Bölüm-24

3K 230 125
                                    

Yemek yedikten sonra Cihangir'in işi çıktığı için ayrılmıştı. Ben Melike'den merkezi dolaştırmasını istemiştim. Hayır, şehri falan merak ettiğimden değil. Sırf onunla zaman geçirmek istediğim içindi galiba. Merkeze varıp atları bağladıktan sonra yürümeye başladık. Adım başı insanlar Melike'yi durdurup güler yüzle selam verip hal hatır soruyorlardı. Bana ise soğuk bir selam verip geçiyorlardı. "Nasıl yapıyorsun bunu?" dediğimde bana merakla bakıp
"Neyi nasıl yapıyorum?"
"İnsanlara kendini bu kadar sevdirmeyi nasıl başarıyorsun? Atın bile sana ölümüne sadakatle bağlı. Bu insanlar ilk geldiğim gün senin için kılıçların önüne atlayıp canlarını tehlikeye attılar. Şimdi ise saygıyla selam veriyorlar sana. Bugüne kadar tüm krallıkları dolaştım hatta daha önce de bu krallığa geldiğim de bile böyle bir şey görmedim ben." Dediğim de etrafına bakınıp omuz silkti ve
"Ben onlara kendimi sevdirmeye çalışmıyorum. Yani ekstra bir şey yapmıyorum, kendim gibi davranıyorum ben. Sadece onları daha fazla düşünüyorum. O kadar gerisi kendiliğinden geliyor çok şükür zaten."
"Neler yaptın onlar için seni bu kadar benimsediler?"
"Ya ben görevlerimi yerine getirdim sadece. Hem bu konuyu daha fazla konuşmasak olmaz mı?" diye sorup başını başka tarafa çevirdi ama ben onun kızaran yanaklarını görmüştüm. Normal de başka biri olsa yaptıklarına bire bin katar anlatırdı ama bu kız sadece yaptıklarını bile anlatmıyordu. Bir de övülünce utanma mevzusu vardı.
"Tamam sen nasıl istersen o zaman" deyip yan yana ilerlerken ilk defa yürümekten zevk alıyordum. Evet, ben yürümekten keyif alıyordum şu anda. Bana neler olduğunu bilmiyorum ama umurumda da değil şu anda. Bunları düşünmeyeceğim şimdi. Küçük bir çocuğun koşarak "Melike" diye Melike'nin üstüne atladı.
"Yunus, ne yapıyorsun bakalım? Hem baban nerede? Sen niye teksin?"
"Ama sen çok soru sordun. Ben hangisini cevaplayayım? Hem bu adam kim? Kocan mı?" diye sorunca "Melike'nin kocası Alpaslan" diye geçirdim içimden. Çokta güzel oldu be. Melike utanarak bana bir bakış attı sonra hemen önüne döndü.
"Aa çok ayıp. Öyle söylenir mi? Hani nerede baban?" deyince çocuk arkasında bir yerleri işaret etti. Çocuğun işaret ettiği yerdeki adamın yanına gitti. Kısa bir sohbetten sonra tekrar yanıma geldi. "Şey kusura bakma. Çocuk işte ne dediğini bilmiyor"
" Önemli değil. Ben halimden memnunum zaten" deyip yürümeye başladım. Önce bir kaldı öyle sonra hızla yürüyüp yanıma geldi.
"Ne demek halimden memnunum?"
"Ne anladıysan o."
"Benim ne anladığım önemli değil senin ne anlattığın önemli böyle bir konu da"
"Benim ne düşündüğüm ile niye bu kadar ilgileniyorsun Melike?" deyip cevap vermekten kurtulmaya çalışıyordum. Çünkü cevabını ben bile bilmiyordum sorduğu sorunun.
"Vay aklınca lafı çevirip sorumdan kurtulacaksın öyle mi? Bu kadar uğraşmana gerek yoktu. Cevap vermek istemiyorum deseydin anlardım" deyip yürümeye başladı.
"Hep böyle zeki olmak zorunda mısın?"
"Aldığım o kadar eğitimin de katkısını unutmamak gerek" ne eğitiminden bahsediyordu?
"Ne eğitimi? Kalede aldığın eğitimden mi bahsediyorsun?" diye sorduğumda bana dönüp baktı ve pis pis sırıtıp
"Cevap vermek istemiyorum" deyip önüne döndü. Ben de kendimi tutamayıp gülmeye başladım.
"aman laf altında da kalma" dediğimde de o da gülmeye başladı. Bir süre sonra "O çocuk kimdi? Tabii cevap vermek istemezsen seni zorlamam seni"
"Yok buna cevap verebilirim. Oradaki esnaflardan birinin çocuğuydu. Annesi birkaç gündür hastaydı. O yüzden babası da oğlunu yanında getiriyor yaramazlık yapıp annesini yormasın diye"
"Herkesle böyle ilgilenir misin sen?"
"Herkesle derken?"
"Yani insanlarla diyorum. Baksana normal soylular kaleden bile çıkmazken sen tek tek tüm halkla ilgileniyorsun"
"Çünkü onlar benim halkım. Onlar benim insanım. Ben abimden böyle öğrendim. Buraya kadar gelmişken ziyarete gitmezsek olmaz" deyip biraz erzak falan aldı.
"Bunlar ne için?"
"Ziyarete eli boş gidilmez ayıptır. Hiç mi öğretmediler sana bunu?" deyip parasını ödeyecekken ben çoktan adama bir altın vermiştim bile. Ne yaptığımı görünce ateş saçan gözlerini üzerime dikti. Korkmadım desem yalan olur, da niye öyle bakıyordu bana bu kız?"
"Ne oldu niye öyle bakıyorsun?"
"Sen benim aldıklarımın parasını nasıl ödersin?" dediğinde gülüp
"Bu mu derdin yani?" deyip gülmeye devam ettim. Ama onun hala çok ciddi olduğunu fark edince susmak zorunda kaldım. "Yanımdaki kadına para ödetmem" dedim gayet ciddi şekilde.
" O zaman al o poşetler senin olsun. Ben kendime yenilerini alırım" deyip yeniden erzak almaya gitti.
"Lan ben ne yapacağım bu kadar malzemeyi?" deyip yerdeki erzak torbalarına baktım.
"Bana ne, ne yaparsan yap. Parasını sen ödedin senin malındır sonuçta. İster fakir fukaraya ver ister uçurumdan aşağı at. Ama yok uçurumdan atma. İsraf olur günahtır. Sen fakir fukaraya ver onları" deyip malzeme almaya devam etti. Ben torbaları alıp bir dükkânın kapısına gittim.
"Kolay gelsin"
- "Sağ ol beyim. Buyur bir isteğin mi vardı?"
"Bu civarda fakir fukaraya bu torbaları ver. Vardır senin dükkânına gelen"
- "İyi düşünmüşsün beyim ama bu krallıkta en azından merkezde fakir kimse yok"
"Nasıl yok? Koskoca krallıkta herkesin mi durumu iyi?"
- "Beyim 1 yıl öncesine kadar halkın yarısından fazlası yani çoğu fakirdi, perişandı. Daha sonra Prens Cihangir ve Prenses Melike gelip vergileri yeniden düzenlediler. Ardından tarım için soylulara peşkeş çekilen tarlaları onlardan alıp halka kiraladılar. Bu sayede halk artık refah içinde yaşıyor" dediğinde şaşırdım ama zaten konseyde detaylı şekilde öğrenirim. Oradan çıkıp Melike'nin yanına gittim. Torbaları adamlarıma verdim.
"Haydi gidelim"
"Torbalarını adamlara ver"
"Niye benim elim kolum tutmuyor mu? Ben taşırım. İyilik yapacağım diye başkalarına taşıtamam ben. Askerlerim de olsa. Öyle iyilik olmaz" deyince
"Off Melike of" diye bağırdım arkasından. Hiç beni dinliyor mu? Koşup yanına vardım. Elindekilerin çoğunu uzanıp aldım.
"Ne yapıyorsun?"
"İyiliğine ortak oluyorum."
"Askerlere verme sakın. Sen taşıyacaksan izin veririm?"
"Tamam be tamam. Ben taşıyacağım" dediğimde gülümseyip önüne döndü. O böyle gülümsesin ben tüm Orbis'i sırtımda taşırdım ama sebebini bilmiyorum tabii. Mete yanıma gelip elimdekileri almak istedi ama onu durdurdum "Koskoca veliahdın yaptıklarına bak? Elinde bulgur, buğday taşıyor" dediğimde arkasını dönüp
"Amma da konuştun be büyük VELİAHT" deyip yürümeye devam etti. Beni uğraştırmaktan zevk alıyordu bu kız, artık bundan emindim. Bir kapının önünde durdu. Kapıyı çalınca yanında beklemeye başladım. Kapı açılınca ayakkabılarımızı çıkarıp içeri girerken askerleri dışarda beklettim ama Mete de yanımızda girdi.
"Korkma Mete, veliahdını yemem içeri de" deyince Mete de şaşkın gözlerle bana baktı. Ben de "yapacak bir şey yok" der gibi omuz silktim. Kapıyı açan genç kız bizi içeri buyur etti. İçeri de yer yatağında uzanan hasta bir kadın vardı. Melike'yi görünce samimi bir şekilde gülümseyip ayağa kalkmaya çalıştı ama Melike hemen eğilip onu engelledi
"Sakın kalkma Hacer teyze. Doktoru aman şifacıyı duydun bir süre hareket etmemen gerekiyor" deyince tekrar uzandı.
"Hoş geldin kızım. Siz de hoş geldiniz" deyip benle Mete'ye baktı. Mete tam yine beni tanıtacakken onu engelledim. Kim olduğumu bilmesin istedim. "Kızım misafirlere çay koy, getir hemen"
"Misafir?" deyip ellerini beline koyunca gülmeye başladım.
"Tamam, kızma sen. Bir anda şey ettim"
"Tamam öyleyse. Ee nasılsın? İyi misin daha da?"
"İyi olmaz mıyım? Sayende çok daha iyiyim. Sana da yük oluyoruz be kızım"
"Bir daha öyle bir şey duymayayım Hacer teyze. Bak ben sana teyze diyorum sen bana kızım diyorsun. Teyze kız arasında yük olmak da neymiş?"
"Kızım senin yaptıklarını hiç kimse yapmadı kendi akrabalarımız bile yüzümüze bakmadı. Ama sen kocamı aldın bir işe yerleştirdin, üstüne sürekli buraya gelip evi temizleyip duruyorsun" deyince şaşkınlıkla Melike'ye baktım. Sonra duyduklarımı onaylasın diye Mete'ye baktım. O da benim gibi şaşkın halde Melike'ye bakıyordu. Bu kız koskoca İgnis Krallığının prensesi. Bir eve girip temizlik mi yapıyor?
"Hacer teyze hani bunlar aramızda kalacaktı?" diye konuştu utanarak. Bu kız övülünce bayağı bayağı utanıyordu.
"Kızım senin ve abinin yaptıklarını herkesin bilmesi gerekiyor. Sen bizim için bıçaklandın hem de zehirli bir bıçakla. Ardından günlerce ölümle savaştın ama sonunda mucize gibi uyandın. Tanrın seni bize bağışladı." dediğinde kaşlarım çatıldı.
"Ölümden dönme derken Melike?" dediğimde bizim burada olduğumuzu unutmuş gibi bize döndü.
"Önemli bir şey değil. Geçti gitti" diye kestirip attı.
"Yok, oğlum sen onun önemli değil dediğine bakma. Bu kız ne sınavlardan geçti bir bilsen."
"Hacer teyze gerek yok anlatma"
"Var var gerek var sen anlat Hacer teyze" dediğimde Mete bana şaşkın şaşkın baktı. İlk defa teyze demiştim birine.
"Bu kız arena da kardeşi olacak o Yusuf'un hileleri yüzünden 2 kişiyle savaştı. Ama yine de pes etmedi ve yaralanarak da olsa kazandı. Ardından konseye karşı çıkıp abisiyle birçok karar aldılar ama hepsi soyluların aleyhine olan kararlardı. Bu kararları bize açıklamak için meydana geldiklerinde birileri tarafından zehirli bıçakla suikasta uğradı. Günlerce uyanmasını bekledik ama ümidimiz çok azdı sonuçta zehirlenmişti. Ama en sonunda uyandı" dediğinde Melike'ye bakıyordum. Ona bir şey olma ihtimali bile içimi acıtmıştı.
"Alpaslan iyi misin?" adımı onun ağzından duymayı sevdiğimi söylemiş miydim?
"Alpaslan mı? Şu yeni gelen İmparatorluk veliahdı mı?" deyip ayağa kalkmaya çalıştı. Bu sefer ben engelledim onu.
"Hiç rahatsız olma Hacer teyze. Sadece seni ziyarete gelmiştik. İznin olursa artık kalkalım." deyip çıktık evden. Melike önden yürürken Mete beni tutup konuşmaya başladı.
"Abi bu kızın prenses olduğuna emin misin?"
"Ne bilim Mete ben de seninle öğreniyorum işte. Her seferinde beni şaşırtmayı başarıyor ama"
"O belli zaten. Kız hem savaşta çok iyi hem yönetimde iyi hem de insanlıkta çok iyi. Dört dörtlük kız yemin ediyorum" dediğinde tüm sinirimle ona döndüm.
"Sen kıza mı yürüyorsun lan?"
"Yok, abi ne haddimize yengeye yürümek" dediğinde içime bir öküz oturdu.
"Hatırlatma şu evlilik mevzusunu"
"Abi o işi nasıl halledeceksin? Senin bu kıza gönlün kaymış besbelli"
"O kadar belli mi?" dediğimde sadece kafa salladı. "Bilmiyorum Mete ama bildiğim tek şey var; eğer evlenirsem bu kızdan başkası olmaz. O meseleyi de Başkente gidince çözeceğim. Biliyorsun gönlümde kimse yokken sadece bakarız demiştim"
"Sen bakarız demiş olabilirsin ama kraliçe çoktan haber verdi bile. Oraya gittiğimizde kızın sana nasıl yakın davrandığını gördüm. Haberi bile vardı " sıkıntıyla kafa salladım.
"Haydi, beyler bu ne yavaşlık böyle? Hızlanın biraz" Daha fazla fırça yememek için hızlandık.
Konsey günü gelip çatmıştı. Herkes birer ikişer büyük salona girmeye başlamıştı bile. Ama ben en son girecektim. Her şey hazır olduğunda Mete gelip haber verdi. Salon girip tahta doğru yürümeye başladım. Ardından toplantı başladı.
"Herkesin bildiği gibi geçen yıl ki büyük konseyde oldukça radikal kararlar alınmıştı. Cihangir İgnis krallığının maliye ve vergi işlerinde, krallık tarlaları Melike'nin kontrolü altına verilmişti. Şimdi ise bir yıllık raporlarını sunmaları için buraya yani konseye rapor verecekler. Önce Cihangir" dediğinde iki adım çıkıp tek tek herkesin gözünün içine bakarak konuşmaya başladı
"Önceki yıllarda alınan vergiler neredeyse yüzde 90lara dayanmıştı herkesin çok iyi bildiği gibi. Bu da insanların belini büküyordu. Ne esnaf doğru dürüst iş yapabiliyordu ne de çiftçiler vergilerini ödeyebiliyordular. Buna rağmen kalede ise harcanan paraların haddi hesabı yoktu. Sarayın giderleri devasa boyutlara ulaşmıştı. İlk olarak halka yüklenen vergileri yüzde 30'a düşürdük. Böylece mevcut esnaflar, zanaatkârlar ve çiftçiler hem ailelerine rahat şekilde bakıp, geçimlerini sağlamaya başladılar hem de para kazanıp servet sahibi olmaya başladılar ki böylece yeni yeni dükkânlar açıp daha fazla vergi vermeye başladılar hem de devlet daha fazla gelir kazanmaya başladı. Kalenin hazinesine vergi gelirlerinden giren para önceki yıllara göre 15 kat arttı" deyince herkes şoka girdi. Birbirlerine bakıp fısıldamalara başladılar.
"Bakabilir miyim kayıtlara?" deyince Cihangir yıllık olarak tutulan vergi kayıtlarını önüme koydu. Artışı görünce "Gerçekten muazzam bir artış olmuş. Aldığınız karar her ne kadar riskli olsa da sen bu riske girmişsin. Eğer mümkün olsaydı seninle Başkentte çalışmak isterdim" dediğimde "eyvallah" deyip yerine geçti. Eyvallah ne? Bu da kardeşi gibi garip konuşuyor. Ondan sonra Melike kararlı adımlarla öne doğru çıktı.
"Daha önce sadece belli kişilere peşkeş çekilen krallığın toprakları onlardan alınıp halka ekebilecekleri oranda kiralandı. Kiraladığı tarlanın tamamını ekmeyenler krallık çalışanları tarafından tespit edilip uyarıldı ve tüm tarlalar ekildi. İgnis kayıtlarına bakıldığında her zaman her yüz tarlanın otuz beşi ekiliydi ama ilk defa bu sene yüz tarlanın yüzü de ekilerek rekor kırdı. Ve elde edilen mahsullerde krallığa yettiği gibi fazla kalanlarda diğer krallıklara satıldı ve yine fazla kalan mahsuller Başkent'e kadar satıldı. Böylece hem tarım ürünleriyle evlerimiz yeterli mahsule kavuştu hem de ticaretle çok büyük gelirler elde edildi. Diğer bir konuya gelirsek Kraliçe Ferda başkanlığındaki adalet komisyonunun yardımcıları ben ve kardeşim Elif'ti. Davaların çözülmesi için devlet arşivleri çok önemli bir yer tutuyor hepinizin bildiği gibi. Ama mevcut arşivimiz yüzyıllardır düzenlenmeyen, karman çorman olan arşivden bir dosya bulmak samanlıkta iğne aramak gibiydi" deyince son dediğini düşündüm. Koca samanlıkta bir iğneyi aramak! İmkânsıza yakın bir şey. "Evet, ben de biliyorum imkânsız olduğunu" deyince başımı hızla kaldırıp ona baktım. O da hafif şekilde sırıtarak bana bakıyordu. Zihnimi mi okumuştu benim? "Bunu bilmem için zihninizi okumama gerek yok, gözlerinizde görüyorum zaten. Neyse yaklaşık 200 kişilik bir ekiple arşivi düzenlemek için girdik kapıdan içeri ve sadece 2 günde arşiv düzenlendi. Hem de öyle kafamıza göre değil. Önce 10'ar yıllık periyotlara ayırdık. Ardından o periyotların içinden de başlıklara göre hukuk, siyasi, evlilik falan diye ayırıp onları da kendi içinde 1. 2.yıl diye ayırdık ve arşivlerin düzenlenmesinden itibaren yıllardır beklenen davalar da dâhil tüm davalar hızla çözülmeye başlandı. Şu anda mahkemelerimizde bekleyen 1 tane bile dava yok. Bilmiyorum Başkentte var mı bekleyen dava" deyip bana baktı. Herkes bana bakınca açıklama yapma gereği hissettim.
"Maalesef bizim elimizde işini bu kadar iyi yapan insanlar yok. Eğer elimizde Cihangir ve Melike gibi iki yönetici olsaydı inanın bana asla bırakmazdık onları" dememle salonda bir anda alkışlar yükselmeye başladı. Melike tam salonun ortasında durup bana bakarken büyük kapı açıldı. Ve gireni görmemle başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Bu kız buraya nasıl gelmişti?

————-
-Oy vermeyi unutmayın.
Yorumlayanlara şimdiden teşekkürlerimi sunuyorum

ORBİS-YENİ DÜNYA(TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now