Bölüm 9 (Aşkı Harcamak)

7.3K 849 165
                                    

*medya: Barış Hoca

Hakan

Sevdiklerimiz için neler yapabilirdik? Her türlü fedakarlığı yapabilir miydik örneğin? Düne kadar ben de bunun cevabını bilmezken, bugün kırmızı çizgilerimi bir bir yakmış ve ''Asla!'' dediğim adımları hiç düşünmeden atmaya hazır hale gelmiştim. Şimdi, en son serenat yapmak için beklediğim bu kapının önünde, onun evine dönmesini bekliyordum.

Çöktüğüm sokak kaldırımında kendime sarınırken bacağımı telaş ile sallıyordum. Evden çıkmadan önce pek çok kez kendi kendime tekrarladığım konuşmayı şimdi unutmak üzereydim. Başımı ellerimin arasına alırken, binaya vuran araba farları ile kafamı kaldırdım. Ellerimi gözlerime siper ederken kalbimin ağzımda attığını hissediyordum. Ne yapacağımı kestiremezken bir süre onun arabayı park edişini izledim.

Kapı açıldı ve lüks arabanın içinden hafif sendeleyerek indi. Belli ki beni henüz fark etmemişti. Onu izledim, bu sakin ve telaşsız hallerini izlemek bana keyif veriyordu. Arabayı kilitleyip binaya doğru geleceğini sanırken arabanın arka kapısına doğru yürüyüşünü izledim. Henüz seçebilsem de, asık bir suratla arka kapıyı açtığında net bir topuk sesi yankılandı boş sokakta.

Yutkundum ve düşündüğüm şey olmaması için temennide bulundum. İkinci topuk sesini duyduğumda artık o ince ve zarif beden karşımdaydı.  Oldukça flörtöz bir biçimde onun koluna girişini izledim.  O an pek çok şey geçebilirdi aklımdan; onu kıskanabilirdim, bana gereksiz yere ümit verdiği için hesap sorabilirdim, bulunduğu saçma durumu yüzüne vura vura onu sorgulayabilirdim ancak düşündüğüm tek şey İpek Hoca'ya ne açıklayıp da onu riske atmadan bu durumdan kurtaracağımdı.

Yapabileceğim en fena fedakârlığın ondan ümit kesmek olduğunu sanırken, daha fazlası omuzlarıma çökmüştü şimdi. Oturduğum kaldırımda iyice küçülmeyi dilerken, artık bana yaklaşan ayak sesleri ile mecburen ayağa kalktığımda gözlerini birbirlerinden ayırıp bana bakma gereği duymuşlardı.

"Hakan?" dedi sesindeki endişe ile. İçimden küçücük bir ses bu endişenin sebebini bu saatte, bu soğukta onu beklememe bağlamak istiyordu. Ama o sesin Pollyanna'dan farkı yoktu. İçimdeki en gür ses ise onu ifşa etmemden korktuğu için endişelendiğini söylüyordu.

"Hocam." dedim gözlerimi olağanca kaçırırken. Mantıklı bir açıklama bulmak için çırpınsam da, beynim buna diretiyordu. "Gecenin bir köründe burada olmanı neye borçluyuz?" İpek Hoca tiz sesiyle konuşurken, kafamı iyice eğdim. Kendimi mahcup hissediyordum. Bir şeyi engelleyen, hep o küçük pürüz gibiydim şu an.

"Sadece-" dedim sözümü toparlamak adına teklerken. "O sadece ara ara gelir. Konuşuruz." dedi benim yerime. Kafa salladım, itiraz etmeden ve üstüne düşmeden. Bir an önce buradan gitmek istiyordum. Ama sonra aklıma küçük bir şey geldi.

"Aslında.." dedim cesaret edip gözlerine bakarken. "Geçen gün size verdiğim tablo. Onu başka bir yere bağışlamamı istemiştiniz. Geçerken alayım dedim." İpek Hoca anlamasa bile onun bu garip isteğimin nedenini çok iyi bir şekilde anlayacağından emindim. Birkaç kez bir şey söylemek için ağzını açsa da, tekrar kapattı ve itiraz etmeden yukarı çıktı. 

''Ne tablosu bu?'' dedi İpek Hoca çıt çıkmayan sokakta dikilirken. 

''Bana bir konuda yardımı dokunmuştu da. Hediye etmiştim. Tesadüf aynısı varmış onda. Bir sanat galerisine bağışlarız dedik.'' Aklıma gelen ilk bahaneyi söylerken kafasını salladı ve sabırsızca beklemeye başladı. Kısa bir süre sonra tekrar konuştu.

''Gecenin bu saatinde burada olman garip geldi sadece.'' dediğinde kaşlarımı kaldırdım. ''Ne tesadüf siz de buradasınız.'' dedim sesimdeki bariz ima ile. Apartman kapısının açılma sesini duyduğumda kafamı oraya çevirdim. Yanımıza gelişini izlerken göz göze gelmekten, yanımda durmaktan bile kaçındığını fark etmiştim. Rolleri değişmiş gibiydik, olgun davranmadığının farkında olmalıydı.

İkimiz de birbirimizle konuşmamaya özen gösteriyor gibiydik. Orijinal boyutundan biraz küçük olan tabloyu koyduğu koruyucu poşet ile bana uzattı. ''Hangi tablo bu?'' dedi İpek Hoca merakla. Türlü türlü şeylerle sınanabilecekken, sevdiğim adamın muhtemelen yeni sevgilisi ile sınanmak sabrımı zorluyordu.

"Umut, Güzellik ve Aşk Tarafından Mağlup Edilen Zaman." dedim tek nefeste. Yanıma yaklaşıp, kafamın yanından kafasını uzattı ve tabloya baktı uzun uzun. Bu sırada bense karşımdaki adamı izliyordum. Yeri izliyordu. 

''Güzel tablo.'' dedi geri çekilirken. Kafamı salladım. ''Anlamı da güzeldir.'' dedim bir iki adım atıp onlardan uzaklaşırken. Barış Hoca kadının kolundan tutup çekiştirirken, birkaç adım daha geriledim. 

''Evet ismine bakılırsa, öyle.'' Tamamen nezaketen konuştuğumuz çok belliydi. Ama bu kibarlık oyunlarını ilk bozan kişi olmayacaktım.

''Ama güzel olması hala geçerli olduğunu göstermez.'' 

''Aslında biz içeri geçsek iyi olur.'' Barış Hoca bana bakıp söylediğinde bunun gitmem adına bir sinyal olduğunu anlamıştım. Buna rağmen inatla konuştum.

''Zaman artık hem aşkı hem de umutları yok ediyor. Güzellik... İşte ona gelince o hep orada. Ama aşk olmadıktan sonra..'' dedim omuz silkerek ve arkamı döndüm. Çoktandır dolu olan gözlerimi kırpıştırdım ve ağlamak için kendime bir yol açtım. Kolumun altında o malum tablo, beynimde bir dolu karmaşa ile gecenin ortasına ilerliyordum.

Oysa bu gece buraya gelirken aklımdaki tek şey, onun olduğu kişi gibi kalmasını istemek ve kendi benliğimden ödün vermeyi teklif etmekten fazlası değildi. Ben onun için kendimden vazgeçecektim.

Kim bilir, belki de o da benim için kendinden vazgeçmişti. 


***

Bu bölümü tam olarak kafamda toparlayamadım ama yazmazsam bir daha asla olmazdı. Kötülüğünü mazur görün, devamı gelsin diye yazdım. 


stendhal sendromu ➻ b×bWhere stories live. Discover now