Bölüm 36

2.7K 194 85
                                    

   "Zihin okuyucuları çağırın o zaman" deyip bana döndü. "Bir daha kraliçe hakkında böyle konuşma Alpaslan. Ona herkesten önce senin saygı duyman gerekir"

"Ben, bana saygı duyana saygı duyarım. Amacı sadece tahtı ve tüm ülkeyi yönetmek olan birinin de emirlerine uymayan bir taht varisine saygı duyacağını sanmıyorum" dediğimde odaya işlerinde uzman 4 tane Okuyucu girdi.
"Hoş geldiniz. Buradaki yargılamamızın sebebi son haftalarda yaşanan kervan soygunları ve lejyoner ölümleri. Baş şüpheli de İgnis Prensesi Melike"
"Lütfen eksik söylemeyin. Sürgün edilmiş ve prenseslik unvanı elinden alınmış İgnis Prensesi Türk Silahlı Kuvvetleri Özel Kuvvetler Grup Komutanlığı Bordo Bereli Üsteğmen Melike Zazaoğlu" deyince herkes ona şaşkın halde bakmaya başladı. O da biraz düşünüp "Ya da imparatorun dediğini kullanın. Bu çok uzun oldu" deyince gülmeye başladım. Bana ters ters bakıp tekrar önüne döndü.
"Neyse ne, onun zihnini okuyup iddialarımızda haklı mıyız değil miyiz araştırmanızı istiyorum"
"Şimdi ne olacak? Kafamı mı açacaklar?"
"Sen Anadolu'nun zihnini okurken kafasını mı açıyordun?" Anladım der gibisinden kafa sallayıp Okuyuculara döndü. Okuyucular Melike'nin dört tarafında durup ellerini Melike'nin başının üstüne koydular. Melike şaşkınlıkla onlara bakıp bana döndü
"Bu yaptıkları normal mi?" deyince normal dedim. Dakikalar geçiyor ama hala bir şey bulamadılar. Şimdiye kadar zihin okunma rekoru bir dakikaydı. O da bana aitti. İyi bir savunmayla bayağı direnmiştim. "Daha çok sürecek mi? Sıkıldım ve kafamda 8 tane elin dolaşmasından nefret ediyorum. Kim bilir saçımı ne hale getirdiler."
"Merak etme ben zevkle tararım saçlarını" dediğimde bana pis pis bakıp önüne döndü.
"Neler oluyor okuyucular? Niye bu kadar uzun sürdü?"
-"Efendim bu zihni okuyamıyoruz" dediğinde herkes gibi ben de dehşet dolu gözlerle Melike'ye baktım.
"Ne demek okunmuyor? Benim beynimde bir problem olduğunu mu söylüyorsunuz yani? Lan bana geri zekâlı mı demek istiyorsunuz yani? Sizi öldürürüm yemin ederim"
"Ne demek okunmuyor okuyucu? Prenses eğer zihnin için savunma yapıyorsan derhal savunmanı kaldırıp zihnini açmanı emrediyorum"
"Allah Allah ben zihnimi nasıl açayım? Oldu bir de flaş bellek takın beynime oradan alın bilgileri sonra da o flaşı bilgisayara takıp oradan inceleyin" deyip önüne döndü.
"Melike yine başladın anlamsız ve garip konuşmalara. Sen geri zekâlı bile olsan zihnin okunur ama şu ana kadar zihni okunmayan kimse olmadı yüzyıllardır."
"Valla mı? Küçükken salıncaktan düşmüştüm o yüzden olabilir mi?" diye saf saf sorunca salondaki herkes gülmeye başladı.
"Hala anlamadın. Zihninde gördüklerin ve düşündüklerin hiçbir zaman kaybolmaz. Okuyabilen biri istediği zaman görebilir. Müsaadenle ben de deneyebilir miyim?"
"Bak ama özel dosyalara girme yakarım seni" deyince ellerimi saçlarına atıp dokunmaya ve dolaştırmaya başladım. "Dokunmak zorunda mısın? Anasını ağlattınız saçlarımın yemin ediyorum "deyip ofladı
"Uzaktan yani dokunmadan da okunabilir ama dokununca yüzde yüze yakın bir doğrulukla okunur. Hataya yer kalmaz"
"He anladım. Kablosuz ve kablolu bağlantı gibi" dediğinde ona baktım. "Tamam, tamam pardon sen devam et" dediğinde tüm her şeyimle onun zihnine odaklandım. En zor ve en etkili yöntemlerden biri olan zihni bir kaleye ama iyi korunan ve çok az girişi olan bir kaleye benzetme yöntemiyle girmeyi denedim. O kalenin etrafında ne kadar dolaşırsam dolaşayım tek bir giriş bile bulamıyordum. Normal de olsa en az bir giriş bulurdum. En etkili savunma olan ise tek giriş olması ve o girişi de iyi saklamaktı. Ama burada o kadar aramama rağmen giriş falan yoktu. Pes edip ellerimi başından çektim. Ve geri çekildim.
"Bu kızın zihni okunmuyor. Tek bir giriş bile yok." dediğimde imparator ayağa kalktı
"Ama bu imkânsız. Böyle bir şey mümkün değil"
"Demek ki imkânsız değilmiş. Öğrenmiş olduk." Kalabalıktan çıkan bir sesle oraya döndük hepimiz.
-"Bu olamaz bu kız başımıza lanetler yağdıracak. Onu öldürmemiz gerekiyor. Öldürelim onu!" diye bağırınca kalabalıktan da ona destek cümleleri çıkmaya başladı. Kılıcımı çekip
"Eğer biriniz bile ona zarar vermeye kalkarsa kellesine veda etsin. Ona zarar vereni ben kendi ellerimle öldürürüm" deyip Melike'yi arkama çektim.
"İdam edilip öldürülmesi bizim için de bir bilinmezliği veya ileride aleyhimize olabilecek bir durumu ortadan kaldıracaktır."
"Dediğimi duymadınız galiba kraliçe? Sorun değil tekrar söylüyorum size, kılına zarar verenin kalbini kendi ellerimle sökerim yerinden."
"Iyş! İğrençsin Alp. O nereden aklına geldi senin?" Deyip bana baktı.
"Yani şu anda tüm sorunumuz bu mu Melike? Senin idamın konuşuluyor burada? Hem ben böyle sinirliyken o gözlerini gözlerime dikip bakma"
"Niye korkar mıyım? Ben senden korkmam ki." Deyince tüm sinirim uçtu gitti. İşte bundan bahsediyordum.
"İşte böyle oluyorum, tüm sinirim vücudumu terk edip gidiyor. Sakinleşiyorum anında"
"ee bu iyi bir şey. Ne güzel sakinleşiyorsun işte. Bedava tedavi işte. Daha ne istiyorsun anlamadım ki?"
"Şu anda sinirli halim daha ikna edici olurdu diye düşünüyorum."
"Tamam o zaman çokta şey yapma"
"Hiç kimse Prenses Melike'yi böyle saçma bir suçtan dolayı idam edemez. Böyle bir kararı ancak ceza işlediği zaman alabilir ki görünen ve kanıtlarla isyancının Melike olmadığı çok bariz şekilde ortada."
"Zihnini okuyamıyoruz ki Kanıtlayalım suçunu."
"O bizim sorunumuz değil. Kanıtları bulmakta, suç işlediğini kanıtlamakta Melike'yi suçlayan tarafın bulması ve yapması gereken iş. Biz suçsuz olduğumuzu biliyoruz. Benim kızım yanlış bir kararla idam edilebileceğini bile bile gelip teslim oldu hem de suçsuz olduğu halde. O içerdeyken yani bu kalede bizzat Veliahdın gözetimindeydi ve kapısında da 4 tane muhafız varken dışarıda kervan soygunları devam etti. Diğer suça gelirsek bahsettiğiniz kızımız soygunlarda kullandığı ekipte en başından beri kalemizde misafirlerimizdir. Hatta içlerinden bir kız hamiledir. Hem de kaç aylık hamiledir. O hamile haliyle nasıl soygunlara katılabiliyor anlamıyorum? Derhal adaletli bir kararla kızımın suçsuz olduğu ve serbest bırakılmasını istiyorum"
"Burada adalet farklı işler."
"Adalet her yerde adalettir kraliçe." Dedi ve devam etti Melike "Adaletin dili, ırkı, memleketi olmaz. Siz de bunu iyi belleyin kraliçe Fesat" nedense bu ismi her söylediğinde sesi keyifli çıkıyordu.
"Ekonomik olarak uğradığınız zararınıza gelirsek, sizin bize nahak yere kestiğiniz cezaya sayın. Gerçi sizin zararınız bizim ödediğimiz cezanın kat be kat fazlasıydı ama neyse. Yapacak bir şey yok. İmparator, kraliçe Ferda'nın da söylediği gibi kızımın derhal serbest bırakılmasını istiyoruz"
"Bence bu zihin okuyamama geçişlerden falan kaynaklı bir şey. İmparatora önerim şu; bir hafta boyunca her gün düzenli olarak Okuyucular Prensesin zihnini okusunlar. Eğer yine bir şey bulunamazsa o zaman serbest bırakılmasını öneriyorum"
"Kraliçenin önerisini uygun buluyorum" dediğinde
"Zaten bulmasan şaşardım" deyip Melike'nin kolundan tutup odaya doğru yürümeye başladım.
4 gündür her gün Melike'nin yanına okuyucularla gidip zihnini tarıyorduk. Ama hiçbir şey yoktu. Hala aynıydı.5. Günün sabahında tekrar okuyucularla odaya gittik. Eğer bu sefer de bir şey bulamazsak bitirecektim bu saçma oyunu. Odanın kapısına anahtarı yerleştirdiğimde kapının kilitli olmadığını fark ettim. Hızla kapıyı açıp içeri girdim. Melike yoktu.
"Nöbetçiler! Prenses nerde?"
-"İmparatorun emriyle biraz önce sizden hemen önce götürüldü efendim"
"Nereye götürüldü?"
- "İmparatorun yanına götürüldü" dediğinde onaylayıp hızla çıktım odadan. Büyük salona girdiğimde Melike'nin aynı yerde olduğunu gördü.
"Neler oluyor burada?"
"Melike'nin sorgusu devam ediyor."
"Bir haftası bitmedi henüz. Ne sorgusu bu?"
"Bazı duyumlar aldım. Prensese onları soruyordum."
"Ne duyumuymuş? Söyleyin ben de öğreneyim."
"Prensesin imparatorumuzun Tanrıların yeryüzündeki oğlu olduğunu inkâr ettiğine dair ve başka bir dine inandığı duyumu" dediğinde hiçbir şey diyemeden sustum. Bu işin sonu hiç iyiye gitmiyordu.
"Prenses sen söyle benim tanrıların yeryüzündeki oğlu olduğuma iman ediyor musun?" diye sorduğunda Alpaslan'a baktım. Bana sıkıntıyla bakıp başını sağa sola doğru salladı. Ben de sadece omuz silktim.
"Hayır, ben sizin tanrılarınıza da, sizin tanrıların ne yeryüzündeki ne de yer altındaki oğlu olduğuna iman etmiyorum" dedim. İmparator ayağa fırladı sinirle. Daha önce hiç böyle sinirli görmemiştim onu.
"Ne demek iman etmiyorsun? Burada Ak Dünya da imparatorluğa bağlı yaşayan herkes krallıklar da yaşayanlar da dâhil herkes iman etmek zorunda."
"Ben size bağlı değilim. Bağlı olsam bile iman etmem. Ben yerin ve göğün yaratıcısı olan ve eşi benzeri olmayan yüce Allah'a ve onun yeryüzündeki tek hak din olan İslam'a iman ettim"
"Böyle bir şey kabul edilemez. Bu bu resmen itaatsizlik, imparatoru hiçe saymaktır."
" Ben istediğim dine girerim. Buna imparator bile karışamaz. Yok, efendim neymiş tanrıların yeryüzündeki oğluymuş! Peh! Ölümlü bir insan hiç tanrı olabilir mi? Daha kendine faydası yok gelmiş tüm insanlara tanrı olmuşmuş. Adam ölünce tanrılık oğluna geçermiş! Bu kadar basit bir şey mi bu ilahi makam? Yaratıcı vasfına sahip ve tek olan tanrı bu kadar basit mi? Güldürmeyin beni Allah aşkına. Bari mantıklı şeyler öne sürün de kabul edilmesi kolay olsun."
"Yeter! Bu kadar yeter. Yarın sabah idam edileceksin. Hem de tüm halkın önünde bir kâfir olarak idam edileceksin. Buna da değil ailen tüm evren gelse mani olamaz."
"Hapsedersen halvettir, Sürgüne gönderirsen hicrettir, öldürürsen şehadettir derler biz de imparator. Demek ki benim payıma düşen şehadetmiş elhamdülillah. Ne senden ne de senin tehditlerinden zerre korkum yoktur bilesin. Ama şunu bil ben savaşırım. Ben kanımın son damlasına kadar savaşırım ve savaşmadan da ölmem" deyip yere bağdaş kurarak oturdum.
"Ben sana izin vermedim oturman için. Ayağa kalk hemen."
"Bizim dinimiz bize küffar ve zalimlere karşı izzetli olmamızı emreder. Yüreğinde İslam nuru ve hakikati taşıyan biri Allah'tan başkasına boyun eğmez. İmansız birisine karşı kılımızı bile kıpırdatmayız. Boşuna kendini yorma imparator."
"Bu nasıl bir teslimiyet, bu nasıl bir güven?"
"Biz, kim Allah'a tevekkül ederse o kendisine yeter ayeti kelimesine sığınmışız. Allah'ın istemediğini kim gerçekleştirebilir? Siz benim idam fermanımı imzalayarak bana değil Allah'a cenk açtınız. Nasıl bir cenge girdiğinizi kiminle mücadele ettiğinizi anlayacaksınız. Şimdi ne yaptığınızın farkında bile değilsiniz. Siz Müslümanlara saldırarak kendilerinize cehennem kapılarını açtınız."
"İmparator, hiç kimseyi dinini bahane ederek idam edemezsiniz. Ne imparatorluk kanunlarında ne de Ak Dünya Anlaşmasında böyle bir madde yoktur. Eğer yaptığınız bu yanlıştan derhal dönmezseniz bu size son uyarımdır bilmiş olun."
"Sen beni tehdit mi ediyorsun Yakup?"
"Tehdit etmiyorum, uyarıyorum. Eğer atalarının dinine uymadığı için öldürülmesi gerekli diye yazan bir kanun olsaydı inanın bana öldürmek bana düşerdi zaten. Ama çekin o kirli ve kanlı ellerinizi ailemin üzerinden."
"Yakup! Kendine gel, imparatorunla konuşuyorsun. İstersem senin de ailenin de canının burada alırım"
"Alabilirsiniz, bunu engelleyemeyebilirim ama geri de intikamımı alacak oğlumu bıraktım ben. Muhakkak o da intikamımı alır"
"Askerler, İgnis Krallığından kim varsa yakalayın!" diye emir verdiği anda hemen yanımdaki nöbetçinin kılıcını kaptığım gibi ailemin önüne attım kendimi.
"Yaşamaktan bıkmış olanları buraya kılıcımla tanışmaya davet ediyorum. Yaklaşanı acımam gebertirim" dediğimde iki tane lejyoner üstüme doğru gelmeye başladılar. İkisini de birkaç dakika içinde öldürünce geriye kalan tüm askerler üstümüze doğru geldiler. Kolum sol tarafımda birine çarpınca oraya dönüp baktığımda
"Böyle bir saçmalığa izin vermiyorum. Eğer ölümü göze alan varsa buyursun gelsin" dediğinde gülümseyerek ona baktım. "Şimdi gülümseyerek bana bakma. Sakinleşmek istemiyorum" deyince sırıtarak önüme döndüm.
"Alpaslan, ne yaptığını sanıyorsun? Emirlerimi hiçe mi sayıyorsun?"
"Kraliyet ailesini tutuklayamazsınız imparator."
"Veliaht da dâhil herkesi tutuklayın" dediği anda büyük salonun kapısı açıldı ve içeri Terra krallığı hariç geri kalan 3 kral girdi.
"İmparator Hanzala neler oluyor? İgnis Kraliyet ailesine nasıl kılıç çekersiniz? Hemen açıklama istiyoruz"
"İgnis Prensesi benim tanrının yeryüzündeki oğlu olduğuma iman etmeyip başka bir dine inanıyor. Kral Yakup ise beni makamımda tehdit ediyor. Böyle bir durumda ne yapabilirim Wayter?"
"Öncelikle bu kılıçları indirin. Ardından konuşmaya başlayalım" dediğinde imparatorun emriyle askerler geri çekildi. Ben de kılıcımı indirdim.
"Kızım onun dinine inanmıyor diye idam etmek istedi. Ben de öyle bir durumda sonuçlarına katlanması gerektiğini söyledim"
"Görüyorum ki veliahdınız da İgnis tarafında imparator. Bunun nedenini açıklar mısınız prensim?"
"Sırf dini yüzünden kimsenin öldürülmesine izin vermem. Bir de evleneceğim kadının kılına dâhil zarar gelmesini istemem" dediğinde hafiften sırıtmaya başladım.
"Böyle bir durumda haksızsınız imparator. Bugün İgnis krallığına yapılan bu saygısızlığın yarın bize yapılmayacağını nerden bileceğiz? Bir daha tekrarlanması durumunda Yüce Konseye gitmekten çekinmeyiz bilesin."
"Yüce Konsey de çözemezse böyle bir durumu o zaman kılıçların adaletine kalır çözüm"
"Siz neler söylediğinizin farkında mısınız? Bir prenses yüzünden imparatorluğa savaş mı açacaksınız?"
"Kral Wayter'in dediği gibi böyle bir durumun yarın bizim ailelerimizin başına gelmeyeceği ne malum?"
"Kral Yakup ve ailesi buraya sizin misafiriniz ve korumanız altında geldiler. Sizse onları zorla alıkoydunuz. Prensesin suçu kanıtlanmadığı halde günlerdir hapsettiniz. Eğer derhal hepsi serbest bırakılıp, prensesin üzerindeki tüm haksız suçlamamalar kaldırılmazsa yaptırımlara hazır olmanızı isteyeceğiz"
"Eğer 5 krallıkta gönderdiği vergileri keserse ve birkaç ay savunma yaparsa imparatorluk lejyonerleri maaşlarını alamayıp orduyu bırakacaklardır ardından bozulan ekonomiyle de çöküşe geçecektir. Son olarak da imparatorluk soyu el değiştirecektir. Böyle bir sonucu kabul etmenizi pek önermiyorum"
"Pekâlâ önerinizi kabul ediyorum ve serbest bırakılmasını emrediyorum" diyebildi sadece.
"Bu sorun da çözüldüğüne göre Kral Yakup beraber çıkalım"
"Hazır neredeyse tüm krallar buradayken size söylemek istediğim bir şey var. Ben artık imparatorun dinini taşımıyorum. Ben de Prensesin dini olan İslam'a girip Müslüman oldum" deyince gözlerim kocaman açıldı. Şaşkınlıktan dilimi yutacaktım. Aynı salondaki imparator da dâhil diğer herkes gibi. Kulaklarım duyuyor muydu gerçekleri yoksa yanlış mı duyuyordum ben? "Ve Kral Yakup kızın Prenses Melike'yle evlenmek istiyorum" deyince benim ağzım çoktan kulaklarıma varmıştı bile. İçimdeki mutluluk coşup çoşup duruyordu. Midemde sanki atlar koşuyordu mutluluktan. Yok, o şeydi sanki kelebekler uçuşuyordu olacak. Aman neyse ne hayvan sonuçta ikisi de.
"Böyle bir şeye izin vermem Alpaslan. Sen nasıl dinini değiştirirsin? Benim veliahdım ve yakında imparator olacak kişi başka bir dinde nasıl olur? Bu kabul edilemez."
"Ben kararımdan eminim baba. Bu anlık alınan bir karar değil. Günlerdir hatta haftalardır üzerinde düşünüp karar verdiğim bir şey."
"O zaman seçim yapıp karar vermek zorundasın"
"Ne seçiminden bahsediyorsun baba?"
"Ya dinine geri dönüp prensesle evlenmekten vazgeçer veliahtlığa devam edersin ya da seni veliahtlıktan reddederim. Karar senin" Salondaki tüm herkesle beraber Alpaslan'ın kararını merakla bekliyordum. Acaba hangisini seçecekti?
——-

——
Hızla yayınladım yeni bölümü birileri için. O kendini biliyor😂
Yorum ve oylarınızı bekliyorum.

ORBİS-YENİ DÜNYA(TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now