Bölüm 16 (Masumiyet Müzesi)

6.9K 683 204
                                    

Hakan

Şarabı bardakta üç kez sallamadan asla bir yudum almıyordu, haç kolyesi her daim boynundaydı ve garip desenli ipek gömlekleri artık benim için de tamamlayıcı bir unsurdu.

Bir, iki, üç ve işte bir yudum daha.

"Biliyorsun on dokuz yaşımdayım. Bence artık içebilmeliyim." dedim önümdeki maden suyundan bir yudum alırken. Kaşlarını kaldırdı ve muhtemelen ısıtmak için ağzında bir süre beklettiği şarabı bana cevap verebilmek için aceleyle yuttu. "Aslına bakarsan içebilirsin ama benim yanımda asla. En son içtiğinde kafama taş atıp, gecenin bir köründe serenat yapmaya çalışmıştın."

Kaşlarımı çatıp huysuz görünmeye çalışarak zarif hareketlerini izledim. Önündeki peçetenin katlarını açıp dizlerine serişi ve saçlarını geriye atışı nasıl oluyordu da bu kadar estetik durabiliyordu? Belki de ben aptal bir fetişisttim, bilemiyordum.

"Bu gece seni buraya getirme fikrini ben ortaya atmalıydım. Biliyorsun ki İpek Hoca ile olan programın benim yüzümden bozuldu." Onu taklit edermişçesine ve büyük bir özenle peçeteyi dizlerime sererken, sıradan bir konuyu açmış gibi düz bir tonda söylendim.

"Eğer bundan rahatsız olsaydım burada olmazdım ya da bu gece seni buraya getirmezdim. O yüzden, yanımda olmanı yeğlerim."

"Ya tabii o yüzden buraya gelmeyi ilk olarak bana teklif etmedin ve o kadına ettin." Ne söylediğimi bilmeden, sadece karşılık verme hırsıyla konuştuğumda aniden kafasını kaldırıp bana bakmıştı. Kısa bir süre sonra ağzımdan çıkanları tarttığımda yüzümü buruşturdum.

"Ups, bir ergenle çıkmanın zararları." Kırdığım potu düzeltmek yerine ona kiminle birlikte olduğunu hatırlatmanın daha mantıklı olacağını düşündüm. Çünkü her zaman onun anlattığı hikayeleri dinleyen minik-tatlı sevgili pozisyonu benim gibi arsız birisi için fazlasıyla ağırdı. Hayır bundan şikayetçi değildim ama bazen durup dinlenmenin ve o ağırlığın sırtımda yarattığı kamburu düzeltmeye çalışmanın bir zararı olmazdı.

"Eh, fena değil. Ben daha kötü bir şeyler bekliyordum. Telefonlarımı açmamak gibi.." Tabağındaki eti büyük bir iştah ile parçalara bölerken çok ciddi duruyordu. Az önce elime aldığım çatal ve bıçağı henüz yemeğe daldıramadan kenarı eski yerlerine koyduktan sonra kollarımı masaya yasladım ve onu izledim.

"Sorumluluk sahibi olmam gerek. Ama arada bir trip atmama izin vermelisin. Sonuçta ben Gandhi değilim tamam mı?" Bu söylediğime seslice gülerken, kaşlarını kaldırıp "Elbette Gandhi değilsin." dedi ve yanındaki buzlu kovadan şarabı çıkarıp, maden suyu dolu bardağıma döktü. "Böyle de güzel oluyor, denemelisin. Hem sarhoş da olmamalısın, bu gece güzel olacak."

Sorunlarımızı keyif alırcasına gülerek halletmek beni memnun etmişti. Çünkü bağırışlar, kin tutmalar ve küçük hesaplar ikimiz arasında geçmesini isteyeceğim son şey bile değillerdi. Hazır bu kadar keyifliyken ve kaostan uzakken konuyu değiştirmek gelmişti içimden.

"Bu sabah senin kim olduğunu sordu annem." dedim neşe ile. Tabağa değen çatal ve bıçak sesleri durduğunda yüzüne düşen saçlarından görebildiğim kadarıyla şaşırmış gibiydi. "Ne anlamda?" dedi anlamadığını belli eden bir ses tonu ile. "Yani, işte beni bir Leyla yapanın kim olduğunu sordu." dediğimde verdiği derin nefesten rahatladığını anladım. Gözlerimi devirsem de bu tarz küçük alınganlıkları elbette ona belli etmezdim. "Sen ne dedin?" dedi ellerini peçete ile silip çenesinin altında birleştirirken.

"Ne diyebilirim ki? Geçiştirdim." Omuz silkerek maden suyumdan -ki artık pembe renkliydi- bir yudum aldım. Ağzımı açıp, tadının gerçekten güzel olduğunu söyleyeceğim sırada gözlerini üstümden çekmiş ve hesap istemek için elini kaldırmıştı. Onun diğer insanlarla olan iletişimini izlemek ise bana tuhaf bir zevk veriyordu. Her hareketini izleyip, bana diğer insanlara nazaran nasıl daha sıcak davrandığını keşfetmek içimde bir yerleri okşuyordu.

stendhal sendromu ➻ b×bWhere stories live. Discover now