Birinci Bölüm

18.1K 290 106
                                    

Salonda, bahçedekilerin kahkahaları işitiliyordu. Süreyya, canı sıkılanlara özgü bir sabırsızlıkla: "Çılgın kız!" diye söylendi.

Balkona açılan büyük kapıdan, parmaklığa dayanmış, dışarıya baktığı görülen eşi dönüp: "Ama bu gece hava ne güzel!" dedi.

Bu nisan gününün saat on birde başlayan yağmuru yarım saat sonra dinmiş, rutubetli yapraklardaki yeşil renklerin üzerinde şimdi altından incileriyle lâcivert bir sema titriyordu. Topraktan, ağaçlardan yayılan rutubetli havada etkileyici bir içe işleyiş vardı.

Genç kadın pencerenin kenarına dayanarak bir-iki uzun nefes aldı. Her nefes alışında hayatı artıyormuş gibi ah çekiyordu. Sonra, hâlâ sigarasının dumanına bulanmış, zayıf bir kış tepesi gibi mazlum ve kederli duran Süreyya'ya doğru gelerek elinden tuttu, kaldırmak istedi:

"Hava bu kadar güzelken burada somurtup oturmak, gezip eğlenenlere haksız yere kızmaktan daha mı iyidir? Haydi, biz de çıkalım..."

Süreyya'nın canı bu gece pek sıkılıyordu. "Adam, bırak!" dedi. Sade babasına değil, sanki tüm köye dargındı. Yazlığa çıkacakları zaman o kadar ısrar etmiş fakat bu sefer de deniz kıyısında bir yere gitmeye babasını razı edememişti. Büyükbabalarının vaktiyle gelip nasıl budala bir hesapla "şu taş ocağında" yaptırdığı bu köşk onları her sene başka yere gitmekten alıkoyuyordu. Bütün kış, o Boğaziçi'ni düşlerken yine koşup geldikleri "şu çöplük", çocukluğundan beri yaşaya yaşaya usandığı, bu içinde bir şey olmayan çöl, onu artık çıkıp gezmekten alıkoyacak kadar bıktırmıştı!.. Babasına karşı bir şey yapamamasının intikamını almak isteyerek hırsını başkalarından çıkarıyor, buradaki hayatın aleyhinde bulunmak için her şey kendisine bir neden oluyordu. Bunun için her günkü hayatında çoğu kez neşeli olan Süreyya, buraya taşındıkları on günden beri hemen daima sisli, tam bir taşkınlık, hatta o kadar sevdiği karısı Suad'a karşı bile hemen hiçbir sebep olmaksızın haksız davranıyordu.

Suad'ın kendi kolunu tutan elinden kurtulup yanı başına oturarak ve kendisine dargın olmadığı için gülümsemek lazım geldiğini hatırlayarak kaçamak, nursuz bir gülümsemeyle: "Şimdi hep çamur oluruz; toprak, toprak değil ki... İki dakika yağmur yağdı mı, haddin varsa yürü! Bastığın yerden ayağın bir okka çamurla kalkar..." dedi.

Genç kadın beş senelik derin bir yakınlığın sağladığı bakışın verdiği etki ile pek iyi fark ettiği bu neşesizliğin yok olması için artık bir şey yapamamanın üzüntüsüyle, hüzünlü bir sesle sordu: "Pek sıkılıyorsun galiba?"

"Evet, sorma... Patlıyorum... Burası zaten yaşanılacak bir yer mi? Allah'ın kırı... Hele bu yemekten sonraki saatler. Sabahleyin yemeğe kadar, akşamüstü... Özetle her zaman insan boğuluyor... Herkes, böyle bir köşede eziliyor... Kendimi bostan kıyısında zannediyorum."

Suad, kaşlarında bir endişe kıvrımıyla, gözleri daha çok karararak, kaç senedir bu aynı yerde, aynı hayatta şikâyet için hiçbir hâl görülmeden geçirilmiş mutlu günleri düşünerek susuyordu. Bir aralık; "Önceden hiç böyle söylemiyordun" demek istedi. Fakat neye yarayacaktı? Ufak bir bahane, sıradan bir sebeple geçiştirilmeyecek miydi? "Bari sen git, oralarda kal, biraz eğlenirsin!" diyecek oluyordu; fakat beş senedir beraber bulunmaya, her şeyi beraber yapmaya o kadar alışmışlardı ki, kocasına karşı kalbindeki derin bağlılığın yönlendirmesiyle fedakârlığa razı olup söylese bile onun bunu fark ederek kırıldığını görerek daha rahatsız olacağını, yine yeminlerin başlayacağını, hiçbir şey değişmeyerek sade dış görünüş adına uğraşılmış olacağını düşünüyordu. Çünkü asıl suçun köşkte olmadığını hissediyordu. Suç, ne şu sebebini düşününce kalbini sızlatan can sıkıntısında, ne de aşkla ve bağlılıkla geçtiği hâlde beş senelik hayatın yıprattığı kalplerde, bu kalplerin, insan kalbinin eskimeye olan kabiliyetindeydi. Ve o, kadın, bu acı düşünceyle başını eğip susarken, Süreyya söyleniyor, şikâyet ediyordu. Belki ellinci defa olarak:

EylülHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin