Bölüm 2 (Fark Etmek veya Edilmek)

11.3K 1K 965
                                    

"Orospu evladı, salsana şu topu!" Sahanın diğer ucundan Arda'ya seslenirken aklıma gelen Barış Hoca unsuru ile ağzıma vurmak ile yetindim. Arda artık pes edip topu Metin'e pasladığında derin bir nefes alıp Metin'in çevresine doğru ilerledim.

"At!" dedim emir verir gibi. Bu gece bu gol atılmalıydı. Barış Hoca oradan beni -peki belki de bizi- izlerken bacaksız bir herif gibi gözükmek istemiyordum. Metin beni pas geçip, kaleye doğru cesur bir atakta bulunduğunda ağzım açılmış bir biçimde bu piçliğe hayretle bakakaldım. Top kale direğine vurup, yeri boyladığında arkamdan duyduğum bitiş düdüğü ile olduğum yere oturdum.

"Bacaksız piç, bıraksaydın ya şu topu bana!" diye sinirle bağırdım. Herkes dönüp bana bakarken kafamı bacaklarıma gömdüm. Kafamı kaldırıp seyirci tribününden bizi izleyen adama bakmaya cesaret bile edemiyordum. Dün ki halı saha teklifimden sonra bir süre kahkaha atarak bana bakmış ve ardından ciddi olup olmadığımı sorgulamıştı.

''Beynin yok oğlum senin, niye ısrar ediyorsun ki gel diye.'' Kendi kararlarımı sorgulamaya dalmışken kafamı kaldırıp ona baktım. Okulda yıllardır rekabeti süren iki takım arasındaki bu dostluk maçına davet ettiğimiz diğer hocalar ile birlikte hala otururken sohbet ediyorlardı. Anlık olarak gözü benim tarafıma kaydığında gözlerimi kaçırmadım bu kez.

Gözlerini üstümden çekerken bende kafamı sallayıp tekrar yere odaklanmıştım. Su ihtiyacı ile kavrulmaya başlamıştım. Elimi enseme atıp hafif hafif ovalarken önümde sallanan şişe ile kafamı tamamıyla kaldırıp gülümsedim ve uzatan kişiye baktım.

''Hocam zahmet etmişsiniz.'' dedim hemen ayağa kalkarken. Omuz silktiğinde suyu elinden alıp hafif geriye doğru yalpaladım. Aşırı terliydim ve rahatsız olmasını istemiyordum. Ben geri geldikçe onun da hafifçe bana yaklaştığını fark ettiğimde kendi aramızda bir oyun geliştirdiğimizi anladım. Gülümseyerek suyu kafama diktiğimde onun da bıyık altından gülümsediğini gördüm. İşte bu içten gülümseyişine hayrandım. Biliyordum ki, insanların içten bir gülümseyişten fazlasına da pek ihtiyaçları yoktur, sıcak bir gülümseme ve içten bir sevgi yeterlidir. Ama içten bir sevgiye o kadar uzaktım ki onun nezdinde, işte bu canımı acıtıyordu.

Bir öğretmen-öğrenci, belki biraz daha ilerisi abi ve küçük kardeştik onun için. Bana bu sevginin yetmeyeceğini çok iyi biliyor ve tıpkı bir aç gözlü gibi daha fazlasını talep ediyordum. Su şişesinin kapağını kapattığım sırada telefonu çalarken gözlerimle hareketlerini takip ediyordum. ''Bir saniye.'' diyerek bu kez benden uzaklaştığında sırtımı okşayan hafif rüzgar ile baş başaydım işte. İçimdeki malum hislerle ne derece savaşırsam savaşayım konuştuklarına kulak kabartmadan edemedim.

''Tamam, bir saat içinde orada olurum canım. Yakınım zaten... Evet, evet... Beklemesen de olur... Tamam, bekle o zaman. Görüşürüz.'' Konuşması biterken suçluluk hissi ile gözlerimi kaçırmış, elimdeki şişe ile oynamaya başlamıştım. Kafasını telefondan kaldırıp bana bakarken gözlerini yüzümde gezdirmeye başlamıştı.

''Gitmem gerekiyor.'' dediğinde beynimde yanıp sönen sorunun dilimden dökülmesine engel olamamıştım. ''Nereye?'' dedim meraklı çıkan sesimle. Kaşlarını çatıp ''Z raporu da vermemi ister misin sana?'' derken sesindeki iğnelemeyle beni uyardığını ve sınırımı korumam gerektiğini ima ettiğini hissetmiştim. Oysa bu konuda tecrübesiz olmam çok olağandı. Sınırları olan bir aşka aşıktım ve ben insanların kalbine sınır çizebileceği gerçeği ile henüz karşı karşıyaydım.

''İyi bak kendine.'' deyip arkasını döndüğünde elimdeki su şişesini bu kez sıkmaya başlamıştım. Her kime veya nereye gidiyorsa gitmemesini istiyordum sebepsizce. Hep yakınımda, benim yanımda olsun; aşkımdan bihaber de olsa güneşi hep benim üstüme vursun istiyordum. Vücudum kasılmaya başlarken yapabileceğim en büyük paçozluğu yapıp bir adım atarken kendimi yere attım ve acı çekiyormuş gibi inlemeye başladım. Tek umudum bunun işe yaramasıydı.

Numaradan kıstığım gözlerimi açıp beni fark edip etmediğini kontrol ederken bana doğru geldiğini görmem ile oyunculuğumu devam ettirmeye başladım. ''Sorun ne?'' dedi yanıma eğilirken telaşla. Bu sırada sahada bulunan birkaç kişi yanıma gelirken dişlerimin arasından konuştum. ''B-bileğim, acıyor.'' diye acıyla kıvranırken bileğime doğru hareket edip, narince kavramıştı. ''Ani bir hareket yapma.'' dedi bakmadan. Ayağa kalkarken koluma destek olup ''Gel'' dedi bana. Bu sırada yanımıza gelenlere büyük bir şey olmadığını söyleyip sakinleştirmeye çalışıyordu.

''Acile uğrayalım.'' dedi beni yürütmeye çalışırken. ''Sana sadece bir saniye arkamı döndüm Hakan.'' Beni küçük bir çocukmuşum gibi azarlarken karşılık vermemeye çalışıyordum. ''Başımın çaresine bakabilirim.'' dedim yine de kendimi tutamayarak. Nereye gidiyorduysa engel olmama sinir olmuş gibiydi. ''Yürü sadece.'' derken bana dikkat ederek küçük sahanın dışından gözüken arabasına doğru yönlendiriyordu. Bir süre yavaşça yürüdükten sonra arabasının yanına geldiğimizde beni kapıya yaslarken ön yolcu koltuğunun kapısını açıp oturmam için yardım etmişti.

Arabaya biner binmez yüzüme vuran leylak kokusu ile hafifçe öksürdüm. Yan kapı açılıp sürücü koltuğuna yerleştiğinde telefonunu ayarlayıp navigasyon için önüne koyarken kulaklığını takıp bir numarayı tuşlamıştı.

''Alo... Evet İlkay... Ben yarın uğrasam sorun olur mu?.. Bir öğrencime yardım etmem gerekti de.. Tamam, sağ ol.. Görüşürüz, ben de.''

İlkay... Cidden bu ailelerin sorunu neydi? Çocuklarına uniseks bir isim takmak neyin nesiydi? Bu telefon konuşması ardından hastaneye kadar tek kelime geçmemiş olması da cabasıydı.

****

''Bir sorun olmamasına sevindim. Yarın ilaçlarını al ve kullan. İlk dersin bana yarın galiba, geç gelmeni tolere edebilirim sanırım.'' Büyük bir ciddiyet ile arabasını kullanıp bana açıklama yaparken, hastanede doktordan zaten sağlam olan ayağım için aldığımız bir şeyi yok telkinleri ardından beni yönlendirmelerim eşliğinde evime bırakıyordu.

''Sokağın sonundaki bina.'' derken yavaşlayıp bir süre sonra durduğunda bir şey demeden oturuyorduk. İnmek için kemerimi açtığım sırada tok sesiyle hareketime engel olmuştu.

''Bir sorun mu var Hakan? Biraz gariptin bugün.''

''Sorun yok hocam.'' dedim ciddiyetle. Onu bu tarz bir şeyle yanımda tutmak ezikliği hastanede kafama dank etmiş ve bu yüzden onunla pek konuşma girişiminde bulunmamıştım.

Elini elimin üstüne doğru atarken gözlerini gözlerime dikmişti. "Seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun." dedi kelimelerini toparlamak için es vermeden önce. "Bir öğrenciden çok bir kardeş gibi gördüğümü unutma." derken yüzündeki ve sesindeki ilginç ima ile olduğum yerde donup kaldım.

"Bir fazlası değil." dedi gözlerimi kaçırmadan önce. Kanım donmuştu, tek kelime edecek halde değildim. Ellerimi elinin altından çekip hızla kemeri açtım, tam kapıyı açmış ve inmek için hamlede bulunmuştum ki, bu mevzuyu havada bırakmak istemediğimi fark ettim. İlk defa cesur olmalıymış gibi hissediyordum.

"Bir balığa yüzme, bir kuşa uçma demekten farksız bu. Kusura bakmayın, bir fazlası için hep buradayım." Ayaklarımın bağı çözülmesine rağmen hızla kapı koluna tutunarak orayı terk etmiştim.

stendhal sendromu ➻ b×bHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin