Bölüm-15

3.3K 236 65
                                    

   "İnsanların durumu çok kötü burada abi" deyince başını olumlu anlamda sallayıp "evet maalesef öyle Melike. Ne yazık ki sefalet çukuruna batmış durumdalar" deyince "Sen de fark ettin demek. Abi, biz bile buraya geleli birkaç gün olmasına rağmen bunu fark edebiliyorsak koca kral nasıl fark edemiyor?" diye sordum. "Eğer yönetim de tüm ipleri başkasının eline bırakmışsan görmemen doğal değil mi Melike?" deyince "haklısın abi ama bunu değiştirmemiz gerekiyor biliyorsun değil mi? Hazır elimizde bu makamlar varken hem de. Makam mevki hiçbir zaman peşin de koştuğumuz şey değildi. Ama madem böyle bir kozumuz var bunu kullanmamız gerekiyor, ne dersin?" diye sorunca eliyle hafif çıkmış olan sakallarını kaşıyıp "Sen raconu kestin üsteğmenim. Bana da evet demekten başka bir seçenek bırakmadın."

Abimle konuştuktan sonra sistemin nasıl işlediğini iyice öğrenmeye karar verdik. Sonuçta mucizevi bir şekilde değişen yeni hayatımızla ülke yönetiminde çok önemli iki makamın sahibi olmuştuk. Bize verilen bu şansı iyi değerlendirmemiz gerekiyordu. Ardından sokağa inip halkın nabzını tutmaya karar verdik. Abim askerlerden birini Fırat'ı bulması için gönderdi. Bir süre sonra yanında Fırat ile birlikte geri geldi nöbetçi. "Fırat halkın içine karışıp onların nabızlarını yoklamak istiyoruz. Sen de bize yardımcı olsana. Burada hiç kimseyi tanımıyoruz. Sen tanırsın herkesi. Doğru kişilere ulaşmamızı sağlayabilirsin." deyince Fırat da "Olur abi. Siz çok güzel bir niyetle yola çıkmışken ben de seve seve yardımcı olurum"
"Haydi o zaman kalkalım artık. Erken kalkan çok yol alır derler" deyince "Erken kalkan çok yol alır. Çok güzel bir sözmüş"
"Biz de böyle daha çok söz var. Sen merak etme" dediğimde kalkıp yürümeye başladık. Aslıhan'la geriden gidiyorduk. "Aslıhan evlilik nasıl gidiyor?" diye sorduğum da hafif utandı ve önde yürüyen Fırat'a bakıp gülümsedi. "Çok güzel gidiyor." Deyince "Aslıhan biraz daha detaya gir istersen. Ha yok beni o kadar yakın arkadaşın görmüyorsan anlatma" dedim ve biraz hızlandım. Ulan ayaküstü trip attım kıza. Helal olsun bana. Galiba kafada sıkıntı var benim. Arkamdan koşar adımlarla gelip kolumdan tuttu ve "Ben öyle mi söyledim Melike? Tamam, anlatıyorum ama bazı yerlerini atlayacağım haberin olsun" dediğinde yanakları kıpkırmızı olmuştu. Onun bu haline gülüp "Bir zahmet atla canım. Detay dediysem o kadar demedim"
"Ben de Fırat da anne babasız büyüyen iki kişiyiz. Fırat amcasının yanında ben de dayımın yanında büyüdük. Fırat'la evlerimiz yan yanaydı o zamanlar. Daha küçük çocukken beraber oynardık falan. Hatta ilk benim yanıma gelip oynamak istediğinde şaşkınlıktan çocuğun kafasına taş attım" dediğinde "Hadi canım? Şaka yapıyorsun?" deyip gülmeye başladım. "Melike ben gideyim istersen? Hani daha güleceksen?" Fermuarı çeker gibi elimle ağzımı kapatınca " O ne be öyle? Ne yaptın sen biraz önce?" deyince nerde olduğumu hatırladım. "Şey demek, tamam ağzımı kapatıp susuyorum demek gibi bir şey"
"Anladım, neyse işte ben taşı attım ama bir şey olmadı ona. Öyle böyle sürekli kavga ede ede oynamaya başladık. Büyüdüğümüzde artık birbirimize olan duyguların farkına varmıştık. Bir gün bana gelip şey dedi; "Aslıhan biliyorsun benim annem babam yok yani hiç kendi ailem olmadı. Ben seninle bir aile kurmak istiyorum, benim ailem olur musun?". Fırat ile aile olmak fikri o kadar güzeldi ki düşününce. Ben de yengeme falan sordum. Onlar da onayladı işte. Daha sonra evlendik. İlk başta korkularım vardı. Ya kavga edersek ya birbirimize zarar verirsek diye zarar demişken fiziksel zarardan bahsetmiyorum. Fırat'ım bana ölse el kaldırmaz. Ama sonradan anladım ki çok güzeldik biz. Birbirimizin yarayan kanası olan sevgisizliği, şefkatsizliği tamamlıyorduk artık. İkimizin de ailesi yoktu ama biz birbirimize aile olduk anlayacağın" deyip önüne baktı. "Senin adına çok sevindim. Allah daha da mutluluklar nasip etsin"

"Allah mı? O kim?" diye merakla sordu. " Allah (c.c.) tüm her şeyi yoktan var eden mutlak güç sahibidir. Allah yerler ile göklerin sahibi, âlemi muhteşem bir düzen ve nizam içinde yürüten eşsiz gücün sahibidir"
"Tanrı kavramı biz de pek yok. Biz sadece kralların tanrının çocukları olduğunu biliyoruz. Bu tüm Orbis'te de böyledir."
"Yani her krallığın tanrısı ayrıdır öyle mi?"
"Evet çünkü her krallığın mistik gücü farklıdır. Tanrılarda ona göre farklı yeteneklere sahiptir"
"Yaratıcı dediğimiz tanrının, yarattığı her şeye hâkim olması gerekmez mi? Yani ateşi kontrol edebilen tanrı suyu da kontrol edebilmelidir."
"Haklısın ama dediğim gibi biz krallarımızdan ne gördüysek ona inanırız. "
"Ölümlülerin tanrı olması sana da saçma gelmiyor mu Aslıhan?"
: "Şey evet ama o ölürse yerine oğlu geçer"
"Peki ya kralın tüm oğulları öldüğünde ne olur?"
"Şey... Bilmiyorum. Sizin gezegeninizde tek tanrıya mı inanıyordu herkes?"
"Hayır, bir sürü din vardı. Ama çoğu, insanlardan para koparmak için uydurulan dinlerdi" dedim
"Melike haydi atları alalım" deyince ahıra geldiğimizi fark ettim. Anadolu'ya yaklaşıp okşamaya başladım saçlarını. "Ee Anadolu özledin mi bakalım beni?"
"Bu ne hal böyle? Yoksa atlardan biri sana çifte mi attı? Hangi at söyle hemen göster bana" diye sinirlenip şaha kalktı. Bu sinirli halinden biraz ürkmüştüm. "Melike neler oluyor orada?" diye sordu. "Beni bu hale getiren atı soruyor abi, o yüzden bu siniri" dedim gülerek. Onlarsa bana şaşkın şaşkın bakıyordular. "Anadolu sakinleş, yoksa başka ata binip giderim" dediğimde gözlerini bana dikip bakmaya başladı. "Beni tehdit etme. Sen ne kadar inatçıysan ben senden de inatçıyımdır Melike. At sahibine göre kişnermiş ona göre. Ben varken başka ata bindiğin anda bir daha bana binemezsin haberin olsun. Benim de bir gururum var. At gururumu kimseye çiğnetmem" deyip başını diğer tarafa tripli şekilde çevirince gülmemek için kendimi zor tutuyordum. "Tamam o zaman haydi gel seni hazırlayıp çıkalım. İşlerimiz var bizim."
"Ne işi? Savaşa mı gidiyoruz?" diye sordu heyecanla.
"Yok ya halkın arasına karışıyoruz. Savaş mavaş başımıza iş çıkarma şimdi. Onların dertlerini ve şikâyetlerini dinleyip elimizden gelen yardımı yapmaya çalışacağız"
"Bu fikir kesinlikle senden çıkmıştır eminim." Eyerini yerleştirip, düzelttikten sonra sırtına atladım. Ve başını okşayıp "Aferin beni iyi tanıyorsun Anadolu. Gurur duydum seninle. Evet, benim fikrimdi"
"Anladım. Ama dikkatli ol. Bu attığınız adım birilerinin canını yakabilir. Canı yanan da can yakmak için çeşitli yollara başvurur."
"Valla at olduğuna inanmasam bu fikirleri kitaplardan arakladığını düşüneceğim artık. Bu arada sen okuma yazma biliyor musun?"
"Yok artık Melike. Atım ben at. Ne okumasından yazmasından bahsediyorsun? Lan toynaklarımla mı tutayım kalemi?" deyince ona hak verdim. "Siz ne konuşuyorsunuz bu kadar süredir?" deyince ona döndüm. "Okuma yazma bilip bilmediğini sordum."
"Yok artık Melike? At lan o at" dedi abim.
"İnanır mısın aynısını ben dedim az önce"
"At mat ama biraz önce bana söylediği cümleyi duysaydınız siz de merak ederdiniz. Bana "Bu attığınız adım birilerinin canını yakabilir. Canı yanan da can yakmak için çeşitli yollara başvurur." dedi. "Aferin, zeki atmış" dedi "Ne sandın. Öyle dışardan bakıldığı gibi sadece at değilimdir ben. Zeki atım ben"
"Tamam gaza gelme hemen" dediğim de Fırat atını durdurup bize döndü ve
"İşte geldik. Burada her türden esnaf, zanaatkâr ve çiftçi falan bulabilirsiniz" dediğinde atlardan inip onları oraya bağlayıp ilerlemeye başladık. İçeri girdiğimizde herkes bizi tanımıştı. Yada peşimizdeki askerlerden dolayı soylulardan olduğumuzu düşünmüşlerdir. Abim askerlere dönüp "Siz bizi dışarda bekleyin komutan" deyince "Ama prensim, sizi burada yalnız bırakamayız. Tehlikede olabilirsiniz" deyince "Merak etme burada gayet de güvendeyiz. Bu insanlardan bize zarar gelmez". Askerler çıktıktan sonra bir yere geçip ayakta beklemeye başladık. Aralarında fısıldaşmalar başlamıştı. "Prens ve Prenses mi bunlar?" başka biri "Gördünüz mü askerleri gönderdi ve bize buradan zarar gelmez dedi" "Evet evet duydum. İlk defa böyle bir olaya şahit oluyorum" Aralarından biri öne çıkıp konuşunca fısıldaşmalar anında kesildi "Hoş geldiniz prensim. Siz de hoş geldiniz prenses" diyen adama döndüm. Hala bu unvanlara alışamamıştım. Samimi şekilde gülümseyip hoş bulduk dedim. "Hoş bulduk. Hepiniz buraya gelme gayemizi merak ediyorsunuzdur, biliyorum. Bizim buraya geliş amacımız; dertlerinizi sizden duyup onlara çözüm bulmaya çalışmaktır"
- "Hoş geldiniz, sefa geldiniz ama bizim sorunlarımızı bugüne dek hiç kimse dinlemedi. Siz daha 2 gündür geldiniz. Belki heyecan belki ilk gelmenin şevkiyle böyle bir şey yapıyorsunuz. Ama sonradan vazgeçerseniz bize ne olacak?" insanlar haklı olarak endişeliydiler. Hiçbir zaman hizmet görmeyen insanlar doğal olarak merak ediyordular nedenini.
"Beni de abimi de arena da savaşırken gördünüz. Sizce pes etseydik orada etmez miydik? Ama biz pes etmek yerine her zaman yaptığımız şeyi yaptık; mücadele ettik ve kazandık. Haklısınız bugüne kadar size hiç kimse yardım etmedi, dediğiniz gibi dinlemedi bile. Ama bundan sonra öyle olmayacak. Siz sorunlarınızı korkmadan usanmadan gelip biz ikimize söyleyeceksiniz biz de elimizden geldiği kadar yardım etmeye çalışacağız size"
- "Peki neden? Yani neden siz de diğerleri gibi servetinize servet katmak yerine bizimle ilgileniyorsunuz?" diye şüpheyle sordu Cihangir de adama bakıp "Çünkü biz Müslümanız. Dinimiz bize mazluma yardım etmeyi zalime karşı çıkmayı emreder. Bizim geldiğimiz yerde yani Dünya gezegeninde de böyle acımasızlıklar çoktu. Orada da zulümler çoktu ama orada biz ikimizin elinde böyle imkânlar yoktu. Sadece kendi çapımızda yardımlar edebiliyorduk"
-"Sizin dininiz yardım ettiğiniz zaman karşılık beklemiyor mu?" diye sorunca abime dönüp herkes gibi ben de merakla cevabını beklemeye başladım. "Bakın bizim dinimizde ne emrediliyor anlatayım size; bizde sağ elin verdiğini sol el görmeyecek denir. Yani iyilik yaptığın zaman gizli yapacaksın der. Hiç kimsenin açığını veya kötü huylarını araştırıp ortaya dökme der"
- "Peki dininiz bu kadar yardımsever bir dinse neden kendi fakirlerinize yardım etmiyorsunuz? Siz biraz önce dediniz dünyamızda çok kötülük var diye?" diye sorunca bu sefer ben araya girip "Her yerde iyi insanlar olduğu gibi kötü insanlar da var elbette. Biz her yıl bir ay boyunca oruç tutarız, mallarımızdan fakirlere zekât olarak veririz ve kurbanlar kesip etlerini ihtiyacı olup da et alacak gücü olmayanlara dağıtırız. Bunların karşılığını da sadece yüce Allah'tan bekleriz"
- "Eğer dininiz gerçekten bunları söylüyorsa hak dindir o. Ama bizden de dininize girmeyi hemen beklemeyin."
"Yanlış anlamayın biz bunları siz dinimize zorla girin diye anlatmıyoruz. Ya da birazdan dinleyeceğimiz dertlerinizin çözümü içinde girmek zorunda değilsiniz. Siz sordunuz biz de anlattık"
- "Nasıl yani dininize girmemizi şart koşmadan mı dertlerimize çözüm arayacaksınız?": "Evet. Biz din taciri değiliz. Hiçbir şart koşmayacağız size. Şimdi İsterseniz başlayalım artık. Zamanımız kısıtlı çünkü. Daha sonra bol bol sohbet ederiz. Buyurun başlayın" orta yaşlı biri ileri çıkıp
- "Evladım biz tüccar insanlarız. Burada dükkânlarımız var ve tüm gün çalışıp didiniyoruz. Ama alınan vergiler yüzünden belimizi doğrultamıyoruz."
"Fırat vergi oranı nedir?"
"Prens Yusuf'un belirlediği vergi oranları soylulardan vergi alınmıyor, esnaf, tüccar ve zanaatkârlardan yüzde 80 oranında vergi alınıyor. Çiftçilerden ise yüzde 65 oranında vergi alınıyor " deyince gözlerim kocaman açıldı.
"Yüzde 80 mi? Ne yaptığını sanıyor bu? Sen tüccardan kazandığı tüm parasını vergi adı altında gasp ediyorsun resmen"
"Bu vergi konusu halledilir inşallah. Şimdi sıradaki gelsin"
- "Evladım biz çiftçiler kendi toprağımızı ekip biçeriz ama bize verilen topraklar yetmiyor. Çok az olan topraklarımızda susuzluk sorunu yüzünden istediğimiz gibi ürün vermiyor"
"Fırat gelirken her yer boş ve ekilmemiş topraklarla doluydu? Neden insanlara toprak verilmiyor?"
"O topraklar yıllık olarak soylulara verilir. İster ekerler ister ekmezler. Su sorununa gelince de soylular suyun bitişiğindeki en verimli toprakları kendi aralarında paylaştırdılar. Tabii bu paylaşımı yapan Prensti. Onlar da suları eksilir diye halka çok az su veriyorlar. Sorun bu temel olarak"
"Olmaz böyle. Eğer toprağı ekmeyeceksen sana verilmez o toprak. Onu hak edene vereceksin. Siz merak etmeyin. Bu sorunlar en kısa zamanda çözülecek. Elimizden geleni yapacağız. Artık konseyde halkı biz ikimiz temsil edecez."
- "Konseydeki bir temsilcimiz olursa hele ki temsilcilerimiz veliaht prens ve prenses olursa bizim sırtımız yere gelmez."
"Siz hiç merak etmeyin. Biz binlerce yıllık devlet geleneği ve terbiyesiyle yetişen bir milletin iki ferdiyiz. Bizim için dünya da iki Türk bir araya gelse devlet kurar denirdi. Bizim atalarımızdan öğrendiğimiz en önemli şeylerden biri halkı yaşat ki devlet yaşasın olgusudur."
"Başka derdi olan varsa söylesin." Konuşmalara öylece bütün gün devam etti. Akşam olduğunda saraya dönüp uyuduk direk. Çünkü halktan bazıları bizi evine davet edip akşam yemeği vermişti bile. Diğer gün aynı şekilde kalkıp meydana gittik tekrar. Ardından konsey günü gelmişti.
Kral Yakup konuşmaya başlayınca herkes susup dinlemeye başladı. Ee tabi adam kral, cesareti olan varsa konuşsun. "Öncelikle hepinize geldiğiniz için teşekkür ederim. Bugün sizlere 2 yeni üyemizi tanıtmak istiyorum. Oğlum Cihangir ve kızım Melike. Hepinizin bildiği gibi onlarla mecburiyetten ayrı kaldık yıllarca. Ama onlar orada da boş durmayıp buradakilerden kat be kat zor olan askerlik görevindeydiler"
- "Saygı değer kralım henüz gelmeleri çok kısa sürmüşken onları konseye almamız biraz abes kaçmaz mı?"
- "Prens Cihangir yine kabul edilebilir ama bir kadının konseyde olmasına razı değiliz, prenses olsa bile"
annem söz alıp "O kadın dediğinin arenada yaptıklarını herkes gördü. Hanginiz bu kadar cesur olabildiniz?" diye savundu.
"Ben ikisine de güveniyorum. İkisi de sahip oldukları tecrübelerle bizim yolumuza aydınlatacaklardır eminim"
- "Başka bir gezegende ki tecrübeleri burada işe yaramaz kralım. Nasıl bir tecrübeye sahip olduklarını da bilmiyoruz ayrıca" dediğinde diğerleri de onu onaylar biçimde mırıldanmaya başladılar. Abim bir adım atıp konuşmaya başladığında herkes susup onu dinlemeye başladı "Sana ne tür tecrübelerimiz olduğundan bahsedeyim kısaca parlak çocuk" adamın üstünde turuncu ve parlak kıyafetten bahsediyordu. Öyle söyleyince hafif bir gülme kaçtı ağzımdan. Adam bana pis pis bakıp abime döndü. "Biz Türk Silahlı Kuvvetlerinin en özel birliklerinden olan Özel Kuvvetler komutanlığına bağlı iki subayız. Sizin hayal bile edemeyeceğiniz operasyonlara katıldık. Sizin şimdi yukarı baktığınız da gördüğünüz o bulutların içinden aşağı atladık defalarca biz. Bu kaleden onlarca kat daha yüksek dağlardan iplerle aşağı sarkıp operasyon yaptık. Operasyon dediğim şartları size söyleyeyim onu da bilin bari. Bizim dünyamızda öyle kılıç ve ok kullanmak 300-400 yıl önce de kaldı. Ateşli silahlar, bombalar, mayınlar, savaş uçakları, helikopterler, savaş gemileri falan filan işte. Ki bunlardan birkaçıyla tüm Orbis'i yok etmek bu kaleden çıkıp merkeze varana kadar ki süreden daha kısa olur. Yani bize tecrübeden bahsedecek son kişiler sizlersiniz. Kim bilir belki eline daha kılıç bile almamışsındır sen yüce soylu."
- "Bizim yerimize savaşsınlar diye askerler var" diye küçümseyerek konuşunca adama bakıp "Bir gün seni kuytuda köşede sıkıştırdıklarında da o askerler yanında olacak mı ve sen kendini nasıl koruyacaksın çok merak ediyorum" dediğim de babam otoriter bir ses tonuyla konuşup "Bu lüzumsuz tartışmayı bırakın. Hem sizin o tecrübesiz dediğin kadın bir Lectorem" deyince herkesin kafası aniden bana döndü. Hepsinin ağzı bir karış açık kalmıştı. Lectorem neydi be? Bu kadar şaşırmıştılar.
- "Emin misiniz kralım?"
"Yalan mı söyleyeceğim Dorto? Gözümüzün önünde atına emirler verdi atı da o emirleri yerine getirdi. Yani Melike bir zihin okuyucu. Ve atıyla da mühürlenmiştir. Hem de bu kadar kısa bir sürede"
annem de "Ki bazı soyluların yıllardır burada doğup yaşayıp da mühürlenememişken" dediğinde bazı soyluların yerlerinde rahatsızca hareket ettiklerini fark ettim.
"Şimdi konsey toplantısını açıyorum. Sorunları dinliyorum."
- "Soylulara verilen topraklar az geliyor. Halktan bazı toprakların alınmasını ve soylulara verilmesini istiyoruz" deyince sinirlenip öne çıktım ve adama bakıp "Ne azından bahsediyorsun sen? Zaten bütün topraklara el koymuşsunuz. Bir de halkın elinde kalan bir parça toprağa mı göz diktiniz?"
"Melike izin almadan konuşma." Diye uyarınca özür dileyip "Tamam konuşabilir miyim şimdi kralım?" babam da onaylayınca "Kralım 2 günde merkezi dolaştık. Ve ekilmeyen bir sürü toprak olduğunu gördük. O topraklar boşu boşuna ekilmeden kalıyor. Ve o toprakların da Yusuf tarafından sadece soylulara kiralandığını öğreniyoruz" deyince babam Yusuf'a dönüp "Doğru mu Yusuf?" diye sorunca Yusuf boğazını temizleyip "Kralım ben söylediğiniz üzere toprakları eşit şekilde dağıttım. Ama soylular ekmemiş bundan da mı ben sorumluyum?"
"Sen o toprakları halka değil sadece soylulara eşit şekilde dağıttın. Krallığa ait bir dönüm arazi bile halka verilmemiş. Neden acaba?"
"Krallığın topraklarından sen sorumlusun Yusuf. Nasıl ekilip biçilmediğini kontrol etmezsin?" diye azarladı ve bana dönüp "Melike senin önerin nedir topraklarla alakalı?"
"Benim önerim şu; toprakları halkımıza ekim mevsiminden hasat mevsimine kadar kiralamaktır. Tabii ne kadar ekebilirlerse o kadar vermektir. Eğer toprağı boş bırakıp ekmemezlik yaparlarsa bir sonraki mevsimde cezalı olup toprak kiralayamazlar ve sadece kendilerine ait olan toprakları ekebilirler" Babam biraz düşündükten sonra "Bundan böyle krallık tarlaları Melike'nin kontrolü altındadır. Ona karşı gelen bana gelmiş sayılacak ve ona göre muamele görecektir. Şimdi diğer konuya geçelim" deyince herke mırıldanmaya başladı. Bazıları huzursuz olduklarını belli edercesine hem de. Biri öne çıkıp "Kralım sizin de bildiğiniz gibi bir süre önce yaptığımız ve kaybettiğimiz savaş ekonomimizi olumsuz yönde etkiledi. Bu yüzden vergileri artırmayı öneriyorum." Cihangir krala bakıp "İzin istiyorum kralım? Soyluya sorar mısınız halktan alınan vergi oranlarını?"
- "Ben nerden bileyim? Vergi memuru muyum?"
"Ben size şöyle diyeyim. Yüzde 65 ile 85 arasın da . Yani biraz daha artırırsanız bu halk açlıktan kırılacak. Bakın, vergiler çok ama çok yüksek bu yüzden tüccarlar buraya gelmiyorlar, gelemiyorlar. Bu da ekonomimizi olumsuz etkiliyor."
- "Öneriniz nedir peki Prens Hazretleri?" diye dalga geçer gibi sordu.
"Mantıklı olanı yapıp vergileri düşürmenizi öneriyorum."
- "Ne kadar bir düşüşten bahsediyorsunuz?"
"Tüm vergileri yüzde 20 ile 30 arasına düşürmenizi öneriyorum. Tabii istisnalar hariç " deyince salondakiler gülmeye başladılar. Biz de sinirle onlara bakıyorduk. O kadar alışmışlar ki halkı sömürmeye biri halk için bir şey yaptığında onlara komik geliyordu. Bakalım babam ne karar verecek. Soyluları mu destekleyecek halkı mı?

————-
Geldi yeni bölüm.
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayalım. Unutmayın vereceğiniz her fikir, yapacağınız her eleştiri daha iyi bir kurgu olarak size geri dönecektir.

ORBİS-YENİ DÜNYA(TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now