Salıncak

12.4K 641 622
                                    




"Dünyaya hayat veren, nasılı, nedeni bilinmeyen elementler gibi; birbirimizin ruhundan anlıyorduk."

İki Soylu Akraba, William Shakespeare.




Yirmi.


O öğlen telefonum çaldığında kitabıma öyle dalmıştım ki yerimden sıçradım.

"Ama öyle aniden aranır mı Marin ya çayımı Vadideki Zambak'ın üstüne döküyordum!" diye açtım telefonu, geyikli kupamı alelacele üstümden uzaklaştırıp kütüphanemin hemen yanımda duran rafına bırakırken. "Henriette yanacaktı neredeyse..."

Dünyadaki en güzel gülüş şehrin başka bir yerinden kopup telefonumdan kütüphanemin içine düşüverdi. "Sen seviyorsun bu yakma işlerini Efes. O gün geldim, evi yaktın. Bugün aradım, karakteri yakıyorsun. İçindeki ateşi bu anlamda da beslediğimi bilmiyordum."

Görebilirmiş gibi gözlerimi yuvarladım. "Siz Alargaların beni utandıran konuları hatırlama süresi, Uranyum-238'in yarı ömründen daha uzun."

Bu defaki kahkaha öyle kocamandı ki benim de dudaklarıma bulaşmıştı. Sonra derin bir nefes alıp durakladı. "Söz konusu uranyumken bile en zararsız seçeneği buluyorsun."

"Aa, ama benim en sevdiğim element manganez" dedim, kütüphanemdeki pencere önü koltuğumun kolçağına yaslanıp bacaklarımı koltuğun diğer ucuna uzatarak.

"Manganez?" dedi, anlam verememiş bir tonla. Fransızcanın zarifçe dokunup kaçtığı sesi, kelimeyi 'mongenez' gibi telaffuz ediyordu. Bunun bile bana olağanüstü gelmesi, kirpiklerimi kırpıştırıp bana iç çektirmesi nasıl mümkün olabilirdi?

"Evet canım, ta kendisi." Kendi hâline bıraktığım saçlarımın bir tutamını parmağımın ucuna dolayıp sesimi ciddileştirirken gözlerimi bacaklarıma vuran sarışın yıldızın ışık oyunlarına çevirdim. "Bir kere yaşamsal. O olmasaydı kan şekerimiz düzenlenemezdi, kemiklerimiz olmazdı, yaralarımız iyileşmezdi... Fotosentez ve oksijen de olmazdı." Marin telefonun diğer ucunda gülmemek için karın ve yüz kaslarına fazla mesai yaptırdığını belli eden sesler çıkarırken, hiçbir şey yokmuş gibi devam ettim. "Bir yandan da ağır metal tabii. Fazlası maazallah delirtebiliyor, insanın el ayağı titreyebiliyor falan. Ve!" dedim, yersiz bir heyecan yükselişiyle, "Dünya'ya yıldızlardan geldiği düşünülüyor! Nefis değil mi?"

Daha fazla zapt edemediği kahkahası ile onu tam üç defa güldürmüş oluyordum. "Bunlar çok önemli özellikler tabii Artemis ama saydığın şeyler birden fazla element için geçerli. Neden illa manganez?"

Bir kere daha söyle şunun ismini, desem, ayıp olurdu sanırım.

Ama ne yapabilirdim? Zaten yoğun bir dönemdeyken Paris'teki işine benim yüzümden (ama iyi ki) verdiği minik ara hem oradaki hem buradaki bütün sorumluluklarını üst üste yığmıştı. Paris'ten geldiğinden beri bir yandan ESA bir yandan Alarga Holding onu esir almıştı ve buna benim yayınevindeki işlerim de eklenince birbirimizi iki haftadır onun Paris'te olduğu zamanlardakinden bile az görebiliyorduk.

Kelimeleri söyleme şeklini bile özlemiştim işte.

Boğazımı temizledim. "Yani tabii buna benzer başka bir element de bulunur ama bunda şey var bir de... Sembolü Mn. Çok aşırı sevdiğim birinin isminin ilk ve son harfi. O yüzden de torpil yapmış olabilirim kendisine birazcık."

DemHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin