Sıfatlar

12.1K 881 1K
                                    



*yazan kişinin minik(!) notu*

Merhaba! Nasılsınız? :) 

Bu şarkıyı dinliyordum ama neden buraya iliştirdim, bilmiyorum. Bu bölüm biteli birkaç gün oldu; neden oturup bir elden geçiremedim ve yazdığım ilk hâliyle paylaşıyorum ya da neden bu kadar uzun oldu, onu da bilmiyorum. Kaldıkça kalıyormuş. Bu da böyle bir bölümmüş, ne yapalım.

Öptüm!

*yazan kişinin minik(!) notu*


----


"Çatık kaşlı yıldızlar belki bir gün güler yüzümüze."

Pericles, William Shakespeare.



On iki.


Sunum ekranındaki grafiğe sıkıntılı bir nefes vererek baktım. 

Daire rahatsız edici bir orantısızlıkla dört parçaya ayrılmış, her bir parça farklı bir renge boyanmış ve kiremitle turuncu arasında bocalayan en sıkıcı ton da en büyük dilime denk gelmişti.

Konuşmacı dahil olduğu kurumun yeni mezunlara tanıdığı olanakları diğer kurumlarla karşılaştırırken bu sıkıcı kariyer günlerinden ne zaman çıkabileceğimi düşünüyordum. İnovasyon, pazar payı, wining and dining... Anlatılanlara göre dünyadaki en başarılı ve mutlu şirket onlara aitti, diğer iş yerleri dışarıya kendilerini muhteşem gösterse bile içten içe kan ağlıyordu, bu şirkettekiler işe öğlen on ikide başlayıp işi akşama doğru dörtte bırakırken diğer şirketlerde mesai sabaha karşı üçte başlayıp gece ikide bitiyordu, onlardan duymuş olmayalım ama hepsinin çalışanı da işte şu sahnedeki konuşmacının şirketine girmek için dilek ağaçlarına çaput bağlar gibi CV'lerine yeni satırlar ekliyorlardı.

Acaba Marin de Alarga Holding'deki hisselerini satıp bu şirkette hayata sıfırdan mı başlasaydı?

Gerçi konuşmacı hanımefendinin söylediğine göre 'kendini pazarlayabilme bu sektörün olmazsa olmazı'ydı, Marin tezgahtar gibi "Lacivert gözlerim var, yağmur kokum var, gülünce karşımdakinin dünyasını ayaklarının altında bir misket tanesi gibi döndürüverip yeri göğü ve geceyi gündüzü şaştırabiliyorum" mu diyecekti?

Aslında neden olmasın...

Kendi kendime gülerken, sonunda elimdeki telefonun ekranına beklediğim bildirim düştü.

-Kızıl:
Bıktım senden Efes.

Yattaki o günden beri aklım o fotoğraftaydı. Kaan'ı da durup durup dürtüyordum ama o çok emindi. Neyse ki Marin arkadaşlarıyla meşguldü de görüştüğümüz kısıtlı zamanlarda bendeki bu garip paranoyayı ona yansıtmayabilmiştim ama hepsi teker teker ülkelerine dönüyordu ve bugün Partic de gittikten sonra normal hayatımıza geri dönecektik.

Bir saniye, normal hayat mı? Ne zamandan beri bahçemde okuduğum kitabın karakterleri hakkında hayal kurduğum kısım değil de saçımı kıvırıp hayalî olmayan birini düşlediğim ve jet ski ile yatlara gittiğim günleri 'normal' addediyordum?

Neyse. Kaan'a son bir defacık daha 'Emin misin?' demekten zarar gelmezdi, değil mi?

-Kızıl:
Kızım kayıt yok diyorum ne yapayım bilgisayarımın üstüne yemin mi edeyim sana?

DemHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin