Bölüm 42

2.4K 186 92
                                    

Ventum ilk oyundaki gibi acemice bir hata sonucu kaybetmişti oyunu. Aslında beklediğimiz bir sonuçtu bu.
-" Ve geldik 2. Etabın final oyununa. Ev sahibi Aqua Krallığı, Ventum Krallığını eleyip Lectorem Krallığını eleyen İgnis Krallığı ile eşleşti. İki takımı da arenaya davet ediyorum" dediğinde arenaya çıktık. O sırada protokole döndüğümde abime çaktırmadan bakan Eflah'ı gördüm. Bakışlarımı üstünde hissedince bana döndü. Sırıtmaya başladım ve "seni gidi seni" der gibi kafa sallayınca o da utanarak "ne var" der gibi baktı. O sırada spikerin sesiyle arenaya döndüm.
-"Bu oyun sanki çok basit oldu değil mi? Evet Evet bence de çok basit oldu. O zaman şöyle yapalım ok ve yayları arenadan çıkartalım ve yalın kılıç savaşsınlar. Böyle daha eğlenceli olmaz mı?" diye bağırınca sanki bütün tribünler bunu bekliyormuş gibi coşkuyla evet diyerek alkış çalmaya başladılar. Askerler ok ve yayları çıkardılar arenadan.
"Bence de böyle daha iyi oldu. Biraz kılıç kullanın. Hep ok hep ok nereye kadar?"
"Tabii, hanımefendi sandalye de oturacak ya keyfi gani. Orada felç olan biziz"
"Murat noldu? Deseydin senin yerine Alperen'i getirseydik. Sonunda yemek var derdik de en azından bu kadar konuşmazdı"
"Allah Allah, ben olmasaydım arkanızı kim toparlayacaktı Fatih? Yatıp kalkıp şükredin ben katıldım diye"
"Allah'ım sana şükürler olsun Murat katıldığı için. Oldu mu Murat Bey?"
"Oldu oldu Aybars. Benim sayemde şükrettin işte. Ben de bedavadan sevap kazandım şükretmene aracı olduğum için." deyince ben de uflayarak rakibin saflarına gittim. Ellerimi bağlayınca oyunlarda başladı. Bizimkiler önceki oyundaki aynı strateji ile tek sıra halinde ilerlemeye başladı. Tekrar aynı yere gelince Murat ve Fatih bir tarafa Kürşat da diğer tarafa gitti.
-"Sizinkiler de hep aynı taktiği uyguluyor. Hiç geliştirmiyorlar kendilerini" diye sırıtıp köşelere gidip pusu attılar. İnşallah aklımdaki planı uyguluyorlardır dedim.

Melike rakip bölgede bağlı, Murat-Fatih sağ kanattan, Kürşat sol kanattan, Aybars da ortadan ilerlemeye başladılar. Eflah'ın solunda oturan abisi
" Haydi ama yine mi aynı taktik? Bence biz bu oyunu kazandık bile. Bu kadar övülen bir ekip böyle basit hatalar yapmamalı değil mi Cihangir?" diye imalı imalı laf soktu. Ona doğru eğilip tam cevap verecekken Eflah bana döndü. Gözlerini gördüğüm anda ne diyeceğimi unuttum. Sonra kendimi zar zor toparlayıp
"Dereyi görmeden paçaları sıvama Dağhan. Hele sizin gibi suların efendilerinin çok iyi bilmesi gerekiyor bunları. Harp hile demektir" dediğimde Eflah şaşkınca bana baktı.
"Dereyi görmeden paçaları sıvama mı? Çok ilginç bir sözmüş. Tam olarak anlamı nedir?" Ah be güzelim sen sabaha kadar konuş ben dinlerim seni.
"Gerektiğinden çok önce veya henüz ortada hiçbir şey yokken hazırlanmaya kalkışmak" anlamında kullanılır. Sana bir nasihat Dağhan; Savaş alanında tek bir Türk kalsa bile hala umut vardır" dediğimde Kürşat'ın aniden dönüp Fatih-Murat ikilisine başıyla onay verince onlar da aniden dönüp Aybars ile sadece tek kişinin tuttuğu orta tarafta giriş yaptılar. Ve üçü o tek kişiyi ortalarına aldıkları anda yukardaki adamlar ardı ardına felç eden onlarca bomba atılmaya başlandı. İkiden fazla o bombalardan yersen dakikalarca yerden kalkamazsın. Dağhan'a dönüp; "Sizin tepelere koyduğunuz adamlarınız baktı biz kazanacağız hemen pislik yapmaya başladılar. Hayır, korktuysanız bu kadar oynamazdık"
"Ne alakası var pislikle? Adamlar işlerini yapıyorlar"
"Tüm krallıklarda kişi başına en fazla iki tane atılırken neden bizim adamlarımızda dörder tane atıldı? Ama haklısın adamlar onlara söylenenleri yapıyor belli ki" bana dönüp sinirle konuşmaya başladı
"Cihangir, bu kadar konuşacaktın madem ilk başta söyleseydin de size karşı daha yumuşak olurduk" dediğinde sinirle tam bir şey söyleyecekken Eflah elini kolumun üstüne koyunca tüm sinirim vücudumdan aktı gitti. Diğer elini de abisinin kolunun üstüne koyup
"İzin verirseniz müsabakayı izlemek istiyorum"
"Pekâlâ. Eflah istediği için son sözümü söyleyip susuyorum; Türkler asla tuzağa düşürülemez. Başı belada olan kişiler, onları kuşattığını düşünenlerdir" deyip oyunlara döndüm. Kürşat tek kalmıştı bizden. Aqua'dan ise 3 kişi kalmıştı. Kürşat zekice bir karar vererek şu anda en güvenli olan bölgeye yani Aqua'nın sınırlarına girdi hızlı bir hareketle. Çünkü o da biliyordu ki o sınırlardan içeriye bombalar atılmaz. Karşısına çıkan üç kişiye baktı. Aqualardan biri Kürşat'ın üstüne saldırıp ona savunmaya zorladı o sırada biri sağdan biri soldan birlikte attıkları iki sert tekme ile Kürşat geri savrulup sırtını verdiği kayaya sert şekilde çarptı ve acıyla inlemesi benim kulaklarıma kadar geldi. O sırada tribünlerden bir "ohh" nidası yükseldi. Aqualılar kılıçları yere atıp Kürşat'ın kollarından tuttular. Kalan kişide yumruklamaya başladı. Kaşları ve dudağı patladı. Kürşat'ı yüzü gözü kan içinde kalarak yere dizlerinin üstüne çökmüştü. Aqua'lılar işi eğlenceye dökmüşlerdi artık. Onlar da biliyor yerdeki üç kişinin kalkamayacağını.
Tam şu anda ona destek olmalıydım ve onu bu durumdan kurtarmalıydım ama nasıl? Arenaya inemezdim bu diskalifiye demekti. Birden bire gelen fikirle tabii ya diyerek ayağa kalktım aniden. Şaşkın bakışlar altında bağırmaya başladığım anda tüm arena susup bana bakmaya başladı.
"Korku nedir bilmeyiz" diye başladığım anda Kürşat'ın başı bana zorla döndü. Önce şaşırıp ardından zorlanarak da olsa arkasındaki duvardan destek alıp ayağa kalkmaya çalıştı. Bir iki denemeden sonra ayağa dikildi ve sonra da yüksek sesle elinden gelerek bağırarak tekrar etmeye başladı.
"Biz dağların erleri"
"Yuva yaptık göklere, baş döndüren yerlere."
"Engel tanımaz aşarız"
"Yüce engin dağlara
el verir uzanırız mor siyah bulutlara." Bundan sonrakileri ben Dağhan'ın gözünün içine bakarak haykırmaya başladım.
Ben Türk komandosuyum"
"Düşmanı çelik pençemle ezerim"
"Her yerde ben varım."
Havada, karada, denizde, çölde çatakta ve batakta
her zaman ve her yerde hazır "
-"daima hazır"
kim;
- "komando"
kim:
-"komando"
diye avazı çıktığı bağırdı ve önündeki şaşkın halde ona bakan üç kişiye döndü. Ben de Melike'ye baktığımda bana sırıtarak baktığını gördüm.
"Bu neydi şimdi? Korkmamız mı gerek?" dediğinde arkama yaslanarak sırıtarak
"Sadece izleyin" dediğimde Kürşat yüzü gözü kan içerisinde üçüne bakıp sırıtmaya başladı. Ardından bağırarak üçünün üstüne koşmaya başladı ve havaya fırlayıp ortadaki adama yumruğunu koyduğu gibi adam sırt üstü yere düştü. Ve daha da kalkmadı yerinden.
"O adama noldu tek vuruşla mı öldü?"
"Ölmedi, sadece bayıldı. O ucuz yırttı diğer ikisine göre" dediğimde kalan ikisi şoktan çıkıp Kürşat'ın üstüne saldırdılar. İkisinin de attığı yumruğu tam yüzünün önünde havada yakaladı Kürşat ve geri itti onları. Ardından eliyle gel gel işareti yaptığında ikisi de kılıçları alıp saldırmaya başladılar. Kürşat her kılıç hamlesinden sağa sola kaçarak veya eğilerek kurtuldu. Birine tekme attığında geriye doğru gidip yere düştü adam. Sonra geriye döndü ve diğer adamın üzerine gitti. Adam kılıçla hamle yapmak isterken Kürşat kılıçtan kurtulup adamın koluna vurunca kılıç yere düştü. Ve adamı yumruklamaya başladı. Adam tam bayılmak üzereyken arkadaki adam yerden düşen kılıcı alıp tam Kürşat'ın boğazına dayayacakken bir el tarafından engellendi. Elin sahibine bakınca Aybars'ı gördüm. Adamın elindeki kılıcı yere düşürtüp tek eliyle yakasından tuttu ve bana bakıp "Allah Türk askerini korusun" diye bağırıp geçirdiği sert bir kafa darbesiyle adamı bayılttı ve Kürşat'ın yanına gitti. Adamını yumruklarla bayıltan Kürşat kazanmanın heyecanıyla yere düştü sırt üstü ve sık sık nefes alıp vermeye başladı. Aybars elini uzatıp Kürşat'ı kaldırdı ayağa ve sarıldı sırıtarak. Kürşat Aybars'ın göğsüne iki defa vurup
"Sen olmasaydın da ben hallediyordum kardeşim" dediğinde bunun bizim dilimizde "Eyvallah gardaş, Hızır gibi yetiştin" anlamına geldiğini biliyorduk. Aybars gülüp
"Her zaman kardeşim." Deyip üsteğmenin yanına gittiler. Ve onu kurtarıp Murat-Fatih ikilisini de yerde sürükleyerek bizim bölgeye geldiğinde ayağa kalktım ve Dağhan'a bakıp
" Türk olmak zordur, çünkü dünya ile savaşırsın. Türk olmamak daha zordur"
"O nedenmiş?"
" Çünkü Türklerle savaşırsın." deyip kalktım ve herkesin şaşkın bakışları arasında protokolden çıktım.
"Oğlum niye her seferinde ben yiyorum bu pisliği?"
"Aptalca hareket etmeseydik yemezdik Murat. Kürşat kusura bakma kardeşim. Bizim yüzümüzden hayvan gibi dayak yemişsin"
"He valla Fatih. Adamı insanlıktan çıkarmışlar resmen. Hayvan gibi dövmüşler resmen. Tüh yazıklar olsun. İnsanlık da kalmamış. Nerde bu insanlık?"
"Abartmayın lan. Ulan adamda öyle bir surat var ki yumruk yediğinde daha karizmatik görünür. Senin gibi dayak yediğinde mutfak poşetine dönmez Murat'cım."
"Ayıp ediyorsun ama Melike. Lan Aybars sen nasıl bizden erken kendine gelebildin lan?"
"Oğlum siz benimle kendinizi bir mi tutuyorsunuz? Ben de ayı bünyesi var. Sizin gibi cılız insan mıyım ben? Bana daha fazla vermeleri gerekiyordu gazı"
"Aslansınız siz aslan. Helal olsun lan hepinize" dedim onlara doğru yürürken.
"Valla ben parmağımı bile kıpırdatmadım. Sadece oturdum"
"Ohh tatil yaptın bu etapta sen. Aferin Kürşat, çok iyi toparladın."
"Reis sen olmasan çoktan bitmiştim bile. Sen kalkıp o marşı okuyup damarlarımızdaki asil kanda mevcut olan cesareti ortaya çıkarmasaydın imkânsızdı." Arkadan gelen sese döndük hepimiz
"Adam komutanlığın hakkını sonuna kadar veriyor"
"Aferin sizlere, tüm İgnis Halkını onurlandırdınız. Sizlerle gurur duyuyoruz. Hele sen Kürşat bugüne kadar kimsenin görmediği bir direnişle rakiplerini perişan ettin ve oyunu aldık. Galibiyet önemli değil önemli olan o hırs ve azimdir. Tekrar tebrik ediyorum."
"Benim takımımı yenilgiye uğrattınız ve sizi övmem biraz abes kaçar bence" dediğinde gülmeye başladık. Ama benim gülmem gülen başka birini görmemle yüzümde kaldı. Melike kolumu dürtüp
"Abi kızın babası burada da. Babasının yanında kızı kesme" dediğinde kendime gelip önüme döndüm.
"Ama şunu itiraf etmeliyim bugüne kadar Orbis gezegeninde böyle bir zafer yaşamadık galiba. Biz hepimiz Melike'nin başında olmadığı bir grup hemen dağılır ve kaybeder dedik ama sizler hepiniz tek başınıza birer savaşçıymışsınız. Galiba bu turnuvanın galibi belli oldu Yakup, sen ne dersin?" Dediğinde babam gülerek
"Hak eden kazansın Wayter, ne diyelim artık" deyip çıktılar.
"Eflah gel beraber gidelim" dediğinde Melike'yi kolundan tuttum.
"Melike, bize izin verir misiniz?" dediğimde Melike önce Eflah'a sonra da bana merakla bakıp Alpaslan'ın yanına gitti. Diğer herkes çıktığın da Eflah'a dönüp "biraz yürüyelim mi Eflah?" dedim.
"Olur, yürüyelim" dediğinde yemek yediğimiz o güzel mekâna geldik. Birkaç dakika ilerideki yapay gölete baktım. Ve Eflah'a döndüğümde meraklı gözlerle bana baktığını gördüm. Tüm ihtişamıyla karşımda duran güzel kızın yüzünü inceledim bir süre.
"Orbis'te işler nasıl yürür bilmem. Yani ne derler ne konuşurlar ne yaparlar bilmiyorum bu durumda." deyip heyecanımın dinmesini bekledim. "Ama ben düz adamımdır ve bildiğim gibi yapacağım. Ne demişler "en iyi yol bildiğin yoldur". Yani bizimkiler demiş. Bizimkiler derken İgnis'tekiler değil diğer dünyadakiler. Öyle de sanki ahiretten konuşmuşlar gibi oldu" heyecandan her şeyi karman çorman ettim. Ne güzel günlerdir defalarca provasını yapmıştım hâlbuki.
"Cihangir, sakin ol, derin bir nefes al ve öyle konuş. Ben bekliyorum seni" dediğinde içimden ya Allah deyip konuya daldım direkt
"Eflah seni ilk gördüğüm hatta görmek değil sesini ilk duyduğum anda sana aşık oldum ve seni seviyorum" deyip sustum. Ve onun tepkisini beklemeye başladım. Şaşkın bakışlarını görünce sevgimin tek taraflı olduğunu ve karşılığı olmadığını anladım. Boğazıma oturan yumruyu yutmaya çalışıp "canın sağ olsun. Herkesin sevdası karşılık bulacak diye bir şey yok" deyip tam yanından gidecekken elimden tutmasıyla orada öylece dikili kaldım.
"Seni görünce karnımda hareketlenmeler oluyor. Gözlerim, olduğun ortamda senden başkasını görmez, kulaklarım sesinden başka sesi duymuyor. Galiba buna da sevgi diyorlar. Ben de seni seviyorum Cihangir" dediğinde duyduklarım beni alt üst etti. Düşünmeyi bırakmıştım.
"Yani herkes birbirini sevmek zorunda değil haklısın. Sen beni sevmesen de- ne- ne dedin? Sen de beni mi seviyorsun? Doğru mu duydum?" deyip merakla ona baktım. Başıyla beni onaylayınca şaşkınlığım mutluluğa döndü. Ve anında sarıldım ona. Yüzümü boynuna gömüp o muhteşem kokuyu içime çektim. Geri çekildiğimde bana bakıp gülüyordu.
"Ben hayatımda daha önce hiç böyle hissetmemiştim Cihangir. Çok garip bir durumdayım" dedi utanarak başını eğip. Ellerini tutunca ikimizin de elleri heyecandan titriyordu ama onun ki daha fazla titriyordu.
"Biz dönmeden hemen babamlarla konuşup seninle evlenmek istediğimi söyleyeceğim Eflah. Bu yolda benimle yürür müsün? Benimle evlenir misin?"
"Olmaz Cihangir yapamazsın" deyince kaşlarımı çatıp ona baktım.
Cihangir: "Bu ne demek Eflah? Ne demek olmaz?"
"Yani kendi babanla konuşamazsın. Adetlerimize göre önce benim babamla konuşman gerekiyor senin. Eğer ilk olarak senin baban beni isterse bu hakaret sayılır burada."
"Yani teklifimi kabul ediyorsun?" dediğimde bana bakıp gülümseyerek önce başını salladı ardından
"Ben seni ve Melike'yi görmeden tanıdım. İgnis'te halkınız için soyluları nasıl karşınıza aldığınızı biliyordum. Ve burada da o çocuğu nasıl koruduğunu gördüğümde senin çok iyi biri olduğunu anladım ve sana karşı içimde hisler oluşmaya başladı. Şu anda anladım ki ben tüm ömrümü senin için yaşamışım. Ve seni beklemişim ömrüm boyunca. Seninle evlenmek istiyorum, evet" dediğinde tekrar sarıldım ona heyecanla. Geri dönüp alnından öptüm. Şaşırarak "niye öptün ki alnımdan? İlk defa birinin birini alnından öptüğüne şahit oldum."
"Türk töresinde sevdiğinin alnından öpmek son nefesine kadar ona olan sadakatinin göstergesidir. Allah nasip ederse ömrümün sonuna kadar seni sevecem Eflah" dediğimde kocaman gülümsedi. Ve bana sarılıp, başını göğsüme dayadı. Birkaç dakika daha öyle durduktan sonra geri çekildi ve
"Bir daha alnımdan öpsene" dediğinde gülümseyip o bembeyaz alnından öptüm.
"Haydi gidelim. Bizi merak etmişlerdir" dedim ve elini tutup yürümeye başladık. Sürekli ellerimize bakıp gülümsüyordu. "Demek seni babandan istemem gerekiyor öyle mi?"
"Evet, Alpaslan Melike ile evlenmek istediğini babanın huzurunda söylemedi mi?"
"Evet, haklısın. Manyak herif şehrin ortasında söyledi bir de. O zaman en kısa sürede istiyorum seni. Ama o Dağhan abin sorun çıkarırsa döverim onu" dediğimde şaşkınlıkla bana döndü.
"Öyle bir şey yapmayacaksın değil mi Cihangir?" Omuz silkip
"Vermezse döverim güzelim. O da versin o zaman" dedim gülerek.
"Ya Cihangir ya" deyip gülmeye başladı. Aklına bir şey gelmiş gibi bana dönüp dehşet dolu gözlerle bakmaya başladı. "Cihangir, ya Melike istemezse beni? İkinizin arası açılmasın benim yüzümden" dediğinde gülümseyerek ona baktım.
"Daha biz birbirimize itiraf edememişken sevgimizi Melike anlamıştı bile"
"O yüzden bugün sana bakarken bana bakıp imalı hareketler yaptı." dediğinde kahkaha attım.
"Seni birçok testten bile geçirdiler bile. Sürekli sorular sordu sana. Ve sen o testlerin hepsini şu güzel kalbinle geçtin. Merak etme Melike dünden razı seninle evlenmeme" dediğimde gülümseyerek önüne döndü. Daha sonra ilerden gelen sesle irkilip hemen Eflah'ı arkama aldım.
-"O çifte kumrular, aranız gayet iyi bakıyorum" deyip sırıtmaya başladı.
——

——-

-Bölüm hakkında yorumlarınızı ve oylarınızı bekliyoruz

ORBİS-YENİ DÜNYA(TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now