Bölüm-104

791 88 80
                                    

"İşte oradalar" deyip hızla onların yanına koşmak istedi Ayşe ancak yanındaki kadın Ayşe'yi kolundan son anda tutup askerlere bir kez daha göz atıp  "bekle Ayşe. Öyle direk dalamazsın içlerine. Çok tehlikeli birşey yapmış olursun" deyince Ayşe endişeyle elini kaldırıp kardeşlerinin bağlı şekilde esir olduğu kampı gösterip "ama kardeşlerim orada, onların ellerinde. Biz kurtarmazsak onları o kötü adamlar kim bilir ne yapacaklar kardeşlerime" deyince kadın derin bi iç çekip Ayşe'nin eliyle işaret ettiği yere bakınca elleri ve ayakları iplerle bağlı şekilde ağacın dibinde oturan çocuklar gördü ve "bak Ayşe biz birazdan kardeşlerini ordan o kamptan kurtaracaz Allah'ın izniyle ancak çok ama çok dikkatli olmak zorundayız. Çünkü eğer biz dikkatli olmazsak  hata yaptığımız zaman o kötü adamlar kardeşlerine zarar verebilirler. Düşünüp ona göre çok iyi bi plan yapmalıyız" deyince Ayşe düşünceli bir şekilde "plan mı? Ben ne anlarım plandan? Küçücük çocuğum ben farkındaysan" deyince kadın hafiften sırıtıp "sen mi küçüksün Ayşe? Sen, ben dahil burda bulunan hepimizi cebinden çıkarırsın" deyince Ayşe de üzgün bir şekilde "aynı annem gibi konuştun" deyince kadın küçük kızın sesindeki o hüznü özlemi yakalamıştı. Ne kadar süredir kayıptı bu çocuklar acaba? Ailesini özleyecek kadar uzun sürmüş anlaşılan diye düşündü kadın. "Kaç gündür kayıpsınız siz Ayşe? Çok oldu mu kaybolalı?" diye sordu. Ayşe de bu soru üzerine düşünmeye başlayıp "Bilmiyorum ki ama bir kaç defa güneş doğdu ve battı üzerimizde onu biliyorum" deyince kadın bu süre tanıtımını pek anlamamış bir şekilde "nasıl yani anlamadım ben. Gün olarak kaç gün? Kaç saat tarih falan filan işte" diye sorunca Ayşe de "gün ne demek bilmiyorum. Hem kardeşlerimizi kurtarcak olan planımızla kaybolma süremizin ne alakası var bununla?" diye sorunca kadın aklı karışmış şekilde askerlerin dinlenmek için kamp kurdukları yere baktı tekrar. Burda birşeyler garipti, değişikti. Ateşin başında ısınan askerlere dikkatle bakınca ne olduklarını anlayamadı bir türlü ve ard arda defalarca baktı adamlara. "Bu tipler nedir böyle? Maske mi takmış bunlar" diye sordu Ayşe'ye bakıp. Ayşe de "maske mi? O ne demek?" diye sordu. Daha sonra tekrar incelemeye aldığı bu adamların kıyafetleri de çok değişikti. Aklına gelen şeyle daha sonra dönüp yanındaki çocuğa da bakınca onun da kıyafetlerinin değişik olduğunu anladı. Sanki eski dönemdekiler gibi giyinmişti herkes. Ve acaba dönem dizisi mi çekiyorlardı burda? diye düşündü. Başka bi açıklaması olamazdı. Belindeki dürbünlü tüfeğini çıkarıp kamptaki garip yaratıkları dürbünle incelemeye başladı. "O şey de ne öyle?" diye sordu Ayşe kadının elindeki tuhaf uzun metal şeye bakarken. Kadın da bakışlarını askerlerden çekmeden "daha önce hiç silah görmedin mi küçük? Ne diye şaşırdın bu kadar?" diye sordu. Ayşe ise "hayır hiç duymadım. Ve ilk defa görüyorum böyle birşeyi. Çok tuhaf bir şey bu" deyince "yok yok kesin bi bokluk çıkacak biliyorum burda" diye söylendi kadın. O sırada askerlerin, yanlarında çocuklar dışında bir kişiyi daha esir tuttuklarını fark etti. Askerlerden biri kalkıp o adamın yanına gitti. Adamı yakasından tutup çekiştirmeye başladı ve adamı yaka paça sürükleyerek ateşin yanına götürdü zorla. İki kişi adamı ateşin başında kollarından tuttu. Biri de elindeki kılıçla adamın kolunu kopardı ve ateşe tutmaya başladı. Diğerleri de aynı şekilde adamı canlı canlı kesip parçalara ayırdılar ve ateşte pişirmeye başladılar. Daha sonra da pişirdikleri etleride afiyetle yediler. Böyle bi vahşeti izleyen kadın kusmamak için kendini zar zor tuttu. Askerler hareketleninca Ayşe korkuyla "gidiyorlar gidiyorlar. Birşey yapmalıyız" deyince kadın sakin şekilde "sakin ol ufaklık. Ben yanındayken korkma. Ve kulaklarını ellerinle kapat bence. Birazdan bayağı gürültü kopacak çünkü burda" deyince Ayşe kadının söylediğini anında yaptı. Kadın derin bi nefes alıp tüm ormanda büyük bi gürültüye sebep olacak Orbis'te daha önce hiç duyulmamış olan sesi oluşturan tetiğe bastı.
Bir anda duydukları sesle herkes yerlerinde öylece çakılı kaldılar. Ne Alpaslan ne Mete ne Virginia  ne de Bergen Tengiz çifti daha önce böyle garip ve korkutucu bir ses duymamışlardı. Melike ise yanındaki Ece'ye dönüp baktı çünkü duyduğu sesin kaynağını çok iyi biliyordu. Murat o anda "silah sesi, hem de uzun namlulu" diyebildi sadece. "Lanet olsun, o pilot bizim çocuklarımıza bi zarar verdiyse var ya gebertirim onu" deyince Mete Ece'ye dönüp "merak etme çok az kaldı. Ses çok yakından geliyordu" deyince daha da hızlanıp koşmaya başladık soluk soluğa. Tek tek ve beklenerek yapılan atışların sesleri gittikçe yaklaşıyordu. "İşte oradalar" deyince görüş alanımıza girdiklerini anladık. Sesler askerlerin kamp yaptıkları yerin sağ tarafında eğimli tepede ağaçların arasından geliyordu. Silahın namlusundan çıkan ateşin yardımıyla tespit edebilmişlerdi yerini. Reptilianlar ise ne olduklarını anlamadıkları bi silahla gafil avlanıp tek tek avlanıp ölüyordular. "Alpaslan benimle gel hayatım. Biz pilotu bulalım. Önce onu etkisiz hale getirmemiz gerekiyor. Şu anda bu pilot elindeki şeyle Reptilianlardan kat kat fazla tehlike hatta Orbis'te ki en tehlikeli şey. Mete siz de Reptilianları indirip çocukları kurtarın ve güvene alın. Siz halledince bize işaret vereceksiniz ve biz de orada olacaz" deyince Mete başıyla onayladı beni. "Ayak üstünde mükemmel bi plan hazırladın üsteğmen" deyince Murat da "ee boşuna üsteğmen olmadı kız" deyince Alpaslan da koluma dokunup "hadi" deyince beraber koşmaya başladık ve ormana daldık. "Çok dikkatli olmalıyız Melike. Pilotun varlığımızdan haberi yok. Bu durumu avantajımıza kullanmamız gerekiyor" deyince pusuya yatan pilota dikkatle yaklaşıp kılıcımı boynuna dayadım ve "hemen o elindeki silahı yavaşça yere bırak ve sakın ters bi hareket yapma yoksa şah damarını anında keserim" deyince pilot kaskının içinde derin bi nefes verip ellerini havaya kaldırdı arkası bize dönük şekilde. Bir anda gelen "Anne" sesini duyunca kılıcı tutan elim titredi resmen. Öyle çok özlemişim ki bu sesi duymayı günlerdir. Yan tarafa bakınca ağacın dibinden bana dolmuş gözlerle bakan kızımı gördim "Ayşe'nin yanına git Melike" diyen Alpaslan'a bakmadan hızla Ayşe'nin yanına koştum. Yanına varınca diz çöküp kızımı hemen kucağıma aldım ve sımsıkı sarılıp "kızım, bir tanem benim. Herşey geçti tamam. Sizi çok özledim ben" deyince o da yanaklarımdan öpüp "ben de sizi çok özledim anne. Nolur bi daha ayrılmayalım" deyince saçlarından öpüp "bir daha ayrılık yok güzel kızım merak etme" deyip daha da sıkı sarıldım kızıma. Ama büyük komuştuğumu bilmiyordum o an. "Melike yer değiştirsek diyorum artık. Ben de kızıma sarılmak istiyorum artık" diye özlem dolu sesle sitem edince ellerini ensesinde birleştirip bizi bekleyen pilotun arkasına ben geçtim ve Alpaslan Ayşe'ye kocaman sarıldı. "Babam benim, öldük meraktan. Ama iyisin değil mi güzel kızım?" deyince Ayşe de "baba ya baba olan sensin. Ben senin kızınım baban değilim. Niye öğrenemiyorsun sen?" deyince gülmeye başladık. "Melike! burası temiz" diye bağırınca aşağı Ece'ye baktık. "Kalk ayağa yavaşça ve aşağı doğru yürümeye başla" deyince pilot kalktı ve yaralı ayağıyla yürümeye başladı. "Mete , pilotu al" deyince Mete kaskı başında olan pilota garip garip baktı ve kılıcı boynuna dayayınca ben de çocuklarıma koştum hızla üçüne birden sarıldım. Ama onlar da ağlayarak bana sarıldıktan hemen sonra ''anne biz Ayşe'yi koru-'' cümlesini tamamlayamadan yanımda Ayşe'yi görünce şaşkın şaşkın "Ayşe hayattasın" deyince ben de anlamadan Ayşe'ye baktım. Benden önce Alpaslan araya girip "Dur dur dur ne demek hayattasın? Ayşe neler oluyor?" diye sorunca Harun da diğerleriyle birlikte sanki ilk defa görmüş gibi koşup sarıldılar Ayşe'ye. "Sana birşey oldu diye çok korktuk Ayşe" deyince iyice telaşlandık biz de.
"Biri bize neler olduğunu anlatacak mı? Cengiz Han?" deyince bana bakıp "anne askerler Ayşe'yi elleriyle boğdular ve vücudunu yere fırlattılar kendi gözlerimizle gördük" deyince Ayşe'nin bir şekilde ölümden döndüğünü anlayınca böğrüme bi öküz oturdu sanki. Kalbim sıkıştı bu düşünceyle. Ayşe de "bilmiyorum ki tek hatırladığım gözlerimin kapandığıydı. Sonra da Onun beni bir şekilde kurtarmasıydı hatırladığım. Başka birşey hatırlamıyorum" deyip yerde dizlerinin üstünde başındaki kaskıyla duran pilotu gösterdi. Pilotun önüne gidip "kaskını çıkar" deyince başını olumlu anlamda salladı ve ellerini havaya kaldırıp sonra da yavaşça kaskını çıkardı. "Kadın mıymış?" diye sordu Bergen. Kız kaskını çıkarıp saçlarını düzeltti ve bana bakıp gülümseyerek ayağa kalkmadan elini alnına götürüp asker selamı verdi ve "Teğmen Ötüken Söğüt, emredin komutanım" deyince kaşlarım şaşkınlıkla havalandı ve bizimkilere baktığımda onlar da en az benim kadar şaşkındılar. Bu kız beni nerden tanıyordu? Komutan olduğumu nerden biliyordu. Ve üzerinden onca yıl geçmesine rağmen nasıl tanımıştı beni. Konuşmaya devam edip "Üsteğmen Melike Zazaoğlu, sizi gördüğüme ve görevimi yerine getirdiğime sevindim" deyince Murat araya girip "anlaşılan konuşacak çok şeyimiz var" deyince başıyla onayladı. Alpaslan "Tengiz, Murat yaralı kıza yardım edin" deyince Bergen ve Virginia kıskançlıkla aynı anda ikisi birlikte "ben yardım ederim" deyince hafiften gülümsedik. Ötüken başını çevirip Tengiz'i görünce bir anda irkilip geri çekildi. "Ben de nereye düştüğümü çok merak ediyordum zaten" deyince kızlar koluna girdi Ötüken'in ve çocukları da yanımıza alıp yürümeye başladık.
"Mete askerleri gönder ve o-" deyip Melike'ye döndü ve "adı neydi o düşen şeyin?" diye sorunca Ötüken garip şekilde Alpaslan'a baktı. Helikopteri bilmeyen insan mı olur arkadaş? diye düşündü. Ben de "helikopter hayatım" deyince Alpaslan tekrar Mete'ye baktı ve "helikopteri kalenin önüne getirsinler. Cihangir'in o şeyi görmek için neler vereceğini merak ediyorum" deyince Ötüken Alpaslan'a bakıp "Yüzbaşı Cihangir Zazaoğlu mu?" diye sordu. Ben de kıza bakıp "evet abimden bahsediyor Alpaslan" deyip "sen o helikopteri abime satmayı mı düşünüyorsun Alpaslan?" diye sorunca Alpaslan da gülüp "hayır böyle birşeyi satmam ben. Böyle muhteşem birşeyi Çevlik'in meydanına koyacam anı olarak. Ben sadece Cihangir'in bu şeyi görebilmesi için ondan kese kese altınlar alacam" dedi. Koluna vurup "pisliksin resmen İmparator" deyip gülmeye başladım. Askerlerin bizi beklediği yere varınca Ötüken yarım yüzlü şeytan askerleri görünce "bismillahirahmanirahim. İnşallah makyajdır bunlar Üsteğmenim. Yoksa fena halde meraktan ölebilirim" deyince "maalesef teğmenim tüm bu gördüklerinin hepsi gerçek. İnsan başta korkup tedirgin oluyor ama sonradan alışıyor zamanla merak etme" deyince Murat'a baktı ve "Dünya'nın neresindeyiz biz Üsteğmenim? Afrika kıtası mı burası? Böyle şeyleri hayatımda ilk defa görüyorum" deyip önce Tengiz'e ardından Bergen'e baktı. "Sabret her şeyi kaleye varınca anlatacağız zaten" deyince Ece'ye bakıp "kale kelimesinden de kıllandım bu arada ama neyse bekleyip göreceğiz artık" deyince Gece de yürürken zorlandığını fark ettiği kıza "silahını ver istersen yürümene engel oluyorsa" deyince Ötüken de gülümseyerek "teşekkür ederim teğmenim ancak bu silah bana zimmetli. O yüzden veremem biliyorsun" deyince Gece de anlayışla gülümsedi. "Zimmetli olması önemli değil artık. Yani bir daha silahlı kuvvetleri göremeyeceğin için" diye kısık sesle söylendi Ece. Atların yanına gelince Anadolu'nun yanına gittim. Anadolu da merakla çocuklara bakıp "bulmuşsunuz çocukları" deyince ufaklıklara çevirdim bakışları gülümseyerek. "Çocuklar Anadolu sizi özlemiş" deyince hepsi koşarak Anadolu'nun yanına geldiler ve Anadolu da başını eğince okşamaya başladılar. "Ömer Fethi" deyince Ömer Fethi Ayşe'ye baktı. Ayşe de arkasında sakladığı ellerini öne getirince Ömer Fethi'nin gözleri kocaman açıldı. "Buldun mu Ayşe? Nerden buldun ki? Ben sonsuza kadar kaybettim sanmıştım. Çok teşekkür ederim" deyip Ayşe'ye sarıldı. Cengiz Han da "bende sarılacam" deyip kardeşlerine sarıldı. Harun onlara bakıp "ee benim başım saçsız mı? Ben de sarılmak istiyorum" deyip üç kardeşine sarıldı. Ben gülümseyerek onları izliyordum. Alpaslan kolunu omzuma atıp "farkına vardın mı?" diye sorunca merakla ona bakıp "neyin canım?" diye sordum. Alpaslanda "bu kaybolma hadisesinden önce de kardeştiler evet ama kaybolduktan sonra aralarında ne geçtiyse hep beraber ne yaşadılarsa bu onları daha da kenetlemiş" deyince gülümseyerek "inşallah ömür boyu böyle kenetlenip bir olurlar" deyince o da "inşallah inşallah" dedi.

ORBİS-YENİ DÜNYA(TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now