüşün eseri olan ağrılar nedeniyle güçlükle kalkıyorum. Sonra yavaş ve küçük adımlarla yolumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Neyse ki B'ye çok yakındık ve kısa süre içinde oraya ulaşacaktık. Bu yüzden hırkamı yeniden giymem lazımdı, ama hava yeterince sıcak olduğu için bunu pek yapasım yoktu. Sonra aklıma başka bir çözüm yolu geliyor. Cesur'a biraz uzakta durmasını söyleyip üzerimdeki uzun kolluyu çıkarıyorum. Atletimin üzerine hırkayı giyip uzun kolluyu çantama koyuyorum. Aslında atletimde bir sorun yoktu. NEM'de çoğu zaman tişörtsüz dövüşürdük, ama birinin önünde tişört çıkarmak beni bir miktar rahatsız ediyordu hepsi bu.

NEFERWhere stories live. Discover now