Bölüm 15 (Diyalektik Düşünceler)

7K 691 168
                                    

Hakan

Zarif ellerinin ve dolgun dudaklarının henüz birkaç saat önce benim üzerimde olduğunu sindirememişken, onu şimdi o kadının yanında görmek tarifi zor bir acıya katlanmama neden oluyordu.

Nasıl olabiliyordu bu? Ben onu bu kadar hınçla severken, sevgimin taştığını ve sonsuz bir umuda büründüğünü hissederken, şimdilik sonum ve sonsuzum oyken, bir başkası ona dokunduğunda adımı hatırlayamaması hangi kalıba sığabiliyordu? Oysa ben her nefes aldığımda onun adı tekrar ve tekrar kafamın içinde yankılanıyordu.

Aslında tam da bu noktada kendime kızmalıydım belki de, beklentim neydi? Ne umarak onun yanına sokulmuştum ve dudaklarını, ellerini etrafıma sarmasına izin vermiştim?

Elbette onun korkuları sebebiyle İpek Hoca'dan ayrılmayacağını biliyordum. Çok ilginçtir, korkularını dahi anlayabiliyordum. Ama nefsime bunu kabul ettirmek benim için en zor olanıydı. Nasıl ikna edebilirdim ki kendimi? Sen onu seviyorsun, arkasında durmaya hazırsın ancak o korkacak ve hep sahte bir ilişkinin arkasına sığınacak. Sen ise onun hep dört duvar arkasında bekleyen sevgilisi olacaksın. Her şey bu kadar basit miydi? Yaşıma, gençliğime bunu yedirebilecek miydim? Belki de kanı kaynayan ve bencil olan bendim.

Onun yanındayken her şey pürüzsüz bir çizgiden ibaretken, tek başıma kalınca tereddütler içinde bocalıyordum.

"Çok düşüncelisin bakıyorum da?" Arda yanımdaki sandalyeyi çekip otururken, önümdeki meyve suyunu çekip dudakları arasına almıştı. Şöyle bir süzdüm ve görüşmeyeli onda hiçbir değişiklik olmadığını fark ettim.

"Düşünüyorum çünkü varım?" dedim epeydir konuşmamanın getirisi olarak çatallı sesimle. Kaşlarını kaldırdı ve o geldiği sıralarda baktığım yerde göz gezdirdi ve tekrar önüne döndü.

"Barış Hoca üzerine diyalektik düşünceler yani?" dedi ve göz devirdi. "1 ay sonra sınavın var ve sen cidden onunla ve korkularıyla mı yüzleşiyorsun?" dediğinde kaşlarımı çatarak, merakla sordum. "Nasıl bildin bunu?"

"Seni tanıyorum aptal. Kendini yiyorsundur içten içe." Kafa salladım ve bir şey demeden kafamı eğdim sonra. "Eee İpek Hoca konusunu konuştunuz mu? Ne diyor?" dedi biraz aradan sonra. Sesinde merakın yanındaki endişe kendisini ele veriyordu.

"Zaman istedi. Biraz daha ailesine ve çevresine kendisini kanıtlamak için zaman. Sonra, ben mezun olduktan sonra daha rahat olabilirmişiz." dediğimde anlamışçasına kafasını salladı. "Makul bir açıklama ancak takıldığımız nokta bu değil sanırım. Daha çok neden her konuda cesur olan birinin böyle bir konuda korkak olduğu?"

Arda'nın, defalarca kendi kendime sorguladığım şeyleri böyle bir çırpıda bana söylüyor olması can sıkıcı olmaya başlamıştı. Olayın baş kahramanı olduğum için mi sancı çekiyordum yoksa böyle kolay çıkabilecek sonuçlar mıydı bunlar?

"Yapabileceğim hiçbir şey yok ama. Ondan vazgeçemem. Bir süre dayanmam gerek." dedim derin bir nefesin ardından.

"Duygusal fedakârlık..." dedi meyve suyundan bir yudum almadan önce. "En fena olanı bu."

İç çektim bu cümleye karşılık sadece. Haklıydı, ne denebilirdi ki? Gözlerim tekrar ikisini bulduğunda artık gülerek ve hararetle bir şeyleri konuştuklarını gördüm. "Bunu konuştunuz Hakan. Her ne kadar paravan olsa da İpek Hoca'yı arkadaşı olarak da görüyor." diye hatırlattım kendime.

Onu kaybetme korkusuyla kanımda kaynayan bu kıskançlık ne zaman dinecekti bilmiyordum. Ama sonunun iyi olmayacağından da emin gibiydim. Parmaklarım masaya sırayla vuruyor ve sinir bozucu bir düzende ses çıkarıyordu. Dudaklarımın yolunduğundan emindim. Kamburum çıkacak kadar çökerek oturduğum sandalyeden onları izliyordum. Defalarca kez gülümseyişi sayesinde yumuşasam bile, karşısına baktığımda çıldıracak gibi oluyordum.

Ayağa kalktım ve Arda'ya minik bir işaret bile vermeden onlara doğru yürüdüm. Aklımda ne diyeceğime yahut ne yapacağıma dair tek bir düşünce bile yoktu. Her şey spontane gelişecekti. Tek amacım bu sinir bozucu mutlu anı bölmekti. Yalnızca beş adım sonra yanlarında olacaktım. Ağzımı açtım ve saçma bir giriş yapmaya hazırlandım.

Dört, üç, iki...

"Aaaa hocam, nasılsınız? Bizimle akşama halı sahaya geliyorsunuz değil mi?" Hayır, bunu söyleyen kesinlikle ben değildim. Siktiğimin halı sahası!

Koluma giren elle, şaşkınlık içinde Arda'nın yüzüne baktım. Ve hatta Barış ile İpek Hoca'da bakıyordu ona. Beni görür görmez Barış, İpek Hoca ile arasındaki mesafeyi daha çok açarken, "Ne alaka?" dermiş gibi gözlerime bakıyordu. Benden bir cevap alamayacağını anlayınca gözlerini Arda'ya çevirdi.

"Ne halı sahası Arda?" dedi merakla onu süzerken. Ben boğazımı temizlediğimde, tek isteğim bunun bir uyarı olduğunu anlamasıydı.

"Ah o halı saha, geleceğim ya, tabii." dedi ve İpek'e döndü. "İpek üzgünüm, sanat galerisini başka zaman gezeriz. Çocuklara sözüm vardı, unutmuşum." dediğinde sinirle ona baktım. Bir de plan mı yapmıştı onunla? Bana haber bile vermeden. Ergence düşüncelerimin esiri olurken, zaten bir ergen olduğumu hatırlamak hissettiğim tüm deliliklerin kendimce bahanesiydi.

"Hatırlatmamızı yaptığımıza göre gidelim Arda, ha?" dedim diğerlerine bir kez daha bakmayı reddederken. Arda kafasını sallarken, koluma girmiş olan kolunu çekiştirerek geri döndüm. Biraz uzaklaştıktan sonra yanımdaki çocuğun kolundan çıkıp, onu azarlamak için atağa geçtiğimde o benden önce davranmıştı.

"Eğer bensiz bölseydin onları, çok belli ederdin. Zaten bir kez şüphelenmiş kadın. Aklını kullanmıyorsun bari kullananlara kızma." dedi kendini savunmak için hızlıca konuşup, el hareketleri ile kendini desteklerken. Kızmak için yükselen omuzlarım düştüğünde, sınıfa doğru yürümeye başlamıştık. Elini omzuma attı ve sıvazladı.

"Daha önce de demiştim sana. Savaşman gerek. Öylece bırakamazsın. Artık bir ilişkin var değil mi? Pasif durma, cazgır ol ama sahip çık ona. Bunu hissederse, hep olması gereken yerde, benim yerimde olur." dedi ve bana sarıldı. Bu kocaman sarılışa karşılık verirken dediklerini tartıyordum. Ayrılacağımız sırada kafamı salladım ve iç çektim.

"Artık mızmızlanmak yok. Savaşacağım. Ama nereden başlamalıyım sence?" dedim merakla. Şu an düşünme yetilerimi rafa kaldırmış, yalnızca Arda'dan komut bekliyordum.

"İpek Hoca ile gideceği sanat galerisine seninle gitsin mesela. Ama sen seç. Hangisi olduğuna sen karar ver. İplerin bir ucu sende olsun."

O gün karar verdim, ipler kopmadan onları elime alacaktım. Çünkü ipler koparsa, her şey biter.

****

Bir dahaki bölüm bol sanatlı olacak efendim. Bir iki tablo ve heykel var kafamda. Bir tane de müzik. Öneriniz varsa alırım ama yine de.

Yeni bir kurgu yayımladım. Çerezlik bir şey. Yazımı daha basit olduğundan daha sık bölüm gelir diye umuyorum. Şeytan Yoklaması isimli kitaba profilimden ulaşabilirsiniz!

stendhal sendromu ➻ b×bWhere stories live. Discover now