Yirminci Bölüm

518 26 3
                                    

Bu sefer Necib, konakta bir hafta görünmedi. Suad, önce bundan memnun olurken gittikçe endişelenmeye, sıkılmaya başlıyordu; onun yüzünden de, arkasından da üzüntülü olduğunu görüp: "Ah, bu aşk ne acı bir yara imiş! Ne kötü şeymiş!" diyordu. Onu o kadar çok sevmişti ve severken mutluluğa o kadar da dokunmuştu ki, hayatının bu sarsıntıdan kırılmaması mümkün değildi. Ve her şeyden çok onun şu kadar küçük mutluluk ihtimalini bile bir yara yapmak isteyen kaderin elinde feryat ve ölüme hazırlık arzusu hissediyordu. Kim bilir belki Boğaziçi'nde kalsalardı bu aşk böyle bitmez, belki bir mutluluk olurdu. Zaten bir mutluluk değil miydi, böyle birbirlerini son dereceye kadar, ölümlere kadar sevmeleri, birbirlerine dünyayı feda edeceklerini her bakışta, her nefeste tekrar anlatışları ve giderek sağlamlaştırmalar; sevildiğini, sevdiğini, bununla mutlu ettiğini bilerek yaşamaları zaten bir mutluluk değil miydi? Bu artık yok olmuştu. Acı, kötü sonlu bir rüya olmuştu değil mi? Ve hayatında bir şey olabilecekken uğursuz bir rastlantıyla kırılıvermiş olan bu aşkının hayali cesedi arkasında sevdiğini gömenlerin yakıcı yürek yanmalarına benzer bir özlemi vardı. Hayatın boşluğundan doğan bıkkınlık ve sonsuz iç sıkıntısına şimdi bir büyük mutluluk fırsatını kaçırıp hayatını yok etmiş olmaya, ayrılık acısı da ekleniyordu.

Bu uzun düşünceler, kederler onu büsbütün sarartmıştı. Yüzü birden incelmiş, sarı, uzun bir hâl almış, gözlerinde derin bir bıkkınlık vardı, bütün yüz çizgilerine sürekli bir elem ifadesi yerleşmişti. Artık ömrü hemen hemen hep sessizlik ve düşünceye mahkûm olmuş denilebilirdi. Süreyya ile dargınlıkları hâlen sürüyor, ikisi de pişman görünmeyerek zorunlu birkaç kelimeden başka bir söz konuşmuyorlardı. Hacer'in sözlerine artık cevap verip vermemeye de pek önem vermiyordu. Yalnızca hanımefendinin ender birkaç sözüne katıldığı oluyordu.

Necib'in böyle sıra ile dört beş gün gelmediğini görünce, şimdi kendisi merak etmeye başlamıştı. Onun darılmış olması ihtimali bu merakı endişeye dönüştürüyor, ona gereğinden fazla bir sertlik göstermiş olmaktan korkuyordu. Öyle bir hafta gelmeyince "Demek Hacer için değilmiş" düşüncesi de değerlendirmelerine ekleniyor, o hâlde Necib'e niçin böyle kaba davrandığını anlamadığı dakikalar oluyordu. O kadar kırgınlığa esir kalmıştı ki, katlanamayarak, bir ateş içindeymiş gibi, elinde olmayan hareketlerde bulunmuştu. Fakat şimdi? Şimdi işte mademki artık gelmiyordu, demek o darılmış, haksızlık etmişti. Özellikle onun böyle günlerce uzaklarda ne yaptığını düşünmek bu endişesini artırıyordu. Acaba nerede ve nasıl yaşıyordu? O kadar müddet hayatına o kadar karışmış, o kadar girmişti ki, şimdi kendinde bir boşluk, bir rahatsızlık oluşuyordu. Bu değerlendirmeler arasında nadir dakikalarda hiçbir şey düşünmeyip dalıp herkes gibi gitmek, her şey bittiği için boş yere rahatsız olmak istediği de oluyordu. Fakat gizlice araştırmak isteği ve merak düşüncesi üstün geliyor, zihnini bunlara harcıyordu.

Bir akşam sofrada onun konusunun umulmadık şekilde açılması bu düşüncelerine kuvvet ve şiddet verdi. Fatin, Süreyya'ya Necib'i sordu. Cevap alamayınca kendisi bir kalem arkadaşından duyduğunu anlatmaya başladı. Fakat sözü ağzında o kadar ezip cümleleri, lokmaları çiğnemekle o kadar parçalıyor o kadar uzatıyordu ki, bir sinir ateşi içinde Suad ona haykırmak istiyordu. Fatin, o arkadaşından Necib hakkında öğrendiklerini anlatırken, bazen sade bir gözle, sonra bir kapalı kelimeyle cümlelerini büsbütün belirsizliğe boğarak konuşuyordu.

"Bizim Fehim Bey geçen gece berabermiş... Şaştım diyordu... 'Ne tahammül, ne tahammül, ben kimsede bu derece aşırılık görmedim' diyordu..." diye aşırılığın ne de olduğunu söylenmemiş bırakarak açıklamalara giriyordu. Hanımefendi de kendi gibi bir şey anlamak için olmalı ki, sonunda anlatmaya mecbur oldu. O zaman Fatin, manalı bir gülümsemeyle bakarak sadece: "Beyoğlu malûm a, her türlüsü... Şimdi bir de tiyatro kumpanyası gelmiş..." diye gözleriyle bir şey anlatmak istedi. Sonra Süreyya gülerek: "Kumpanyalar zaten buraya oyun vermeye değil oyun etmeye gelirler ve aktrisler sanatlarından çok mevkileriyle nam bırakırlar..." dedi.

EylülHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin