Ayıcık

10.5K 835 1.3K
                                    

*yazan kişinin minik(!) notu*

Merhaba! Nasılsınız? :)

Bölüm biraz uzun oldu. Şaka şaka, bayağı uzun oldu. Özür dilerim :( Aslında burada geçenleri iki farklı bölümde ve daha derin işlemek niyetindeydim fakat ortaya hayalimdekinden çok başka bir ivme çıktı. Kısacası (madem 'kısacası' var, neden uzatıyorsun?!), özeneyim derken iyi yazmak yerine yanlışlıkla kendimi gidişata kaptırdım. Burada elini yüzüne vuran emoji var, evet.

Bu yukarıdaki şarkı da çok kere yorumlandı, elbette daha iyisi de daha kötüsü de vardır fakat hiçbiri değil sadece bu tını bana hep Efes'i getiriyor. Ben de böyle biriymişim...

Ne çok konuştum ay. Neyse. Mutluş tatlış bir mayıs geçirin, olur mu? ^^

Öptüm! 

*yazan kişinin minik(!) notu*

----

"Demek ki tanrısal bir güç karışıp işe, biz ne taslaklar çizersek çizelim, son biçimi o veriyor kaderimize."

Hamlet, William Shakespeare.

On beş.

Önümde uzanan denizden derin bir nefes aldım.

Her şey birdenbire olmuştu.

"Avrupa'da olsa daha rahat olurdu ama halledeceğim artık bir şekilde. New York'ta iyi bir otel bulalım bana."

Kum saatim çatlamıştı. Sonunu hiç sevmediğim teneke kutulu filmde sevgilisiyle birlikte çimentonun altında kalan kadın gibi hissediyordum kendimi. Onları oraya götüren aşk değil aptal bir oyundu, beni buraya getiren aşk olabilirdi ama burada da bir oyun olduğuna emindim, aptal olan zaten bizzat bendim.

"Daha uzun kalman gerekirse NASA ile ortak yürütülen projelerden birine geçersin abi? Olmazsa Stanford'ın teklifini kabul edersin, çalışmayı New York'tan yürütürsün?"

Ellerimi iki yanımdan tahta zemine sıkıca bastırıp tuzlu kokudan bir nefes daha aldım. Yatın arkasındaydım. Denizle neredeyse bitişikti bu kısım, bacaklarımı suya uzatmıştım, marinanın iskelesine paralel duran yat sayesinde önümde uçsuz bucaksız bir manzara vardı. Muhtemelen açıldıklarında buradan denize girilsin diye tasarlanmış bir bölümdü bu. Yatın içi banyo dolu değilmiş gibi, kumsallardaki duşlardan bile vardı burada. Bu kısmın özel bir adının olup olmadığını bilmiyordum ama umursamıyordum da. Muhtemelen bir daha herhangi bir yatta bulunmayacaktım, ne önemi vardı ki?

"Teklifi kabul edersem en az iki ay oraya bağlı kalmak zorundayım Kaan."

Bu yat kaç metreydi acaba? Ses yalıtımına on üzerinden eksi üç veriyordum. Üst katın benim bulunduğum hizasında, yani hemen üstümde konuşulan her şey bana kadar geliyordu. Duymak istesem zaten orada olurdum, değil mi?

Aslında buraya gelmemi o teklif etmemişti. Gelen mail'i Kaan'a ve kendisine yönlendirmemi rica ettikten sonra benimle herhangi bir iletişim de kurmamıştı hatta. O önce bahçemden sonra belli ki ülkeden gitmeye heves ve aceleyle hazırlanırken ben geride bırakacağı lacivert boşlukta boğulmaktan öyle çok korkmuştum ki onunla gelip gelemeyeceğimi sormuştum. En azından yata kadar. Hayır dememişti. Evet de dememiş olması beni hiç ilgilendirmemişti.

Sonunda, kızı gerçekten bulmuştuk.

Gün doğarken araştırmaya ve planlamalara başlamışlardı Kaan ve Marin. Ben çoğunlukla sessizce izlemiş, fikirlerimi bir yerden sonra sadece Kaan'a söylemiş (Çünkü Marin'in gözleri ekrandan başka bir yere kaymıyordu ve... Nasıl desem... Birkaç saat önce öpüp durduğum yüzün bana dönmeyişi kalbimin çiçeklerini paslı ve kör bir bahçe makasıyla kıprıyordu, anlıyor musunuz?), annemle olan konuşmamızı tekrar tekrar eksiksiz ve yalansız olarak aktarmıştım.

DemHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin