-18-

57 11 12
                                    

Cevher, kadının aramıza oturması için biraz yana kayıyor. Kadının oturması için ona kolumla destek oluyorum ve o an eldivenlerime bulaşan kanı fark ediyorum. Zihnim beni tekrar Cesur'un vurulduğu ana yönlendiriyor. Tabanca beynimde patlıyormuş gibi hissediyorum. Kulaklarım çınlıyor. Sonra kendime geliyorum.

"Annemi tanıyor muydunuz?" diye soruyorum. Kadın yavaşça başını bana çevirip gözlerime baktığında zaman durdu sanıyorum. Konuşmak için dudaklarını aralıyor.

"Kişisel olarak hayır, ama onun ruhunu tanıyordum."

Dudaklarım bükülüyor. İçimdeki ağlama isteğini bastırmaya çalışıyorum. Çok büyük umutlar taşıdığım için kendime kızıyorum.

"Nasıl?" diyorum sesim titrerken.

"Onu televizyondan izlerdim. Diğerleri gibi değildi. Uzun, ipek gibi saçları vardı."

Bunu söyledikten sonra gözleri benim saçlarıma kayıyor.

"Saçını bir savuruşu insanları büyülemeye yeterdi. Diğerlerinin dayattığı güzellik algısına aldırış etmeden incecik bir makyaj yapıp sahneye çıkardı. Bir de sesi vardı, insanların içini huzurla kaplayan yumuşak bir sesi."

Gözlerimi döşemeye dikiyorum. Güzellik algısına ben de takıktım ve bir zamanlar uzun, ipek gibi saçlarım vardı. Peki ya sesim? Benim sesim güzel miydi diye düşünüyorum, çünkü bunu düşünmek hiç aklıma gelmemişti.

"Ne düşünüyorsun?" diye soruyor Cevher. Ona ilk başta bir şey demiyorum. Sonra aklıma bir şarkı geliyor. Daha önce Leyla'nın bahsettiği filmde çalan şarkının bir kısmını hafızamda tutuyordum nedense. Oturduğum yerde dikleşiyorum ve o şarkıyı söylemeye başlıyorum.

"Yeni çağı karşılayacağız 
Savaşçı boyalarıyla kaplanmış şekilde 
Ormandan gökyüzüne ışıklar 
Gördün mü şimdi, bir yıldız kayıyor 
Tıpkı kan portakalı gibi görünüyor 
Ağlayasın gelmiyor mu, 
Benim değerli arkadaşım? 

Bu bittiğinde haberim olacak mı? 
Tüm bu hayat bir halüsinasyon 
Hiçbir şeyde yalnız değilsin 
Çabalarken yalnız değilsin 
... olmak için çabalarken"

Kadının dudakları hafifçe kıvrılıyor. Şarkıyı bitirdikten sonra elini dizime koyuyor ve soruyor.

"Bu şarkıyı nereden biliyorsun?"

Kaşlarımı kaldırırken derin bir nefes alıp veriyorum. "NEM'deyken film odasında bir filmde bu şarkı çalmıştı ve filmi kapatmışlardı. Yani... Bunun böyle olduğunu arkadaşım söylemişti. Çünkü generaller bize hologram ekranın bozulduğunu söylemişlerdi. O arkadaşım da şu an cezalı ve onun erkek arkadaşı da."

Yavaşça iç çekiyorum. Kadın elini kaldırıp yavasça dizime iki kez vuruyor.

"Evet, o arkadaşın zekiymiş." diyor.

"Nereden anladın?" diye soruyorum.

"Çünkü evladım, o şarkıyı seslendiren annendi."

"Yönetim onu tanımanı istemiyor." diyor Cevher de. Kulaklarım uğuldadığı için onu zorlukla duyuyorum. Leyla'nın o gün fazla paranoyak olduğunu düşünmüştüm, ama değildi. O sadece düşünmeyi biliyordu.

"Kızın suçu bu muydu?" diye soruyor Cevher. Yaşlı kadın içeri girdiği için bu sorusu yarım kalmıştı.

"Hayır." diyorum. "Beni öldürmek istemekle suçlanıyordu. Ama bunun yalan olduğunu herkes biliyordu."

"Nasıl?" diyor yaşlı kadın panik içinde.

"General olmak için seçmelere girmiştik. Küçük odalara girip geri çıkmaya çalışıyorduk. Bir yandan da odaya tepeden su doluyordu. Odamda partnerine güven yazan bir kağıt buldum, ama partnerim, Güney, beni orada bırakıp gitti. Çünkü kağıdında başka bir şey yazdığını iddia ediyordu."

"Peki ne yazıyormuş?" diye soruyor Cevher. İç çekiyorum. Hiç söylememişti ki.

"Söylemedi. Çünkü söyleyemezmiş. Kâğıdı imha ettiler muhtemelen."

"Kızın bu olayla ilgisini anlamadım." diyor Cevher. Haklı çünkü onun bir ilgisi yoktu.

"O kağıdı oraya onun koyduğunu söylüyorlar, ama bu imkansız. Derste hocaya burada araştırma yapmak imkansız gibisinden bir çıkışta bulunduğu için bayıltılıp revire götürülmüştü. O suçlu ilan edilince erkek arkadaşı kendisinin azmettirdiğini söyleyip onunla beraber gitti."

Uzun süreli bir sessizlik oluyor. Odada sadece nefes alıp verişlerimizi duyuyoruz. Kafamın içindeki binbir çeşit düşünce birbirine dolanıyor ve oluşan kargaşa başımı ağrıtıyor.

"Onları da kurtarmak istiyorum. Sonra da Gai'den çıkmak." diyorum. Yaşlı kadın kafa sallıyor.

"Bu zor olacak." diyor Cevher. Yaşlı kadın iç çekiyor.

"Kıyamet Savaşı sonrası Gai'ye yerleşirken Yönetim'deki devasa kapıdan geçmiştik." diyor sonra.

Bu bilgiyi almak beni heyecanlandırıyor. Ailemi ve arkadaşlarımı kurtardıktan sonra yakalanmadan o kapıya gidebilirsem hayatım kurtulurdu. Tabii bir de sonrası vardı, ama o konuyu sonra düşünmek istiyorum.

"O zamanları hatırlıyor musun, büyük anne?" diye soruyor Cevher. Kadın başını sallıyor.

"Savaştan sonra hayatta kalanlar buraya getirilmişti. Annem ve ben de onlardan biriydik. O zamanlar genç bir kızdım. Yeni yeni her şeyin farkına varıyordum."

O zamanlara dönmek onu hüzünlendirmişti.

"Tüm insanların aynı mesleklere yönelmesi sonucu bazı meslekler boşta kaldığı için üretim tam anlamıyla yapılamıyordu. Dünyada kargaşa çıkmıştı ve bu kargaşa hepimizi bir savaşa sürüklemişti. Bu yüzden savaş bittikten sonra kurucular kast sistemini getirdi. Böylece hiçbir meslek sonsuza dek boş kalmayacaktı."

Bir an duraksayıp Cevher'e bakıyor. O da yaşlı kadına soru sorar bir ifadeyle bakıyor. Sonra birden kaşları havalanıyor ve dudakları o şeklini alıyor.

"Dükkana gitmem gerek!"

"Evet, evet." diyor kadın sessizce. "Ben de yiyecek bir şeyler hazırlayayım. Hikayenin devamını o zaman anlatırım."

Kafamı olur anlamında sallıyorum. Cevher odadan çıkıp giderken kadın yavaş hareketlerle ayağa kalkıyor. Sonra o da çıkıp gidiyor. Odada sadece Nilüfer ve ben kalıyoruz. Birbirimize bakıyoruz.

"Oyuncaklarıma bakmak ister misin?" diye soruyor. Hafifçe tebessüm ediyorum.

"Tabii isterim." diyorum. Ahşap dolaptan büyük bir poşet çıkarıyor ve içindeki oyuncakları önüme döküyor. Sonra hepsini tanıtmaya başlıyor. Cesur için endişeli de olsam yüzüme yansıtmayıp ilgili bir şekilde onu dinlemeye çalışıyorum. Bu çok zor olsa da.

***

Özür dilerim geciktim. Daha fazla gecikmemek için bölümü ikiye böldüm o yüzden kısa oldu.

NEFERDonde viven las historias. Descúbrelo ahora