Üçüncü Bölüm

2.4K 62 6
                                    

Ertesi sabah kalktıkları zaman, Süreyya'nın anlattığına göre, gece köşkün öbür köşesinde kıyametler kopmuştu. Hacer, kocasını onlar gibi yalı tutup Boğaziçi'ne gitmeye zorlamış, o tabii ki teklife kulak asmamış... Süreyya "Yüreğine inmiştir" diye gülüyor, fakat sonra kızıyordu. Bunun üzerine atışmışlar, Hacer'e fenalık gelmiş, bey, hanım hep oraya koşmuşlar; Fatin ısrar etmiş. Daha zorlanırsa rahat edeceği bir yere gitmekten başka çaresi kalmadığını söylemiş...

Süreyya: "Katırı görüyor musun, katırı!" diyor, sonra babasının barıştırıncaya kadar nasıl uğraştığını söyleyerek "Çeksin yeridir!" diyordu. "Araya araya bulduğu yakutu şimdi görsün..." Çünkü o kızı evlendirirken bir gün öyle söylemişti: "Hanım aradım aradım ama öyle bir yakut buldum ki..." Süreyya, bunu anlatarak: "bulduğu yakutu şimdi nargilesinin marpucuna oturtsun da..." diyordu.

Suad, darılarak "Bey, bey!" dedi.

"Peki, sustum, sustum ama haydi kaçalım bakayım... Çünkü artık onların yüzünü görmek istemiyorum..."

Suad yalvararak:

"Yok, sen bir kere Hacer'e söyle... İstediği zaman gelsin... Söyleyeceksin değil mi?"

Kocasından uygun cevabı almadan işe başlamadı. Necib kendilerine veda edip ayrılırken Süreyya, Hacer'le konuşmak için odasına gidiyordu.

Bir daha on gün sonra Beyker'in önünde rastladılar. Necib, Beyoğlu'na doğru yürürken, arkasından birinin kolundan tuttuğunu hissetti. Dönünce Süreyya'yı gördü:

"Ooo, nereden böyle?"

Öbürü elinden tutup Beyker'e doğru yürüyerek:

"Ya sen?" dedi. "Kırklara mı karıştın, ne oldu? Bizi yarı yolda yalnız bırakmak..."

Necib, özür dilemek için söz bulamıyordu. Dükkâna girmişlerdi. Süreyya çırağa bir şey sordu. Sonra öne düştü, içeri yürürlerken:

"Görüyorsun a! Masraf, masraf... otuz beş-kırk lira derken yalı bize altmış liraya oturuyor." dedi.

İçerideki ipekli kumaşlara bakmaya başladı. Bir taraftan anlatıyordu:

"Ama gelsen de bir görsen... Ha, gerçekten, ne zaman geleceksin? Bekleyip duruyoruz... Ah Necib, biz bağda meğer cehennemdeymişiz. Ne yer, ne yer! Ben ilk baktığımız gün bu kadar güzel bulmadımdı. Sabahları, ya akşamları... Hele öğleden sonraki güzellik... Akşamüstü Suad'la beraber çıkıyoruz. Ne görüntü, ne görüntü! Bir kere Büyükdere'ye gittik... Daha istediğimiz gibi gezemiyoruz ki, iyice birleşemedik. Ev tamam olsun da uzun gezilere çıkacağız... Sen de gelirsin... Etraf hep gezilecek, tanınacak... Beykoz var, kavaklar var, Yuşa, bentler..." Ve para verip çıktığı zaman Necib de beraber tünele doğru yürümeye başladılar.

Süreyya sordu:

"Sen ne yapıyorsun bakalım?"

Gerçeği söylemek gerekirse, Necib bunalıyordu. Fakat öyle söylemedi. "Şöyle böyle" dedi. O da yarın adaya gidecekti. "Orası şimdi artık çiçek gibidir." diyordu. Sonra kendi de kendini isteklendirmek istermiş gibi: "Mayıs, belli a! Büyükada'nın tam mevsimidir!" dedi.

Süreyya gülerek:

"Mayıs, Boğaziçi mevsimidir. Azizim, Boğaziçi! Sade Mayıs değil, bütün sene... Sanıyorum ki, oraları kışın bile güzeldir. Bir rüzgârı var, aman Ya Rabbi! Bir rüzgâr var, Necib! O temiz rüzgâr başka nerede bulunabilir? Sizin adanıza gelen rüzgâr bütün boğazın üstünden geçip kirlendikten sonra size gelir. Beni abartıyor sanıyorsun ama geldiğin zaman göreceksin ki, hakkım var, oraya gittiğimizden beri ne kadar fark ettiğimi ben bilirim. Suad bile bambaşka oldu. Bir neşe geldi, bir hayat geldi... Sabahları demir gibi kalkıyoruz, sonra, sana bir şey söyleyeyim mi? En sevdiğim hâli rahatlığı... Ne Fatin var, ne Hacer var... Yapayalnızız!"

EylülHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin