Bölüm-105

819 94 151
                                    

''Pekala Ötüken Söğüt hoş geldin. Şimdi neler oluyor bize anlatmanı istiyoruz'' deyince Ötüken hala şaşkın şaşkın içinde bulunduğumuz konsey salonunu tüm detaylarıyla inceliyordu. Daha sonra bana dönüp
  ''Tugayınıza baskın yapıldığı gün ben Diyarbakır da görevliydim. Daha sonra acil kodlu bi arama emri verildi bize. Merkeze gelen bildiriye göre Özel Kuvvetlere bağlı buluna 12 kişilik bir timin bir anda kaybolduğu ve haber alınamadığı yazıyordu. Ancak bildiri çok gizli diye de mühürlenmişti'' deyince şaşırarak ''çok gizli mi? Bir grubun kaybı neden çok gizli diye mühürlenir ki?'' diye sorunca ''Ben de çok şaşırdım. Benim aklıma takılan 2 soru vardı. İlk olarak her yeri avcunun içi gibi bilen nerde olursa olsun hayatta kalma becerisine sahip bi bordo bereli grubu nasıl kaybolabilirdi? Hadi bir iki tanesi kaybolabilirdi ancak hepimizin çok iyi bildiği en iyi askeri birlik nasıl kaybolabilirdi? Bu işte bir iş var dedim'' deyince Murat da araya girip ''Peki öğrenebildin mi?'' diye sorunca ''aslında hiç kimse tam olarak öğrenemedi size ne olduğunu. Çünkü en son bulunduğunuz konumu ve civarını havadan araştırmaya başladım ne olduğuna dair hiç bi bilgim olmadan. Daha sonra komutanlarla konuşunca bize çok garip bi durumun içinde olduğumuzu söylediler. Çünkü istihbaratın ve muhbirlerimizin raporlarına göre örgütün elinde değildiniz. Kaybolduğunuz alanda garip garip cesetler bulunmuştu. Ve hiçbirinizin sinyallerine veya telsizlerine ulaşılmıyordu. Daha doğrusu sinyalleriniz çalışıyordu ancak hiçbir sistemde kayıtlı olmayan farklı frekanslarda çalışıp koordinat sistemlerimizde bulamadığımız bir yerde sizi gösteriyorlardı. Bir süre sonra da sinyal kesildi zaten.'' deyince Ece merakla araya girip ''Sinyallerimiz nereyi gösteriyordu? Bulunabildi mi?'' diye sorunca Ötüken Ece'ye bakıp ''İşte asıl gizem orada başlıyordu.''deyince iyice meraklandım herkes gibi. ''Çok üst düzey birkaç yetkili dışında hiç kimse ile paylaşılmıyordu koordinatlarınız. Ama bazı söylentiler ortada dolaşıyordu her zaman ki gibi. Söylenene göre sizin koordinatların uzayda bir yerlerden geliyordu'' deyince kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. ''Gelelim bana ne olduğuna; aldığım bi komando birliğini sizi aramaya devam etmeleri için kaybolduğunuz mevkiye bıraktım. Tam dönüş için kalkışa geçtiğim anda bir anda ışık kümeleri meydana çıktı. Ben daha şaşkınlığımı üzerimden atamadan bir anda o deliğin hava akımına yakalandım helikopterimle birlikte ve deliğe çekilmeye başladım. Ve ne olduğunu anlamadan ışıkların içinden geçip kendimi düşerken buldum. Helikopterin elektronik devreleri bir anda kafayı yedi ve yangın çıktı. Ben de kendimi son anda fırlattım ve paraşütle ağaçlara çakıldım'' deyince ''Bir dakika bir dakika takıldığım bir şey var; biz aşağı yukarı 10 yıldır burdayız. Siz 10 yıldır bizi mi arıyordunuz?'' diye bi soru geldi. Sorunun sahibi kim diye merak edip sorunun geldiği yere bakınca kapıda abimlerin durup bizi dinlediklerini gördüm. Kalkıp hızla abime sarıldım büyük bir özlemle. O da benim saçlarımda öptü. Herkes hasret giderdikten sonra abim Ötüken'in yanına gidip onu dikkatlice inceleyip ''ben seni bir yerlerden tanıyorum sanki'' deyince Ötüken gülümseyerek ''beni tanımadın mı kütük abi?'' diye sorunca ne olduğunu anlamak için Ece'ye baktım. O da anlamadan aynı şekilde bana baktı. Abim biraz daha düşündü ve en sonunda kahkaha atıp ''sümüklü Ötüken, sen misin?'' deyince Ötüken abimin koluna vurdu gülerek ve ''sümüklü değilim ben kütük abi'' deyince abim gülerek sarıldı Ötüken'e. Eflah bana doğru eğilip ''Melike kim bu kız? Abin niye sarılıyor bu kıza?'' diye sorunca ona bakıp ''valla Ef, ben de bilmiyorum. Ben de neler olduğunu bilmiyorum'' deyince anladım der gibi başını salladı kıskançlıkla. Abim bana dönüp ''Melike bana Ötüken'i tanımadığını söyleme?'' deyince Ötüken'e dikkatli baktım ancak tanımayınca omuz silkip ''Tanımadım abi. Sen beni tanıyor musun Ötüken?'' diye sorunca Ötüken başıyla onayladı beni tanıdığını. Abim bana bakıp ''Çok ayıp Melike insan süt kardeşini hatırlamaz mı?'' diye sorunca ''Süt kardeş mi?'' deyip Ötüken'e daha dikkatli şekilde bakmaya başladım. Ve dikkatle onu izleyince gözlerim şaşkınlıkla açıldı ve ''maymun Ötü?'' diyebildim. O da gözlerini devirip ''Maymun mu? Ya hala unutmadın mı şu lakabı? Biriniz sümüklü der diğeriniz maymun der arkadaş'' deyince hızla yanına koşup ona sarıldım. ''Böyle bir lakabı unutmak kolay mı Ötüken?'' diye sorunca sadece omuz silkti. Kürşat araya girip ''Evet kavuşmanız bittiyse az önce sorduğum soruya geçebilir miyiz?'' deyince Ötüken de başını olumlu anlamda sallayıp ''Kaybolmanız üzerinden sadece birkaç ay geçti. Ne 10 yılından bahsediyorsunuz anlamadım'' deyince şaşkınlıkla bizimkilere baktım. Abim de aynı şaşkınlıkla ''nasıl birkaç ay geçti Ötüken? Kürşat'ın da dediği gibi aşağı yukarı 10 yıl geçti Orbis'e geleli'' deyince Ötüken anlamamış gibi ''Orbis mi? Ne Orbis'i?'' diye sordu. Galiba hikayeyi anlatmak bana düşüyordu. "Ötüken bilmen gereken ilk şey; biz artık Dünya isimli gezegen de değiliz. Biz farklı bi gezegendeyiz. Ve bu gezegenin adı da Orbis" deyince boş boş bana bakmaya başladı. Daha sonra gülmeye başladı bir anda. Birkaç dakikanın sonunda gülmesi yavaş yavaş azalarak bitti. Kız da haklı tabii ilk başta kabullenmesi pek kolay olmuyor böyle bir gerçeğin. "Benimle dalga mı geçiyorsunuz Melike? Ne gezegeni ne farklısı?" diye sorunca "biliyorum Ötüken, inanması güç geliyor insana ilk başta ama tüm gerçek bu. Buraya düştüğün ilk andan itibaren tüm yaşadıklarını bir düşün. Ve bu yaşadıklarını burda gördüklerini daha önce Dünya da hiç yaşayıp gördün mü?" diye sorunca yaşadıklarını düşünmeye başladı. Daha sonra yavaşça başını sağa sola sallayarak "ama bu mümkün değil Melike, Cihangir abi." deyince abim de gülümseyerek "Biliyorum Ötüken, biz koca evrende yalnız olduğumuzu düşünüyorduk her zaman. Ancak doğru değilmiş. Çünkü yalnız olmadığımızı gördük yaşadık biz. Senin birkaç ay dediğin süre bizim için burda aşağı yukarı 10 yıla tekabül ediyor. Biz senin o iki ay dediğin zaman zarfında burada yepyeni hayatlar kurduk Ötüken. Sıfırdan en baştan hayatlar kurduk. Bu hayatları kurarken de çok zorlandık. Çünkü farklı gezegenler farklı insanlar farklı yaşam koşulları var burda. Ama ne yaptık ettik buraya alıştık. Bak bana evlendim burda Ötüken, seni karım Eflah ile tanıştırayım. Bu da güzel kızım İstanbul. Adını İstanbul koyduk. Çünkü memleket hepimizin burnunda tütüyor. Şu gördüğün ufaklıkta oğlum Ömer Kağan. Ömer adını adaletiyle yeri göğü titretip kendine hayran bırakan Hazreti Ömer'den aldık. Kağan'ı ise Oğuz Kağan'dan dolayı koyduk. Melike de evlendi bu arada" deyince Ötüken bana baktı. Ben de başımla onayladım "O senin hayatını kurtaran dört ufaklık varya hani dördüz olan. Hah işte onlar Melike ve Alpaslan'ın çocukları. Ömer Fethi, Cengiz Han, Harun ve Ayşe koydular isimlerini. İsimlerinin anlamlarını açıklamama gerek yok herhalde" deyince Ötüken dolmuş gözlerle başını sağa sola salladı. "Bu anlattıkların bana çok fantastik kurgu gibi geliyor abi. Başka dünyalar var diyorsun, yalnız değiliz diyorsun" deyip etrafına baktı ve "baksana herkesin kıyafetlerine. Siz 21.yüzyıldan bir anda ilk çağa geçiş yaşamışsınız abi. Ve sen benden tüm bu anlattıklarına bir anda inanmamı bekliyorsunuz abi" deyince yavaşça yerimden kalktım ve sakin adımlarla Ötüken'in yanına gidip "pekala belki bunlar inanmanı kolaylaştırır" deyip avcum yukarı bakacak şekilde sağ elimi yavaşça havaya kaldırdım. Dirseğimden ve etrafından yavaşça küçük küçük kıvılcımlar oluşmaya başladı. Ve bu kıvılcımlar kolumda bir hat üzerinde ilerleyerek elimin içinde bir araya gelip avcumun da havayla dans eden bi aleve dönüştü. Aynı anda sol elimi de kaldırıp ilerdeki masalardan birinde duran testinin içindeki suyu kendime çektim. Bir elimde su diğer elimde de ateş resmen dans ediyordu. Ötüken ağzı açık şekilde ellerimde dans eden suya ve ateşe bakıyordu. "Gördüğün gibi ha bi de bunların yanında toprağı ve havayı da kontrol edebiliyorum. Ve bir de insan dahil istediğim tüm canlıların akıllarını okuyabiliyorum" deyince mal mal bana bakmaya başladı. "Bu kadarı yeter mi yoksa daha da anlatmaya devam edeyim mi?" diye sorunca Ötüken hızla başını olumsuz anlamda sağa sola salladı "yok yok bana bu kadarı yetti." deyip şaşkın bir şekilde yalpalayarak iki adım attı ve basamaklardan birine oturup başını ellerinin arasına aldı. Kolumda hissettiğim baskıyla baskının sahibine döndüm. Alpaslan tam gözlerimin içine bakarak "hazmetmesi için ona zaman ver. Bu yaşadıkları kolay olmasa gerek" deyince tekrar Ötüken'e baktım. Daha sonra tekrar Alpaslan'a bakıp başımla onayladım onu. "Melike" diye çağırınca abime bakıp "efendim abi" dedim. "Bizim haytalar nerde? Çok özledim kerataları" diye sorunca ben de gülümseyerek "kaç gündür çok yorulmuşlardı abi. Yukarda uyuyorlar şimdi." deyince başıyla onaylayıp "çocuklar şimdi iyi değil mi Melike? Bi zarar veren olmadı umarım?" diye sorunca gülümseyerek elini tutum ve "yaşadıkları şeyler çok zordu. Günlerce o orman da yaşamak zorunda kaldılar" deyince Kürşat da "ormanda günlerce aç susuz nasıl yaşamışlar peki?" diye sorunca omuz silkip "bu sorunun cevabını ancak onlar uyanınca alabiliriz. O yüzden çocukların uyanmasını beklemek zorundayız" dedim. O sırada çalışanlardan birini çağırıp "Joel, gördüğün gibi uzun yoldan gelen misafirlerimiz var. Yol onları acıktırmıştır. Bize güzel bi sofra hazırlatır mısın?" diye sorunca kadın gülümseyerek başıyla onayladı ve salondan ayrıldı. Yemeğin hazırlanmasıyla "haydi Cihangir yemeğe geçelim." deyince abim Alpaslan'a bakıp "geçelim Alpaslan. Yemekten sonra da şu helikopteri ziyarete gidelim" deyince Alpaslan'a baktım gülümseyerek. O da bana bakıp sırıtarak "O iş öyle kolay değil Cihangir" deyince Cihangir abim kaşlarını çatıp Alpaslan'a baktı. "Nasıl kolay değil? Melike enkazı getirmediniz mi?" diye sorunca Alpaslan'a baktım ve "Getirdik mi Alpaslan?" diye sorunca Alpaslan da "Getirdik canım. Ama abinin görmesi için şey vermesi lazım- siz ne diyordunuz Melike- yüz görünümü vermesi gerekiyor" deyince herkes gülmeye başladı. Eflah anlamamış şekilde abime dönüp "Cihangir yüz görünümü ne demek?" diye sorunca abim Alpaslan'a ters ters bakıp Eflah'a döndü ve "yüz görünümü bir şeyi ilk defa görebilmek için ilk önce bi miktar altın vermen gerekiyor" deyince Eflah anladım manasında başını salladı. Abim Alpaslan'a dönüp "seni çıkarcı İmparator. Tamam neyse değeri yaz deftere öderiz ileride. Bu aralar elim biraz darda. Sarayın mutfağını yeniledikte. Beyaz eşyaydı, mutfak dolaplarıydı falan bayağı içeri girdik. Gelecek aya şey ederiz artık" deyince ben resmen karnımı tutarak gülmeye başladım. Ne Alpaslan ne de Eflah abimin ne dediğini anlamamışlardı ve öyle alık alık bakıyordular. Murat araya girip "koskoca İmparator veresiye yazdırıyor ya la Alperen" deyip kolunu Alperen'in omzuna attı. Fakat Alperen'den ses çıkmayınca ona baktım. Alperen ise mal mal sırıtarak Ötüken'e bakıyordu. "Ohoo Alperen çoktan gökyüzüne çıkmış bile" diyen Ece'ye Nefes anında destek verip "acaba rahat rahat toprakta yürümek varken neden gökyüzünde dolaşır ki bir insan Ece?" diye sordu. Gece araya girip "neden olacak göklerde bi pilot arıyordur da ondan. Beyaz helikopterli prensesini arıyor bence" deyince gülmeye başladık. Alperen yakalandığını anlayınca utanarak bakışlarını kaçırdı. Fatih Alperen'i kolunun altına alıp "aslanım benim, aşık mı oldun lan sen?" diye sessiz sessiz sorunca Alperen Fatih'in kollarını itip ondan kurtuldu ve "lan cıvıtma hemen. Kız duyacak yanlış şeyler düşünecek benim hakkımda" deyince Fatih de gülmeye başladı. "Ben bi çocuklara bakayım Alpaslan. Uyanmışlarsa alıp geleyim onları da" deyince "geleyim mi bende?" diye sorunca "yok sen kal. Ev sahibi olmazsa ayıp olur" deyince başıyla onayladı beni. Ben de çocukların odasına gittim. İçeri girdiğimde Alpaslan ile beraber getirdiğimiz tencere hala yerindeydi ve çocuklar da uyuyorlardı. Yavaşça yanlarına gidip "çocuklar, haydi uyanma vakti" diye çağırdım. Hafiften kıpırdadılar ama uyanmadı hiçbiri. "Ömer, Ayşe, Cengo , Harun" diye çağırınca yavaş yavaş uyanmaya başladılar. Beni görünce ilk önce Ömer Fethi gülümseyerek kollarını esnetip "günaydın anne" deyince eğilip yanağından öptüm ve "günaydın oğlum" deyince Cengiz Han da "ben de istiyorum günaydın öpücüğünü" deyince gülerek onu da öpüp "sen de günaydın oğlum" deyip ardından  Ayşe'yi de öpüp "sana da günaydınlar prensesim" dediğim de Ayşe de gülerek "annemi görerek uyanmak çok güzelmiş " deyince saçlarını okşadım gülümseyerek. Daha sonra ağır abimiz Harun'a dönüp "acaba siz de öpücük ister misiniz Harun bey?" diye sorunca "bilmem olabilir. Sonuçta bu kadar güzel bir kadını geri çevirmek hiç hoş olmaz" deyince gülerek elimle saçlarını karıştırıp yanağından öptüm. Hepsi ayağa kalkınca Cengiz Han odanın ortasındaki suya bakıp "anne bu ne?" diye sorunca ben de suya çevirdim bakışları ve "sizi yıkamak için getirmiştik ama odaya gelince hepinizin uyumuş olduğunu gördük. Daha sonra yıkanırsınız diye bıraktım" deyince Ömer Fethi de "biz uyanana kadar soğumuştur bu" deyince Ayşe de gülerek "soğumuşsa Harun ısıtır elindeki ateşiyle" deyince Harun'a baktım ve "bu konuyu da sizinle sonra konuşacaz. Bakalım kim hangi yetenekleri taşıyor" deyince Cengiz Han'ın moralinin bozulduğunu fark ettim. Ama bu konuyu daha sonra özel olarak konuşacam onunla. Yemekhaneye gelince kapıyı açmadan önce "evet size içeri de sürprizim var" deyince Ayşe heyecanla yerinde zıplamaya başladı ve "sürpriz mi? Ne sürprizi? Anne söyle nolur, nolur nolur" deyince omuz silkip "bu kapıyı açmayana kadar öğrenemezsiniz" deyince Harun heyecanla yerinde duramayarak yemekhanenin büyük kapısını açmaya çalıştı ama açamayınca nöbetçi askere bakıp "ya görüyorsun işte açamıyorum. Bi yardım etsen diyorum" deyince nöbetçi gülümseyerek kapıyı açmak için döndü. Nöbetçi kapıyı açınca çocuklar koşarak içeri girdiler. "Dayı, Kürşat Dayı, İstanbul" diye aynı anda bağırarak içeri daldı bizim haytalar. Yemekhane bizim dördüzlerin sesleriyle dolmuştu anında. Cengiz Han ve Ömer Fethi direk abime sarıldılar. Ayşe İstanbul'a sarılırken Harun da Kürşat'a sarıldı. Eflah ellerini beline koyarak "ee hani kimse beni özlememiş mi?" deyince hepsi gülerek Eflah'a sarıldılar. Özlem koca koca sarılmalarla bittikten sonra çocuklar masadaki yerlerini aldılar. Yemekler dağıtıldıktan sonra bizim dördüzler sanki kıtlıktan çıkmış gibi yemek yemeye başlamışlardı. "Yavaş yavaş boğulacaksınız" deyince Ömer Fethi Fatih'e bakıp "ya Fatih dayı sen bizim kaç gündür doğru dürüst yemek yemediğimizi biliyor musun?" diye sorunca benim boğazım düğüm oldu sanki. Çocuklarımın günlerdir adam akıllı yemek yemediklerini düşününce dolan gözlerimi kaçırıp etrafta dolaştırmaya başladım. "İyi misin Melike?" diye sessiz sessiz sorunca Alpaslan'a zoraki bi gülümsemeyle bakıp başımı olumlu anlamda salladım. "İyiyim. Bir anda şey oldum işte" deyince başıyla onayladı beni ve çocuklara döndü. Murat araya girip "ee çocuklar anlatın bakalım neler yaşadınız bu birkaç günde?" diye sorunca merakla çocuklara döndüm ben de ve dikkatle onları dinlemeye başladık. İlk Ayşe girdi söze heyecanla "anne aslında biz şeyden dolayı kaybolduk benim yüzümden kaybol-" Ayşe'nin cümlesini bir anda lafa giren Cengiz Han yarıda kesip "biz hep beraber dolaşırken merak ettiğimiz için ormana girerim dedik ama hep birlikte dedik yani sadece biri dedi diye değil" deyince Ömer Fethi de onu destekler şekilde "evet evet hep beraber kaybolduk" deyince birşeyler sakladıklarını daha doğrusu saklamaya çalıştıklarını anladım. Alpaslan bana doğru eğilip yavaş şekilde "sen anladın mı kaybolma sebeplerini?" diye sorunca çaktırmadan dördüzlere bi göz atıp "benim anladığım kadarıyla Ayşe bir sebepten ötürü ormana girmiş. Bizimkiler de arkalarından dalıp kaybolmuşlar" deyince başıyla onaylayıp önüne döndü.
   "Ormanda kaybolunca sığınmak için bi mağara bulduk aynı Kürşat dayımın anlattığı gibi." deyince Kürşat da sırıtarak Ömer Fethi'nin saçlarını okşadı. Alperen lafa girip "Ömer Fethi akşamları buralar hele ki o orman çok soğuk olur. Siz ateş mi yaktınız ısınmak için?" diye sorunca Ömer Fethi de " yok Alperen dayı. Ne yaptıysak ateşi yakamadık hiçbirimiz o gece.  Biz de üşümemek için birbirimize sarılıp uyuduk" deyince sanki hazır bekleyen yaşlar anında gözlerime doldu. Sağ gözümden akan yaşı sildim kimseye çaktırmadan. Daha sonra Harun lafa girip "sabah Cengo beni telaşla uyandırdı ve dışarda birilerinin olduğunu söyledi. Gidip bakınca Bergen'e benzeyen adamları gördük-" deyince Cengiz Han hemen lafa girip "Bergen'e benzeyen ama Bergen kadar güzel olmayan Rept- işte herneyse" deyince gülerek Bergen'e baktım herkes gibi. Bergen ise gülümseyerek, Tengiz ise asık suratla Harun'a baktılar. Cengiz'in son söylediğini aslında Harun için söylediğini herkes anlamıştı zaten. "İşte biz de ondan sonra kaçmaya başladık ama kötü adamlar önce beni ardındanda Harun'u yakaladılar. Ama askerler bizi orada öldürmekten bahsedince Harun çok sinirlendi ve bir anda elinde ateş çıktı. O ateşle de onu tutan adamı yaraladı. Ama diğer asker Harun'a uzaktan ok fırlatınca Ömer Fethi gibi konuşmaya çalışıp "kardeşimi size yem etmem" diye bağırıp Harun'un önündeki toprağı hızla yükseltti ve ok toprağa saplandı.  Ve iki askeri de toprağa gömdü" deyip durdu. "İşte daha sonra gökyüzünden dumanlar çıkararak düşen o şeyi gördük ve ardından yardım etmek için yanına gittik. Ötüken ablayı sırtında ilginç şeyle ağaçta asılı bulduk ve aşağı indirdik" deyince Ötüken'e baktık ilginç şeyin ne olduğunu söylemesi için. O da gülümseyerek "paraşütü diyor" deyince anladım der gibi başımı salladım. Alpaslan çocuklara bakıp "siz o düşen şeyin tehlikeli olabileceğini düşünmediniz mi çocuklar? Ya Ötüken ablanız değilde başka tehlikeli biri olup da size zarar verseydi? Düşünmediniz mi bunu?" diye sorunca çocuklar birbirlerine baktılar. Harun da "düşündük baba dediklerini. Hatta tam geri dönüp gidecekken Ayşe "eğer annem ve babam bizim yerimizde olsaydı yardıma ihtiyacı olan birine yardım ederdiler" deyince biz de ona hak verdik be yardım ettik" dedi. Ben de çocuklarıma gurur dolu bakışlarla bakmaya başladım . Alpaslan bana doğru eğilip "iyi ki bu çocukları yaptık demiş miydim?" diye sorunca ben de gülümseyerek "evet galiba söylemiştin." deyince yavaşça "bence böyle çocuklarımız olduğu için şükretmeliyiz. Ve hemen dört tane daha yapmalıyız" deyince içtiğim su bir anda boğazıma kaçtı ve öksürmeye başladım. O sırada Ötüken çocuklara bakıp "Ayşe, Ömer Fethi, Cengiz Han ve Harun hepinize çok teşekkür ederim. Siz olmasaydınız ben kan kaybından ölebilirdim. Size can borcum oldu" deyince Cengiz Han sakin bir şekilde "olur mu Ötüken abla, sen de bizi o adamların ellerinden şu korkunç şey ile kurtardın ya, ödeşmiş olduk işte. Gerçi çok korkunç sesi vardı ama neyse" deyince gülümseyerek yemeğe devam ettik.
——
Yeni bölümden selamlar.
Beklenen tanışma gerçkleşti. Ve farklızaman kavramları ortaya çıktı.
Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yorum yapmayı unutmayın.
Bölüme oy vermeyi unutmayın.

ORBİS-YENİ DÜNYA(TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin