Sekiz Yüz Elli İki Bin Kilometre

8.4K 549 1K
                                    


*yazan kişinin minik(!) notu*

Merhaba! Nasılsınız? :)

Ben dünya karışmışken kendimi yazmaya verdiğime göre, belli ki köy yanarken taranan bir deliyim. 

Size haberlerim var. Birinci haberim, Dem bitiyor. Bu, başımıza bir şey gelmezse, finalden önceki son bölüm.

İkinci haberimse, bu bölümün hikayenin standartlarına göre yaklaşık bir buçuk bölüm kadar uzun oluşu. Biliyorum, bölmeliydim ama bu kısım beni mental açıdan öyle zorladı ki yazarken bölersem devamını yazmaktan, paylaşırken bölersem devamını paylaşmaktan çekineceğimden korktum. Bölümün bunca gecikmesinin bir nedeni de aslında bu. İçime sinsin istedim, sinmedi, yine sinmedi, hâlâ sinmiyor, falan. Neyse bunlar sıkıcı konular. Demek istediğim şey şu: Fazla uzun, evet; sıkılırsanız ama devamındaki olayları merak ederseniz yazın bana, ben size minnacık özet geçerim. Ciddiyim, maksat zevk almak sonuçta.

Umarım hissettiğim kadar elime yüzüme bulaştırmamışımdır...

Öptüm!

*yazan kişinin minik(!) notu*

----

"Daha acıklı bir öykü yoktur, bunu böyle bilin. Bu öyküsünden, talihsiz Romeo ile Juliet'in."

Romeo ve Juliet, William Shakespeare.



Yirmi dört.

Rüya Alarga'nın kırk beşinci yaş günü, eteklerine doluşacak felaketlere inat, oldukça keyifli başlamıştı.

Alarga kardeşler İstanbul dışından gelen konuklarla ilgileniyordu. Cihan, Berna ve bense; masmavi gökte şımarıkça salınan temmuz güneşi altında, bahçemde, tembel bir kahvaltının ardından keyif çayımızı içmekle meşguldük.

"Ve sonra öğreneceğiz ki..." dedim, ellerimi iki yana açarak. Onlara gece aklıma düşen kurguyu anlatıyordum. "Kahverengi gözlü çocuk aslında mavi gözlü kıza yalan söylemiş."

"Nee!" dedi Berna, dehşetle açılan gözlerinden masaya kırılan hayalleri düşüyordu. "Adi herif!"

Cihan gülüşünü güçlükle tutsa da ben şahsen başımı hararetle sallayarak Berna'ya katılmıştım. İnsan bazen kendi karakterine de inanamıyordu.

"Peki kahverengi gözlü çocuğu şehre getiren görev?" dedi Cihan, dirseğini masaya yaslayıp bana doğru merakla eğilerek, "O da mı yalanmış?"

"O gerçek." dedim, "Şişman adamı sahiden o kel kimyager öldürmüş, şu eski şırınga yöntemiyle. Yaşanan diplomatik sorun da gerçek, doğal olarak." Omuzlarımı mavi gözlü kıza hissettiğim hüzünle kaldırıp indirdim. "Gerçek olmayan tek şey, kahverengi gözlü çocuğun aşkı. Amacı sadece orada olduğu süre boyunca eğlenmekmiş ve mavi gözlü kızın sivri zekasının yanında bu kadar romantik de olabilmesini komik bulunca, kendine bir aşk masalı uydurmuş. Kız ona sahiden aşık olunca çok üzülmüş çünkü kızı seviyormuş ama onunla kalacak ya da uğuruna bir şehre yerleşecek kadar değil tabii."

"Vay pislik..." dedi Berna, gözlerini kısmıştı. "Ama ben anladım, bu böyle kaybedince değer bilen kasadan. Bakın buraya yazıyorum," dedi, işaret parmağı masamın üzerine anın görünmez hatırasını kazıyordu, "İki güne kalmadan it gibi pişman olacak!"

Yüzümü buruşturdum. "Hayvanları kötücül benzetme ögeleri olarak kullanmaz mısın lütfen?"

Elini beni umursamıyormuş gibi savururken, aklı hâlâ fikrindeydi. "Aşık canım o kıza, aşık ama henüz bunun farkında değil. Olsun, ben beklerim." Büyük bir güvenle arkasına yaslandı. "İkinci kitapta tıpış tıpış dönecek o çocuk, mavi gözlü kıza."

DemHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin