Zaaf

10.3K 647 775
                                    

*yazan kişinin minik(!) notu*

Merhaba! Nasılsınız? :)

Benim günlerim bu ara biraz yoğun geçiyor. Aklımı da toparlayamadığımdan sanırım, eskisinden de kötü yazdığımı hissediyorum ama işte yazmayı seviyorum. Ay resmen eylemi kötüye kullanmak bu, evet, skandal... Neyse. Ortaya çıkanın durumu için önce canım karakterlerime sonra size özür çiçekleri bıraktığımı hayal edin, olur mu? :)

Öptüm! 

*yazan kişinin minik(!) notu*

----

"Gidelim buradan: Korkular, karanlıklar düştü içime birden."

Hamlet, William Shakespeare.




On dokuz.

Felaketler hep sıradan günlerde gerçekleşir.

Cihan elbette bana katılmıyor ama sanırım bu yüzden insanlar öngöremedikleri felaketler için işaretler uydurdular.

Geçenlerde Cihan bu yazma işinin nasıl gittiğini sordu. Geri getirmiyor, demek istemediğim için cevap veremedim. Yalnızca onu yazmamdan, ona dokunmayan günleri kayda almamamdan mustarip. Gönlü olsun diye ve tam da hikayenin bu kısmına gelmişken; neredeyse Cihan'ın felaketine dönüşecek olan o günün de oldukça sıradan başladığını hatırlattım ona. Zeliş Teyze olsa o açık hava tiyatrosunun uğursuz olduğunu düşünürdü.

Zeliş Teyze'yle kişisel kıyametimin ardından hastanede tanıştım. Kırmızı bulutları depreme, gökkuşağını devlet karışıklığına, baykuşu kötü habere yoran; üç çocuğunun üçünü, kocasını ve torununu yangında kaybettikten sonra kendine ve dünyaya mahkum kalmış bir kadın. Bundan sonraki her felaketin öncüllerini kaydetmiş aklına. Baykuşları, gökkuşaklarını, kırmızı bulutları yok etme derdinde değil. İstediği tek şey, bilmek. Yıkımın yaklaştığını, işte yola çıktığını, adım seslerinin duyulur olduğunu bilmek.

Bu konuda neredeyse şaka olarak değerlendirilebilecek bir yorum yapabildiğim için Cihan beni tebrik eder sanıyordum ama hemen gecekondu tipi bir savunma duvarı ördü önüme. Her şeyi yeniden düşünüp yeniden yaşayarak kendimi yok yere harap ediyormuşum, Zeliş Teyze'yi hatırlaması gereken benmişim, insanlar neler yaşıyormuş, hâlimize şükretmeliymişiz.

Unutabildiğimi sanıyor. Bir acının diğerini geçirdiğini de. Oysa insan hem kendi hikayesine hem duyduklarına üzülebiliyormuş. Hem denizde kopan fırtınaya hem çöllerdeki susuzlara, hem solan bir menekşeye hem savaşın orta yerindeki bir çocuğa...

*

Sevgili M, içimde bıraktığın boşlukta her bir canlıya yetecek kadar ağıt birikti.

*

"Şimdi ben doğru mu anlıyorum?" dedi Berna, dehşetle arasında dudak payı bile bırakmayan bir sesle. "Sahra geldi, size gizlice bu geceki yardım hede hödösünde annenin seninle Barbaros ve Marin hakkında konuşacağı spoiler'ını verdi. Marin de sana 'Çaktırma' dedi. Sense Marin'in tekerlek izi bile silinmeden ve gecenin kör vakti demeden ayaklarını popona vura vura anneni aramaya gittin?"

Gecenin gerginliği karnımı tırnaklamaya çoktan başlamışken gözlerimi devirdim. "Hede hödö ne acaba... Bitirelim şu saçımı hadi bak Kaan geldi gelecek!"

"Of dur şimdi!" dedi, elindeki maşayı prizden çekme gereği hissetmeden havada öylesine çevirerek. "Yetişir saçın, sen bana şunu söyle, vicdan makinen mi kireçlendi yoksa Sahra'ya dokunan yılanın bin yaşaması için imza kampanyası başlattın da bana destek rozeti vermeyi mi unuttun?"

DemHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin