Bölüm 39

2.4K 187 23
                                    

   


Babamım verdiği görevden sonra hemen yola çıktık. Yanıma sadece Aybars, Alperen, Kürşat, Fatih ve Murat'ı almıştım. Paralı askerlere güvenmiyordum, hele hele başlarında Yusuf varken. Aqua'ya vardığımızda çok farklı bir ülke vardı. Bildiğin koca denizin ortasında bir kale vardı. Başkenti de deniz tarafından başlamış ve diğer tarafa doğru kurulmuştu. Neredeyse her mahalle arasından ufak ve çok güzel nehirler geçiyordu. Yeşilliğin maviliklerle buluşması gibiydi bu şehir.

Girişte kendimizi tüccar diye tanıtıp girdik şehre. Şehirde hayran hayran dolaşırken ileri de bir kalabalık gördüm. Yaklaşıp içlerine girdim. Askeri bir konvoy ve o konvoyun ortasında da parlak bir at arabası gördüm. Araba bayağı süslüydü. Anlaşılan soylulardan birinin arabasıydı. Etrafımdaki halka baktığımda bayağı değişik görünüyorlardı. Genel olarak hepsi erkekli kızlı sarışındı ve saçları da uzundu. Hepsinin de kulakları ince ve uzun şekilde saçlarının arasından yukarı doğru çıkıyordu.
"Galiba yüzüklerin efendisindeki Elflerin ülkesine düştük."
"Ayrıkvadi Murat"
"Hıh?"
"Elflerin şehrinin adı Ayrıkvadi'di"
"Ha, evet aynen Fatih. Güzel isimmiş." O sırada konvoyun önünde yere düşmüş olan elmalarını toplamaya çalışan çocuğu askerler zorla kaldırmaya çalışıyordu.
"Siz burada kalın" deyip yola atladım. İki adımda çocuğun yanına vardım. Elmaları toplamasına yardım etme için eğildiğimde
- "Çekilin yolumuzdan. Akşama kadar sizi mi bekleyeceğiz burada?"
"Biraz bekleyin şu elmaları toplayalım gidersiniz" istihbarat için buradaydım yoksa alttan almazdım ya neyse.
- "Senin iki tane elmanı mı bekleyeceğiz burada? Çekil lan şu yoldan" deyip çocuğa tekme atacakken askere yumruğu basıp çocuğu arkama aldım. Elf kılıklı askerler hemen kılıçlarını çektiler.
" Küçücük çocuğa mı yetiyor askerliğiniz? Efendiniz iki dakika geç varsın gideceği yere. Şu çocuk için yerdeki birkaç elmanın önemini ne siz ne de efendiniz anlamazsınız."
- "Size, soyluyuz diye hemen insanları ezdiğimizi ve onların halinden anlamadığımızı düşündüren nedir?" gelen sesle kalbim hızla atmaya başladı. Sadece bir ses bile bu kadar güzel ve huzur dolu olabilir mi?
"Ş-şu tabloya bakınca pek düşünmeye gerek kalmıyor" diye bağırdım at arabasına doğru. Ardından arabanın kapısı açıldı ve uzun boylu herhalde 1.70 falan, bembeyaz ve aralarına katılmış turkuaz renkli, beline kadar uzanan saçları ve o saçların arasından yukarı doğru çıkan ince kıvrımlı kulaklarla ömrümde görüp görebildiğim en güzel varlık karşımdaydı. Yanıma birkaç adımda gelip bana bakmaya başladı. Ben ona büyülenmiş gibi bakarken
- "Mevcut tablo onu gösteriyor ama tek bir olay yüzünden tüm soyluları bencil, kendini beğenmiş, herkese üstten bakan olarak damgalamak, önyargılı davranmak ne kadar doğru bir davranış olabilir ki?" Ben hala şaşkın şaşkın ona bakıyordum. Gözleri tüm vücuduna ters bir şekilde siyahtı. Saçları doğuştan mı maviydi acaba?
"Saçların, doğuştan mı böyle? Yani mavi?" diye sorduğumda önce şaşırıp sonra gülümseyerek eğildi ve arkamdaki çocuğa elini uzattı.
-"Sen iyi misin? Askerlerimin yaptıkları için ben özür dilerim. Elmalarına verdiğimiz zararı telafi etmek isterim. Seni de evine bırakalım bu arada" deyip çocukla yanımdan ayrıldı. Arabaya binmeden son defa dönüp gülümseyerek bana baktı ve arabaya bindiler. Yoldan kolumu çeken Kürşat sayesinde çıktım. Araba önümden geçerken sadece bakıyordum.
"Abi iyi misin? Noldu?"
"Ben galiba âşık oldum Kürşat?"
"Gazdır o gaz. Yoksa sen âşık olmazsın yüzbaşı. Öylesi görüşmüş bir şey değil" dediğinde Murat'a ters ters baktım.
" Galiba yüzbaşı gerçekten sevda denizine düşmüş. Baksana yarım saattir arkasından boş sokağa bakıyor" dediğinde toparlanıp çıktık oradan. Halkın arasına karışmak için meydandaki kahve gibi bir yere gidip oturduk.
-"Hoş geldiniz. Ne vereyim size?"
"Çayın var mı?"
- "Çayım da var kahvem de var."
"Sen o zaman hepimize kahve ver. Tadına bakalım" dediğimde adam gitti. Kahveyi getirdikten sonra "Bu kalabalığın, bu hazırlıkların sebebi nedir?" diye sordum.
- "Yakında büyük turnuva var. O yüzden bu kadar kalabalık. Her krallıktan askerler savaşıp mücadele ederler. Her 10 yılda bir yapılır. Siz krallıklardan değil misiniz?"
"Yok, biz obalardan geliyoruz. O yüzden bilgimiz yok. Tüm krallıklar mı katılıyor?"
- "Evet, ama bu sene daha da ilginç olacak diyorlarmış."
"Neden ilginç olacak?"
- "İmparatorluk veliahdı Alpaslan, İgnis Prensesi için Veliahtlıktan feragat etmiş ve İgnis Krallığına katılmış ve herkes İmparatorluğu sadece bir ayda dize getiren ve onları rezil eden bu prensesi merak ediyor."
"Hım. Demek cesur ve akıllı biriymiş."
- "Evet, hatta kendilerine ay yıldızlılar mı ne diyorlarmış. Kız imparatoru kendi Başkentinde kendi oğlunun doğum günü şenliklerinde konuşma yaparken öldürebilirmiş ama sırf savaş çıkmasın diye gidip teslim olmuş. Daha buraya gelmeden tüm halk onu çok sevdi"
"Her sevilen insanın bir düşmanı olurmuş derler. Acaba bu kızın da yok mu?"
- "Dediklerine göre Terra Krallığı bu kıza da eski veliahta da düşman gözüyle bakarmış. Sırf imparatoriçe yüzünden. Bu turnuva da prensese veya eski veliahta bir şey yaparlar mı bilemem. Ama kralımız tüm güvenliği üst düzeyde tutar, kimseye de zarar gelmesine izin vermez. Siz merak etmeyin." Kahvelerden son yudumlarımızı alıp ödemeyi yaptıktan sonra çıktık. 2 gün böyle geçti. Sabah tekrar merkeze inip dolaşmaya başladık. O gün gördüğüm araba tekrar önümden geçip sahil tarafına doğru gitmeye başladı. Ardından bir süre baktım
"Bence biraz da şu arabanın gittiği tarafa gidelim derim" deyince Murat'a baktım.
"Sırıtma sırıtma da yürüyün" deyip sahile doğru gitmeye başladım. Şehir dışına çıkıp uzaklaştıktan sonra arabayı uzaktan gördüğümde bir gariplik sezdim. "Bu arabanın yanında niye hiç asker yok?"
"Burnuma hiç iyi kokular gelmiyor Cihangir" dediğinde attaki oku da yanıma alıp ilerlemeye başladık. Elimle bizimkilere etrafı sarmalarını işaret edip arabanın yanına kadar gittim. Yerde yatan ölü askerleri görünce hızla etrafıma baktım ve arabanın içini kontrol ettim ama boştu. Kulağıma gelen ağlama sesiyle deniz kenarına baktım. Bir sürü yüzü kapalı adam o kızı dizlerinin üstüne çöktürmüş ve boğazına kılıcı dayamıştı. Kız da gözlerini sımsıkı kapatmış ağlıyordu.

ORBİS-YENİ DÜNYA(TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now